Hızlı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bir bakan, siyasi geleceği üzerine kumar oynayıp kazanabiliyor. Gözle görülmeyen bir virüs, dünyayı ateş topuna çevirebiliyor. 18 yıldır iktidarda olan bir partiden iki siyasal parti doğabiliyor.
Üstelik tüm bu yaşanılanlar, saniyenin onda biri denecek kadar bir hızla gerçekleşiyor. Dünya, kendi ekseni etrafında ekvatordan başlayarak saatte 1669 kilometrelik bir hızla dönüyor. Biz bunu ancak gece-gündüz değişimi ile hissedebiliyoruz.
Dünya dönerken elbette değişim de devam ediyor. Siyasi hayatımıza malumunuz iki yeni parti daha katıldı. Ahmet Davutoğlu’nun öncülüğünde Gelecek Partisi ile Ali Babacan öncülüğünde Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA).
Gecikmiş bir yazı olarak DEVA Partisi’nin ne yapmaya çalıştığından bahsedeceğim. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bir hafta içinde iki televizyon programına katıldı ve gündemi değerlendirdi.
“Babacan neden sessiz, gündemdeki gelişmeler hakkında neden açıklama yapmıyor?” yönünde eleştiriler de yapılıyordu.
Sayın Babacan, KRT’deki programda, buna neden olarak “parti yönetim birimlerinin belirlenmesi ile teşkilatlanma çalışmalarını” gösterdi ve ekledi:
“Ortak akıl oluşmadan, ekibin ortak görüşü oluşmadan çıkıp bir şeyler söylemek istemedim. Parti kurulduktan sonra bir ay geçti, iç yapılandırmamızı, görevlendirmelerimizi tamamladık. Halkımızda sabırsızlık var, bunu çok iyi anlıyorum. Bir an önce bir şey olsun ve düzelsin istiyorlar. Eğer Türkiye’de bir değişim olacaksa bunun muhakkak seçimlerle olması lazım. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte görüşlerimizi ve eleştirilerimizi açıkça yapacağız. ‘Şunu şöyle yapın, daha iyi olur’ da diyeceğiz. Arkadaşlarımızın her birisi kendi alanlarında çok iyi işler yapmış devlet tecrübesi olan arkadaşlarımız. Dolayısıyla dinamizm ve siyaset tecrübelerimizi harmanlayacağız.”
Babacan’ın konuşmalarında en çok kullandığı kavramlar ise “Dayanışma, diyalog, sorumluluk, hesap verebilirlik, şeffaflık, adalet, hukuk, demokrasi, özgürlük, istişare, ortak akıl, katılımcılık.”
Ben değil biz.
Babacan şöyle diyor: “Tek bir akıl, dar bir kadro olmamalı. Katılımcılık hayata geçirilmeli. ‘Ben yaptım oldu, ben istedim oldu’ demeye kimsenin hakkı yok. Herkesi katmak zorundasınız. İstişare ve mutabakat arayışı mutlaka çalıştırılmalı. Hukuk yoksa demokrasi bir ülkeyi kaosa götürür. Türkiye’nin tekrar ortak akılla yönetilen bir ülke haline gelmesi lazım. Bilim, akıl, istişareyi yok sayarak yönetmeye kalkarsanız, başarı elde edemezsiniz.”
Bu yöntemleri kullanarak zamanında Türkiye bazı konularda çok başarılı olmuştu ve dünyada örnek gösteriliyordu. Babacan, bugünkü başarısızlığın sebebini “Ne zaman ki kadro hareketi değil de tek merci yönetimi oldu, ne zaman ki akıl, bilim bırakıldı, o zaman bu hale geldik” şeklinde özetliyor.
“Açıkçası en ufak bir korkumuz yok. Ben ve 90 arkadaşımız bu yola başımızı koyduk. Bir yolculuğa çıktık” diyen Babacan DEVA Partisi’nin ne yapmaya çalıştığını şöyle anlatıyor:
“Büyük bir yapı kuruyoruz. Bu tek adam yapısı değil, kadro hareketi. İnsan kaynağına, yetkinliğe, liyakata, ehliyete çok dikkat ediyoruz. 81 ilde, 900 ilçede teşkilatlanmaya başlıyoruz. On binlerce insan delege, milyonlarca insan üye olacak. Tek adam hareketi başlatsak, işimiz kolaydı. Ama bu öyle değil. Biz iktidara talip bir partiyiz. Siyasi yelpazenin tam ortasında ve ana akım bir siyasi partiyiz. Dar bir ideolojiye hapsolmuş bir parti değil burası. Bir kitle partisiyse, bunun mutlaka adım adım ve sağlam temeller üzerine kurulması lazım ki, bu partiyi Türkiye demokrasisine kazandırmış olalım. DEVA Partisi bir kişiyle başlayan, bir kişiyle yürüyen, bir kişiyle yok olan parti olmasın. Bunun için adım adım gidiyoruz.”
Gerginlikten, kavgacı üsluptan halkın yorulduğunu vurgulayan Babacan, “Sükûnet istiyor halk. Kavga etmek kolaydır ama önemli olan ülkeye şimdiden bir katkımız olur mu derdindeyiz. Türkiye’nin bir başka yıkıcı partiye, yıkıcı yapıya ihtiyacı yok. Bizim yapıcı tutum almamız şart. Ama yanlışlara işaret etmekten de korkmayacağız. Bir sorun varsa, dillendirmiyorsak, bu bizim üzerimize vebal. Açıkça söyleyeceğiz, bunu yapacağız. Bize hiç kimse ‘siz işinize bakın’ diyemez, çünkü işimizi yapıyoruz. Ülkenin hak ettiği demokrasiye ve refah seviyesine yükselmesi için elimizden geleni yapacağız.” diyor.
“Eğer bilime, akla önem verilmiyorsa o ülke için her türlü risk vardır.” diyen Babacan, çıkış yolu olarak ise şunları öneriyor:
“Türkiye’yi bu krizden çıkarmanın en önemli yolu, Türkiye’yi açık bir ülke halinde tutmaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğu, hukukun egemen olduğu bir ülke olamazsa, krizden çıkamaz. Toplumu kapatarak, sosyal medya paylaşımlarını, sermaye kontrolleri ile krizin önüne geçemezsiniz. Belli ölçülerde, grinin belli tonları olabilir, yapılabilir ama bu izah edilir. Mevcut kaynakların da elinizden akıp gitmesine sebep olabilirsiniz bu sefer. Krizi aşmanın yolu Türkiye’yi kapatmak değildir. Medya üzerinde büyük bir baskı varken, eleştirel yaklaşan gazeteciler işlerini kaybediyorsa, bir de siz sosyal medyayı kısıtlamayı öngören düzenlemeler yaparsanız yazık edersiniz ülkeye.”
Aslında Babacan’ın ortaya koymaya çalıştığı ilkeler, toplumun yıllardır özlem çektiği ilkelerdir. Hatta AK Parti’nin bunları vaat ederek iktidara geldiği, bir dönem uygulamayı az da olsa başardığı bu ilkelerden sapıldığı için bugün krizlerle boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Bütün ampullerin tek bir düğmeye bağlandığı bir sistem, sürekli kısa devre yapıyor. Bu durumda her defasında karanlıkta kalan bizler oluyoruz.
Babacan ve ekibinin hedefi elbette iktidara gelebilmek. Ancak yaptıkları tavsiyelerin de iktidar tarafından dikkate alınmasını istiyorlar. “Ülkeye şimdiden bir katkıları olur mu?” derdindeler.
Kanaatimce Sayın Babacan’ın en büyük avantajı, sakin gücü olacaktır. Bağırmayan, yüksek sesle konuşmayan, sorular karşısında sinirlenmeyen, tebessüm eden bir yapıya, birleştirici bir üsluba sahip.
Enerjisi negatif değil pozitif. Türkiye’nin buna şimdi daha çok ihtiyacı var.
Ülkeyi bu öfke selinden el birliğiyle kurtarmamız gerekiyor.
Babacan ve ekibinin elbette başarılı olup olmayacaklarını pratikteki uygulamalarıyla göreceğiz. Bunun için de zamana ihtiyaçları olacak.
Son söz yine Babacan’dan olsun:
“Yasak kelimesine karşıyım. Bu kelimenin bir an önce literatürümüzden kalkması lazım.”