Gürcüzade Mahmud Celaleddin, 1882 yılında Trabzon’da dünyaya geldi. Trabzon Çarşı Camii İmamı Ömer Feyzi Efendinin torunu, ulemadan medrese hocası Salih Zihni Efendinin oğluydu. Ticaretle uğraşan babası bir iş kazasında 24 yaşında vefat ettiği için 4 yaşında yetim kaldı. Birkaç yıl sonra Akçaabatlı bir ailenin kızı olan annesi Güller Hanım da verem nedeniyle vefat etti. 10 yaşına geldiğinde hem öksüz hem yetim kalmış olan Celalettin ve kardeşi Zehra, yaşlı babaannelerinin himayesine girdi.
İlk derslerini Çarşı Medresesinde Osman Efendi’den alan aynı zamanda Mahalle Mektebi’ne devam eden Mahmut Celalettin, hafızlığını tamamladı ve Trabzon’da İbtidai ve Rüşdiye okudu. Bir süre dedesinin imamlık yaptığı camide imam olarak vazife aldı. Babaannesini de kaybettikten sonra ilim tahsili için İstanbul’a gitmeye karar verdi. 1899 yılında tek yakını olan kız kardeşi Zehra’yı evlendirdikten sonra gemiye bindi ve İstanbul’a doğru yola çıktı. Aileden kalan birkaç mülkü uzaktan bir akrabasına kiraya vermişti. Tek geçim kaynağı buydu.
Fatih’teki Şekerci Hanı’na yerleşti. Kilo ile aldığı kömürle ısınmaya çalışıyor, günlerini yarı aç yarı tok geçiriyordu. Durumunu bilen arkadaşlarının ısrarına rağmen din eğitimi karşılığında para almamayı şiar edindiği için uzun süre maddi zorluklar yaşamaya devam etti ve daha fazla dayanamayarak memleketi Trabzon’a geri döndü. Burada imamlık görevini sürdürdü ancak aklı İstanbul’da ve burada tahsil edemediği ilimde kalmıştı. 10 ay süren bu ayrılıktan sonra bir daha dönmemek üzere İstanbul’a yerleşti.
Fatih Cami yakınındaki Malta Çarşısı’nda bulunan Şekerci Han’a döndü. Yine büyük maddi zorluklarla baş etmeye çalışırken 1905 yılında öğretmen yetiştiren Dârülmuallimîn-i Âli sınavlarına girdi ve kazandı. Okulda Arapçasını ilerletirken Farsçasını da geliştiriyor ve bununla yetinmeyerek bir Batı dilini de öğrenmenin gerekliliğine inandığı için kendi imkanlarıyla Fransızca çalışıyordu. Hatta Fransızca bir cebir kitabını alabilmek için gümüş köstekli saatini satmıştı.
Dârülmuallimîn-i Âli’den yüksek notla mezun olduktan sonra 1907 yılında Dârülfünun Edebiyat Şubesi’ne girdi. Burada Babanzâde Ahmed Naim, İzmirli İsmâil Hakkı ve Mehmed Âkif gibi isimlerden dersler aldı ve en gözde talebelerinden biri oldu. İlim yolunda birçok zorlukla mücadele eden Celalettin Ökten, sabahları süt içebilirse kendini şanslı sayıyor, genelde akşamları ekmeğin yanına zeytin bulabilirse karnını doyurabiliyordu. Yemeğe vereceği parayı geceleri ders çalışabilmek için mum almaya harcıyor, ısınmak için ancak mendiline sığacak miktarda kömür alabiliyordu.
1912 yılında Maarif Bakanlığının yaptığı sınavda ikinci olarak İstanbul Sultanîsine (bugünkü İstanbul Erkek Lisesi) Arapça Muallimi olarak tayin edildi. Daha sonra kayınbiraderi olacak olan Şişli Camii imamı Ahmet Cevdet Soydanses’e Fransızca ve matematik dersleri verdi, kendisi de ondan temel müzik bilgisi ve kıraat dersleri aldı. Bu yakın dostluk, Ahmet Cevdet’in kız kardeşi Emine Mahmude Hanımla izdivacıyla akrabalık ilişkisi de eklenerek pekişti. Celalettin Hoca, Mütareke yılları ve Cumhuriyetin ilanı sürecinde kayınpederinin yerine Vasat Atik Ali Paşa Camii’nde imamlık görevinde de bulundu.
Tevhid-i Tedrisat kanununu tenkit etmekle suçlanarak birkaç ay görevden el çektirilmesi hariç okullarda Arapça derslerinin kaldırıldığı 1929’a yılına kadar Arapça Öğretmenliği yapmaya devam etti. Bir süre sonra göreve iade edildi ancak artık Arapça dersi veremeyeceği için 1930 yılında Üsküdar Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak atandı. Kabataş Lisesi, Gelenbevi Ortaokulu, Vefa Lisesi gibi okullarda edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı. 1 Ağustos 1947 tarihinde emekli edildi.
Ancak emeklilik onun için dinlenmenin değil, yeni ve çok büyük bir mücadelenin başlangıcı oldu. 1948 yılında ‘Din Eğitiminin Serbestliğine Dair Tebliğ’ düzenlemesinin ardından imam hatip kursları açma derdine düştü. Bu, hayalindeki “Modern ilimlerle mücehhez, asrın ihtiyaçlarını mudrik, şarkı ve garbı iyi bilen, tavizsiz fakat müsamahakar, münevver din adamı yetiştirmek” için kurulmasını istediği okulların ilk basamağı idi. Birkaç aylık bir imamlık kursunun açılması için İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gitti, ‘kanunen bir engel kalmadı ancak devlet size bina, masa, sandalye veremez, kendi imkanlarınızla açacaksanız açın’ cevabını aldı. Aksaray Langa tarafında, elektriği suyu bulunmayan metruk durumunda bir ahşap bina hayırseverlerin de yardımı ile kursa dönüştürüldü. Celalettin Ökten, kursun müdürü olarak atandı ama 10 aylık bu kursa talep azdı. Milli Eğitim Bakanlığı sınıflarda sayı 20 kişinin altına düşerse kursun kapatılacağını söylediğinden sokaktan geçenlere rica ediyordu: "Gelin sınıfta oturun, günlük para vereyim yeter ki müfettiş geldiğinde sayı 20’nin altına düşmemiş olsun."
Kurslar cazip değildi çünkü öğrenciler bir okula ihtiyaç duyuyordu. Milli Eğitim Bakanlığına ‘imam hatip okulları nasıl olmalıdır’ şeklinde bir rapor hazırlayıp sundu ancak Demokrat Parti iktidara gelinceye kadar rapor dikkate alınmadı. Celalettin Ökten, 1951 yılında Demokrat Parti iktidarının Milli Eğitim Bakanı olan eski öğrencisi Tevfik İleri ile imam hatip okullarının açılması konusunu görüşmek üzere Ankara’ya gitti. Bakanın emrine rağmen Talim Terbiye Kurulu zorluk çıkarıyordu. 70 yaşındaki hocaların hocası umutla haber bekliyordu ancak bir ay boyunca Ankara’da kötü bir otel odasında kaldığı için sağlığı bozulmuş, parası bitmiş, çaya ekmek batırıp yemek zorunda kalmıştı. Daha fazla dayanamayacağını düşünerek vedalaşmak için Tevfik İleri’nin yanına gitti. Duruma oldukça üzülen İleri, “Son çare olarak durumu Adnan Menderes’e açacağız” dedi. Celal Hocadan yaşananları dinleyen Başvekil Adnan Menderes, ertesi gün Talim Terbiye Kuruluna giderek zorluk çıkarak memurlara bizzat emir verdi ve Celal Hoca “muvafakat emrini aldıktan sonra otele dönerken nasıl aklımı kaybetmedim diye hala şaşarım” diye tarif ettiği bir mutluluk içinde İstanbul’a döndü.
İlk iş bina bulmaktı. Vefa Lisesinin karşısındaki boşaltılmış bir ahşap konak, ilk imam hatip okulu olacaktı. Bu okullara bir katkısı olsun isteyen altmış sekiz hayır severin desteğiyle Celalettin Ökten önderliğinde kurulan ve ilk faaliyeti İstanbul İmam Hatip Okulunun ders başı yapmasını sağlamak olan İlim Yayma Cemiyetinin ve halkın büyük desteğiyle 2 aylık tadilat sürecinden sonra biraz gecikmeli de olsa 17 Ekim 1951 günü ilk imam hatip okulu açıldı. Diğer okullardaki fazla sıraları Celal Hoca, o yaşında kendisi toplayıp getirmeye çalışıyordu. Öğretime başlayan İstanbul İmam-Hatip Okulu’nun ilk müdürü olmuştu ancak Milli Eğitim bu okullara tahsisat vermediği için okula hademe tutulamamış, bir süre okulun lavabo ve tuvaletlerini okulun müdürü olarak Celalettin Ökten kendisi temizlemiş ve “bu işi talebelere yaptır” diyenlere, “onlar dinimizin yarınki hadimleri, böyle bir işle onların izzeti nefislerini kıramam, nefsimin hoşlanmadığı işi talebelerime hiç yaptırmadım, nihayet iş başa düşer” diye cevap vermişti.
İstanbul İmam Hatip Okulu Kurucu Müdürü Celalettin Ökten, 53 yıllık tedris hayatında binlerce talebe yetiştirmiş ve İmam Hatip neslinin mimarı olmuştu. Dostlarına “derse gelmediğim gün cenazeme gelin” diyen Ökten, İmam Hatip okullarından sonra en büyük hayali olan Yüksek İslam Enstitüsü’nde İlmi Tevhid ve Kelam dersleri verirken vefat etti. 21 Kasım 1961 günü, ertesi gün vereceği derse hazırlanırken çalışma masasında vefat eden Celal Hocanın naaşı, Beyazıt’taki evinden Fatih Camii’ne, oradan da Edirnekapı’da bulunan Sakız Ağacı kabristanına kadar talebeleri tarafından elleri üzerinde taşındı. Osmanlı Medreselerinde yetişen, Cumhuriyet döneminde öğretmenlik yapan Celalettin Ökten, “Dindar görüneceğiz diye mutaassıp olmayın, aydın desinler diye de taviz vermeyin” öğüdüyle hatırlanmaya devam ediyor.