Öyle görünüyor ki istifa olayı, AKP içerisinde şu aralar görünürlüğe kavuşan ama aslında alttan alta varlığını devam ettiren çatışmayı su üstüne çıkarmış görünüyor. Bu çatışma görebildiğimiz kadarıyla partide Erdoğan sonrası süreci kimin yürüteceği, AKP liderinin halefinin kim olacağı üzerinden yürüyor.
Süleyman Soylu’nun istifası, her şeyden önce devletin yönetilemediğini, iktidarın hatalarının kamufle edilemeyecek kadar derinlerde olduğunu gösterdi. Peki onca gürültü, istifa, sosyal medyada Soylu yanlılarıyla karşıtlarının kavgaları vs. bunların hepsi sadece Soylu’nun Cuma akşamı aldığı sokağa çıkma yasağına ilişkin yanlış kararla mı ilgiliydi? Şu ana kadar yaşadığımız olaylar ve deneyimlerimiz, mücadelenin bütünüyle güç çatışması ve bilek güreşleri üzerinden ilerlediğini bizlere gösteriyor. Bu nedenle Soylu’nun erdemli bir tavır gösterdiğini, ahlaki kaygılarından hareketle istifa kararı aldığını ifade etmek her şeyden önce devlet adamlarının yanılmazlığı ve kutsallığı üzerine oturan devlet geleneğine aykırı. Osmanlı’da düzen eleştirilirdi ancak kaderle, takdiri ilahiyle, düzeni bozan bir takım kendini bilmezlerle açıklanır, Padişah’a ya da büyük devlet adamlarına herhangi bir hata atfedilmezdi. Padişah şu konuda yanlış yaptı, şu alanda şeriata (hukuka) aykırı davrandı denmezdi.
Binlerce yıllık Türk devlet geleneği falan değil, son yüzyıllarda teşekkül etmeye başlayan ve İttihatçılığın damgasını vurduğu milliyetçi, otoriter devlet yapısı da bu otoriterliğin tuzu biberi oldu. Dünyanın başka bir yerinde olsa kabinenin topluca istifa edeceği skandallarda tek bir bakan hatta bürokrat dahi istifa etmezken Soylu’nun büyük bir erdemlilik göstermiş olması pek de akla yatkın gelmiyor.
Dolayısıyla mesele büyük ihtimalle ne sokağa çıkma yasağıyla ilgiliydi ne de Soylu’nun aldığı karardan duyduğu pişmanlıkla. Öte yandan sınırlı bir doğruyu temsil eden “tek adam rejimi” tespitinin yaşanan vakıayı tam olarak açıklayabildiğinden emin olamıyoruz. Vitrinin önünde tek adam görünüyor ama başka unsurların da etkili olduğunu gösteren birçok gösterge var. Otoriter yönetimlerde, Max Weber’in devleti tanımlarken kullandığı, şiddet tekeli kavramını temsil eden, zor ve baskı politikalarını yürütenlerin etkisinin hiç de yadsınamaz düzeyde olduğunu görülüyor. Bunlar tam da devletin ihtiyaç duyduğu otoriter tutumun şekillenmesinde ve stratejik kararların alınmasında önemli rolleri yerine getiriyorlar.
Bu açıdan yargı kararlarındaki keyfilik, tamamen tek kişi ekseninde kurgulanmış hilkat garibesi bir Cumhurbaşkanlığı sistemi, atamalarda aile, akraba, eş dosttan yapılan atamalar, eski pederşahi yönetimi aratmayan görüntüler, bu tespitle çok da örtüşmüyor gibi görünüyor ancak mesele öyle değil. Evet devlet bürokrasisi Erdoğan’a teslim edilmiş görünüyor, dilediği atamaları yapabiliyor ve bütün bunlar tek adam rejiminde yapılabilecek şeyler. Evet ama bu atamalar yapılırken gözetilen denge ve hassasiyeti, MHP ve Vatan Partisi desteğini göz ardı etmek olur ki bu durumda Bahçeli’yi, devlet bürokrasisini, Soylu’nun parti içinde temsil ettiği çizgiyi açıklayamayız.
Öyle görünüyor ki istifa olayı, AKP içerisinde şu aralar görünürlüğe kavuşan ama aslında alttan alta varlığını devam ettiren çatışmayı su üstüne çıkarmış görünüyor. Bu çatışma görebildiğimiz kadarıyla partide Erdoğan sonrası süreci kimin yürüteceği, AKP liderinin halefinin kim olacağı üzerinden yürüyor. Erdoğan, halk desteği olmayan ve AKP tabanınca bile antipatik bulunan damadını yerine bırakmayı düşünürken bunun doğru olmadığına kani olan ve esas bağlılığı Erdoğan’a değil, devlete olan kesimler buna karşı çıkıyorlar.
Süleyman Soylu’nun istifasıyla ilgili bir açıklama yapan kadın kolları başkanına saldıranları paralı troller olarak tanımlayan Ahmet Hamdi Çamlı’nın bu paylaşımı da aslında birçok şeyi açıklıyor.
Ahmet Hamdi Çamlı’nın tweeti
Kadın kolları başkanın paylaşımı, asıl liderin Erdoğan olduğunu, Soylu da dâhil olmak üzere parti içindeki bütün kesimlerin başarısını ve varlığını ona borçlu olduklarını söyleyerek bir anlamda had bildiriyor. Soylu’nun yerini ve sınırını bilmesi gerektiğini söylüyor. Buna karşı sosyal medyada yapılan kampanya ise kadın kolları başkanının devletçi kesimlere yaptığı uyarıya karşı Bahçeli’de ve Soylu’da tecessüm eden devletçi refleksi yansıtıyor, Erdoğan’ın liderliğine doğrudan herhangi bir eleştiri getirmemekle birlikte damadın muhtemel liderliğine karşı, bir anlamda protest bir tavır sergiliyor.
Soylu, Reis’in bu istifa adımı karşısında geri adım atacağını ve istifasını kabul etmeyerek bu restini kabul edeceğini öngördü mü bilemiyoruz. Şu aşamada Soylu, Bahçeli’nin de açık desteğini arkasına alarak yerini sağlamlaştırmış görünüyor. Tanıdığımız Erdoğan, Soylu’nun istifasını reddetmek zorunda kalmış olabilir. Ancak bu tutum, ilerde bunu onun yanına bırakacağı anlamına gelmiyor.
İslam Özkan kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.