Tarih: 01.08.2022 16:22

Devlet ve ekonominin davranışları

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazılarda, derin bir sistemik kriz içinde bulunduğumuzu sık sık dile getiriyoruz. Durumlara vaziyet eden iki anaakım yaklaşım mevcut. İlki, odağına devlet-ulus kodunu alıyor. Bu bakış uluslararası ilişkiler disiplininin içinden çıkıyor. Buna göre, meseleler devlet-uluslar arasında yaşanıyor. Meselâ ortada bir ABD-Çin veyâ NATO ile Rusya rekâbeti ve husûmeti var.

Bu bakış yanlış değil. Hakikâten de dünyâ hâl-i hazırda devlet-uluslar olarak teşkilâtlanmış durumda. O hâlde, meselelerin niteliği ne olursa olsun, bunların hesaplaşması devletler veyâ uluslararası bir düzlemde yaşanacaktır.

İkinci anaakım bakış ise saf olarak ekonomik ve teknolojik bir nitelik taşıyor. Buna göre ortada, ekonominin ve teknolojinin, devlet-ulus formasyonlarından görece özerk olan güçleri var. Onlara göre bu güçler, târihin belirleyici güçleridir. Her ne kadar sahnede devletler arasındaki mücâdeleler olsa da, gelecekte kurulacak yeni dünyâda nihâî hükmü onların verecektir. Bu iddianın dayanakları da azımsanmayacak kadar mühim..

Pekâlâ sıkıntı nerede? Sıkıntı, iki taraflı olarak yaşanıyor. İlk bakıştan başlayalım.. Bu bakış, başta ekonomi olmak üzere, siyâset dışı faktörleri siyâsetin güdümünde ve kontrolünde görüyorlar. Ekonomiyi topyekûn, ulusal- siyâsal bir ekonomi olarak değerlendirmekte ısrarlı davranıyorlar. Buna göre meselâ, ABD-Çin gerilimi, eğer ekonomiden yola çıkacak olursak, devletlerin ve ulusların kontrolünde olan ABD ekonomisi ile Çin ekonomisi arasındadır. Daha açık anlatmak gerekirse, ABD ve Çin, sermâye ve emek piyasalarıyla ulusal ekonomilere sâhiptir. Çatışmalar, ABD’deki devletli ve uluslu bir sermâye ile yine devletli ve uluslu Çin sermâyesi arasındadır. Netice de bunlardan birisi kazanacak ve yeni dünyâ düzeninin hegemonik gücü olarak temâyüz edecektir.

İkinci bakış ise, sermâye ve emeğin, bilhassa küreselleşme evresindeki birikim, yayılım ve dağılım süreçlerine yoğunlaşarak, devletlerarası ilişkilerin çatışmacı bir zemine kaymasını, devlet-ulus formasyonlarının deformasyonu ve derin krizi olarak değerlendirme eğiliminde. Ekonomi ve teknolojinin bağımsızlaşan güçlerinin geliştirdiği yeni ürünlerin toplumsalı dönüştürdüğünü, devlet ve ulusları boşa çıkardığını; bunu hazmedemeyen devletleri açığa düşürdüğünü iddia ediyorlar. Buna delil olarak, sermâye ve emek piyasalarında yaşanan dönüşümlerin, devlet-ulus olarak kodlanan yapıları nasıl deldiğine ve aştığına işâret ediyorlar.

İlk bakışın yanlışı, II.Genel Savaş sonrasında kurulan dünyânın kodlarından vazgeçememeleridir. Evet, 1945-1989 arasında tablo buydu. Sermâye ve daha genel olarak ekonomiler büyük ölçüde devlet-uluslar tarafından kontrol ediliyorlardı. Ekonomilerin ulusal olduğuna dâir algı da bunun neticesiydi. Ama son çeyrek asırda bunun dışına çıkıldı. Sâdece Doğu Hint Kumpanyası’ının kuruluş târihine (1600) bakarak kapitalizmin, sermâyenin genişlemesi ve yayılması temelinde her zaman küresel olduğunu söyleyebiliriz.. Mesele, bu yayılımın, devletleri ve ulusları gerektirmesiydi. Devletli ve uluslu ve mutlak sûrette Batı merkezli bir küreselleşmeydi yaşanan. Batı-Doğu, Medenî-Vahşî, Beyaz Adam-Siyah Adam, Fransa-Fransız, Birleşik Krallık-British, Almanya-Alman, Hollanda-Dutch vb. ayırımlar bu ihtiyacın neticesinde ortaya çıktı. Bu kavramlar, birikimin ve yayılımın kodlarını veriyor; zaman içinde de tekmil dünyâ bu kodlarla kodlanıyordu.

Küreselleşme sürecinde ne oldu? Bu kavram bizâtihî olarak küresel bir sâike sâhip olan sermâyenin, o zaman kadar beraber yol aldığı devlet ve ulusa artık ihtiyâcı kalmadığını gösterir. İlk olarak, neoliberâl tatbikatlar üzerinden dağılım (yeniden bölüşüm)süreçlerini tasfiye ettiler. Bu, emek piyasalarının alt üst edilmesi mânâsına geliyordu. İkinci olarak ise, yayılım sürecinde şaşırtıcı bir el değiştirme oldu. Sınâî sermâye Batı merkezli karakterini kaybetti. Hızla Asya’ya kaydı. Batı’nın hâlâ teknolojik temelde birikim süreçlerini kontrol etme şansı vardı. Ama bunu da kaybettiler. Bunun mevcut, veri kodlardaki karşılığı ilk etapta devlet-ulus yapılarının karşı karşıya gelmesi oldu. Ama ben bu sürecin bir pekişmeyle neticeleneceğini ve faşizan bir otoriterleşme ile tamamlanacağını, çok taraflı olarak militarizme evrileceğini düşünüyorum.

O hâlde tablo şöyle değerlendirilebilir: Devlet-ulus yapıları sınâî kapitalizmin ihtiyacıydı. Sınâî kapitalizm, ağırlıklı olarak Çin’e göçtü. Sermâye ve emeği dönüştüren, bu sûretle de geleceği hazırlayan tekno kapitalizm onu izledi. Çin bu iki çelişik gücün baskısı altında kaldı. Çin ekonomisinin son zamanlarda yaşadığı krizler bunun neticesidir. Çin’in bu yaman çelişkinin altından kalkamayacağını zannetmiyorum. Gidişât şunu gösteriyor: Târihsel olarak eskiyen devletli, uluslu sınâî kapitalizm çözülüyor. Buna işâret eden ikinci bakış daha doğru tespitlerde bulunuyor. Onun zaafı ise, zihnini ekonomik ve teknolojik ergonomiden kurtaramadığı ve hiçbir ahlâkî endişe taşımadığı için daha derin. Târih, en vahim yanlışların, en çarpıcı doğrular üzerinden yaşandığını gösteriyor…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —