Görüntüleri izlemişsinizdir: Azerbaycan’ın İran’ın başkenti Tahran’daki büyükelçilik binasına 27 Ocak sabahı düzenlenen saldırıda hayatını kaybeden Orhan Askerov’un cenazesi, İmam Humeynî Havaalanı’nda ülkesine gönderilmek üzere uçağa taşınırken, Azerbaycanlı güvenlik ve istihbarat görevlileri İranlı askerleri kenara iterek, tabutu kendileri omuzladı. Bu çok kısa, ancak çok sembolik ve önemli bir sahneydi. Büyükelçilikte güvenlik şefi olarak görev yapan Askerov’un na’şının İran tarafından “bürokratik gerekçelerle” iki gün boyunca bekletilmesinden sonra, havaalanında yaşananlara şaşırmak da zordu açıkçası.
Azerbaycan iki dikkat çekici adım daha attı:
Tahran’daki büyükelçilik misyonunu tamamen boşaltarak, çalışanları ülkeye geri çağırdı. Diplomatlarla ailelerinden oluşan 53 kişilik kafile, Tahran’ı terk etti. Hemen ardından da, Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yayınlayarak, İran’a seyahat planlayan vatandaşların “ülkedeki istikrarsızlık” sebebiyle dikkatli olmalarını istedi. Diplomatik dilde, resmî kanallar üzerinden kamuoyuna duyurulan “seyahat uyarısı”, muhatap ülkeye güven duyulmadığının net bir ifadesidir malum.
Bunlar da şaşırtıcı değil. Çünkü İran, büyükelçilik saldırısıyla ilgili herhangi bir somut adım atmak şöyle dursun, “Bizde de bazı saldırıları Azerbaycan kökenli DAEŞ’liler yaptı, ama sesimizi çıkarmadık. Bu tarz şeyleri fazla büyütmeden aramızda halletmek lazım. Yaşanan, bir terör saldırısı değil, kişisel bir eylemdi” anlamına gelecek reaksiyonlar geliştirerek, meseleyi çözmeyeceğinin bütün işaretlerini vermişti.
İran’la Azerbaycan arasında artık gizlenemeyecek boyutlara ulaşan bu derin krizin köklerinde, Azerbaycan’ın son yıllarda Türkiye’yle omuz omuza vererek oluşturduğu stratejik ittifak var. Hatırlanacağı üzere, İran, Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından işgal edilen topraklarının özgürlüğe kavuşturulduğu son savaşta (2020) göstere göstere Ermenistan’ı desteklemiş, Azerbaycan’a karşı Ermenilere silah, mühimmat ve asker sevkiyatında bulunmuştu. Azerbaycan elbette bu açık düşmanlığı sineye çekmemiş, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in dilinden, Tahran’a gerekli mesajlar ulaştırılmıştı. Şiîliği yaymayı İslâm coğrafyasına yönelik temel hedef haline getiren İran, Kafkaslarda Türk bayrağının dalgalanması ihtimalinden öylesine rahatsız olmuştu ki, “takiyye”yi filan bir tarafa bırakıp Azerbaycan’a doğrudan cephe almayı seçmişti. İran devlet aklı, Azerbaycan’ı kazanmakla Asya içlerine doğru uzanacak kesintisiz bir “Türkiye hattı”nı yarmak arasında kalmış, Bakü’yü kaybetmeyi menfaatine daha uygun bulmuştu.
Birbirinden farklı bağlamlarda ve şartlarda 4 tarihî Arap başkentinde (Şam, Bağdat, Beyrut, Sanaa) etkinliğini artıran ve üstünlük sağlayan İran, Ortadoğu ve İslâm coğrafyasının diğer noktalarında da mezhepçi ajandasının tatbikini sürdürüyor.
Hükümetlerle ve iktidarlarla yaşadığı sürtüşmeler bir kenara bırakılacak olursa, İran’ın Müslüman halklara ulaşma ve onlardan taraftar devşirme politikasının üç ana ayağı var: 1) İsrail ve Amerikan düşmanlığını sloganlaştırmak, 2) Kudüs ve Filistin davasının bayraktarlığına soyunmak, 3) Ehl-i Beyt muhabbeti üzerinden, duygusal ortak paydalar oluşturmak. Dünyada olup bitenlere dair derin bir bilgisi bulunmayan, kendi halinde ve samimi bir Müslümanın, İran’ın mezhepçi ve Fars milliyetçisi ajandasını gizlemek üzere ustalıkla kurduğu bu üçgenin içine düşmemesi mümkün değil. İran da zaten kitlelerin bu zaafından istifade ediyor.
Fakat Azerbaycan örneği, bu konuda ilginç bir istisna teşkil etti:
Sırf Türkiye’nin kazanacağı nüfuzun doğurduğu panikle Ermenistan’ı Azerbaycan’a tercih eden İran’ın tavrı, Azerbaycan halkı üzerinde menfi tesirler bıraktı. Kalplerde, Türkiye’ye ve Türk hükümetine gösterilen coşkulu sevginin ve içten yakınlığın tam tersi, artık İran yönetimi ve İran’ın politikaları için mevcut. İran aynı handikabı Irak’ta da yaşıyor; Iraklı Şiî liderlerde Arap kimliğini ve ülke menfaatlerini öne çıkarma yönündeki eğilimler güçleniyor. Lübnan’da Hizbullah kanalıyla ülke siyasetini kilitleme politikalarının halktaki pratik yansımaları da yakın süreçte görülecektir.
Siyonist yayılmacılıkla Şiî yayılmacılık arasındaki kıskaca sıkışıp kalan Ortadoğu için, çözüm elbette –yine hepsinin bölgeyle alakalı kendi menfaat listeleri bulunan– başka yabancı aktörlerle kol kola girmek değil. Bu hakikat keşfedilip gereği yapılıncaya kadar, tünelin ucunda ışık belirlemeyecek. Azerbaycan’ın attığı adımlar, birçok ülke için cesaretlendirici birer örnek olmaya namzet.