Derdi Olmayan Dergiciye Hayır!

Yazar Asım Gültekin ile Özgün İrade Dergisi 2019 Aralık Sayısında 'dergi ve dergicilik' üzerine yapılmış bir röportaj...

Derdi Olmayan Dergiciye Hayır!

Asım Gültekin: “Türkiye’nin İzzeti İçin İslamcı Dergiler ve Dergicilik Bir Bayraktır!”

Dünya Dergiler Birliği Başkan Yard. ve aynı zamanda DilEvi Etimoloji Topluluğu Başkan Yardımcılığı görevi ile birlikte, eğitim Özgün ciliğinin yanında, etimolojik çalışmaları, haftanın belli günlerinde Karar Gazetesi’nde yayımlanan Asım Gültekin ile, dergi ve dergicilik üzerine Özgün İrade Dergisi adına bir röportaj gerçekleştirdik.
Umarız yararlanmış olursunuz…

MÜSLÜMANLARIN DERGİ FORMU İLE TANIŞMA SÜRECİ…

Müslümanların dergi formuyla tanışma süreci ve dergilerin bizdeki izdüşümü konusunda neler söylenebilir?
ASIM GÜLTEKİN: Müslümanca duyarlığa sahip, Müslümanlığını en kıymetli varlığı gören Türkiye İslamcılarının ve dindarlarının varoluş mücadelesinde Cumhuriyet döneminden itibaren dergicilik neredeyse ilk nefes alma, yaşama alan açma vasıtası olmuştur diyebiliriz.
Kendilerini ifade edebilecekleri siyasal mücadele araçları yasak, dernek ve vakıflar yasak. Tekkeleri kapatılmış, medreseleri kapatılmış. Kur’an harfleri yasaklanmış. Neşriyat sıkı bir takip altında. Camiler dinden korkan imamlarla doldurulmuş. Müslümanlığın siyasal, kültürel, sosyal ifade biçimleri Osmanlı tecrübesi ile karşılaştırıldığında muazzam derecede kısıtlanmış. Dinini hayatının vazgeçilmezi gören insanlar idam sehpalarına gönderilmiş, hapishanelere doldurulmuş… Böyle bir devirde Türkiye’de İslam şeriatını yeniden hakim kılmayı ve yaşamayı hayatının varoluş gayesi bilen insanların ne partisi var, ne derneği, ne mekanı. Ne gazetesi var ne televizyonu, ne radyosu.
Elbette bu saydığım araçların çoğu modern kurum ve araçlar. Dergi de modern bir iletişim aracı. Bu anlamda hepsi de “kem alat ile kemalat olmaz” fehvasınca bir sorgulamadan geçirilmeli. Modern olmayan cami, tekke, medrese gibi araçlar ise zaten yasaklanmış.
Dergi 1920’lerden 1995’e kadar Türkiye İslamcılarının ve daha düşük dereceli dindar çevrelerin en önemli kendini ifade aracı olmuştur. Buna 70’li yıllarda gazete de katılmıştır. 80’li yıllarda dernekler, vakıflar da katılmaya başlamıştır. Zenginlik ve imkanlar arttıkça kendini ifade araçlarımızın arasına radyo, televizyon kanalı, okullar, belediye başkanlıkları, bakanlıklar da katılmaya başlanmış. Son zikrettiklerimin ne derece katıldığı ise tartışılabilir bir durumdadır. Bu araçlar Müslümanları dönüştürmüş müdür, dönüştürmemiş midir? Müslümanlar kendilerini Müslüman, İslamcı, Ümmetçi, Şeriatçı olarak tanımlayabilmekte ve bulundukları kurumları İslam’a göre dönüştürebilmekte midirler yoksa çalıştıkları kurumlar büyüdükçe (hele hele devlet kurumu ise) o kurumun seküler, laik, modern diline mi teslim olmaktadırlar?
Türkiye’deki İslamcı hareketler ağırlıklı olarak kendilerini dergilerle ifade ettiler. Hemen hemen her cemaatin bir dergisi oldu.
Kendi İslamcılığı tanıma serüvenimde dergiciliğin çok ciddi bir etkisi oldu. Cemaatleri, grupları, örgütleri çıkardıkları dergiler üzerinden tanımayı tercih ediyordum. Öyle ki bir dergisi olmayan cemaatlere mesafeli bakıyor, onlara pek de güvenmiyordum. Cemaatlerin söylemlerini dergilerinden takip edebilme imkanına sahip oluyordum çünkü. Neleri tartışıyorlar, neleri dert ediyorlar, nelerin hiç farkında değiller, neleri takıntı haline getirmişler, hangi cemaatlerle irtibat halindeler, hangilerine mesafeliler; dikkatli bir okurun bunları dergilerden görebilmesi, çıkarabilmesi çok mümkündü. Hala mümkün.
Tabii bu arada bir de dergiciliğe aşık dergiciler de vardı. Bir kısım cemaat grup dergileri sadece araç olarak kullanıp dergiciliği çok önemsemez iken kimi dergiciler dergiciliği çok önemseyerek, dergiciliğin hakkını vermeye gayret ederek dergicilik yaptılar. Bunlar haza dergici diyebileceğimiz yazar, şair, kanında yazarlık, dergicilik, editörlük olan kimseler idi. Bu dergicilerimiz önemli yazarlarımız, ediplerimiz oldular. Bir cemaatin yayın organı olmadılar. Çoğu bir cemaat de kurmadılar. Onlar dergicilik yaptılar. Elbette bir mücadele verdiler. Sembol kişilerimiz oldular. Yokluk döneminde özellikle bu tip dergicilerin kıymeti biraz daha bilindi. Her birimiz için birer bayrak oldular onlar adeta. Mehmed Akif bir bayrak idi, Necip Fazıl bir bayrak idi. Sezai Karakoç bir bayrak. Nuri Pakdil bir bayrak idi. Mavera ekibindeki yazarlarımızın her biri bir bayrak oldular. Yaşar Kaplan bir bayrak oldu. Salih Mizabeyoğlu bir bayrak oldu. Bu isimleri beğenirsiniz beğenmezsiniz, bu ayrı bir konu. Ama kendilerini dergilerine adadılar, yazıya, fikre, sanata adadılar. Bir cemaatin değil hepimizin olmak nediri az çok gösterdiler.
Cemaat dergileri kötü müydü peki hep? Hayır! Öncü kişilerin çıkardığı dergilerden daha başarılı olanları da çıktı. Cemaat dergisi olmanın dezavantajlarını da avantajlarını da yaşadılar.
Günümüzde kimileri cemaatinin bir gazetesi veya televizyon kanalı olunca dergisini daha kıymetsiz zannedebiliyor. Herhangi bir cemaate mensup olmayan çoğu dindar ise cemaat dergilerini de, televizyonlarını da, derneklerini ve vakıflarını da önemsiz, kıymetsiz zannedebiliyor. Elbette aralarında kendilerini değersizleştirenleri vardır. Hatta kendilerini dünyanın en kıymetli dernek, vakıf, tv kanalı, radyo zannetseler de ortaya koydukları işler ve işlerin kalitesi bakımından bir kıymeti olamamaya mahkum olanları yok değil.
Her ne olursa olsun dergicilik daima önemli olmuştur. Bir işi Müslümanların yapıyor oluşu o işin kıymetsiz, değersiz olduğunu göstermez. Türkiye’de iki yüz yıldır hakim olan Batı karşısındaki eziklik duygusu kimi dindarların bile Müslümanların yaptıkları işi düzgün yapmadığı yargısı ile, ön kabulü ile hareket etmesine yol açabilmektedir. Bu eziklik duygusu gözümüzü kör etmemelidir. Gavurun yaptığının iyi, kaliteli ve kıymetli olduğu yanılgısından, ezberinden izzeti olan her mü’min kendini kurtarmalıdır. Böyle bakanların çoğu liberal, batıcı tiplerin iş yerlerinde yaşanan kalitesiz, niteliksiz işleri görebilecek durumda değillerdir. Sadece yayın alanında sol, liberal, batıcı çevrelerde yaşanan kültürsüzlük, katilesizlik, ilkesizlik örneklerinin haddi hesabı yoktur. Ama gözü boyanmış dindar entelektüelimizin (!) bunları görebilmesi, fark edebilmesi, kabullenebilmesi imkansızdır.

ALAN DERGİCİLİĞİ ÖNEMLİ!

Birçok dergi yayımlanmaya başladığında, çıkarıcılarının başta ‘istek, niyet ve gaye’ye yönelik, dergilerde genellikle, çoğu birbirinden farklı ve ayrı alanlar göre çarpar. ^(Ör. İlmî, siyasî, edebî, kültürel…) Belki bu da gerekli olmakla birlikte, belli bir alana hasredilmiş, o alanda kendi kültürel birikimini konuşturan bir ‘alan dergileri’ gerçeği var. Bu da, niteliği kaybetmeden ve kariyerizm belasına düçar olmamayı gerektirirdi evvel emirde… O zamana alan dergiciliği hususunda neler söylenebilir?
ASIM GÜLTEKİN: Dergicilik önemli diyoruz ama bir derginin özgün, orijinal ve nitelikli olması çok daha kıymetli bir durum. Alan dergiciliği yapılmasını her zaman için takdir ediyorum. Özel bir alan… Diyelim ki bir tarih dergisi, bir masal dergisi… Şehircilik üzerine bir dergi, sadece mizah dergisi, sadece felsefi meselelerin ele alındığı bir dergi, sadece öykücülüğün ele alındığı bir dergi. Bu tarz odaklanmış dergicilik bana çok faydalı geliyor. Hele bunu yapanlar genç arkadaşlarsa… Diyelim ki ağaçlar üzerine bir dergi yayımlamaya başladınız. Üç aylık bir ağaç dergisi çıkarıyorsunuz. Beş yıl sonra sizinle görüştüğümüzde ağaç meselesini sizden iyi bilenle karşılaşabilir miyim, zor! Muhtemelen ağaçları memleketteki en iyi bilen birkaç kişiden biri siz olursunuz. İşte elli altmış yaşlarında birkaç profesör veya toprakla haşır neşir birkaç bilge çiftçi bilebilir ağaç meselesini sizin kadar. Alan dergiciliği böyle bir şeydir. Herkesin yaptığı tarzda dergicilik yaptığında, herkesin yaptığını yapmış oluyorsun. “Her şey var” bizim dergide diyorsun ama “her şey” çok sıradan ve sığ bir şekilde yer alabiliyor. Öyle bir tehlikesi var “her şeyden” bahseden dergiciliğin. Neden bahsedeceğini, neyle ilgileneceğini önceden belirlemiş arkadaşlar daha güzel şeyler yapabilir diye düşünüyorum ve bunu yapan arkadaşlar da yok değil. Böyle dergileri hayranlıkla okuyorum açıkçası. Yeryüzünün izzeti olan İslamcılığımızın önümüzdeki yıllarında alan dergiciliğine yönelmesinin çok kıymetli, çok değerli insanların yetişmesine vesile olacağını düşünüyorum. Artık her alanda koşturan insanlara çok da ihtiyaç yok. Onları ya çok fena harcadık, kıymetlerini bilemedik ya da kariyerizm hastalığına yenik düşülen bir çağda her işi koşan adamlarımız yüzüne bakılmaz adamlar oldular. İçlerinden bazıları belediye başkanı, dernek çalışanı oldular; tükenişe mahkum edildiler. Artık en az bir alanda kendini iyi yetiştirmiş ama kariyerizme kendini teslim etmemiş, ümmetin derdi ile dertlenebilen, idealist Mü’minleri arıyor gözlerimiz. Bu çağrım bir alanda kendini iyi yetiştirip başka hassas meselelere hepten sağır akademik körlüğe davet çağrısı değildir. Birbirine karıştırılmaya. Ümmetin hiçbir işine yaramayan profesörlere ihtiyacımız var demiyorum. Kendine tapan; Müslümanları küçümseyen kariyerizme kurban vermeyi bırakmalıyız insanımızı.

EVLERİMİZ DERGİ, KİTAP ZENGİNİ OLMALI

İçerisinde yaşadığımız Türkiye toplumunu, güncelliği ağır basan, ama çoğu da hakikati içermeyen konularda aşırı istekli oluşlarının yanında, ona karşılık olarak, başta dergi ve kitap unsurunun, hemen her şeye rağmen, ‘tekrardan’ evlerimizin ‘ilgilenilen, istifade edilen’ konuğu, hatta baş konuğu olması adına neler söylenebilir?
ASIM GÜLTEKİN: Kendimizi tüketim kölesi bir birey yapmaya çalışma hastalığına artık son verip evimizde, sokağımızda, komşumuzla, akrabamızla bir şeyler yapmaya niyetlenmemiz lazım. Ulemadan, ariflerden herhangi muhterem bir zatla yıllardır karşılaşmadığımızı bir hatırlamalıyız. Çoğumuz çevresinde ‘güzel kelam’ edebileceğimiz kimsenin kalmadığının farkında değildir. Evde hanımıyla, çocuklarıyla oturup iki üç sahife edebe, ahlaka dair güzel bir eser okumak aklımıza bile gelmez.
Gelmez çünkü izlemeyi ihmal etmediği dizi, elinden düşürmediği akıllı telefon ona böyle şeyleri hatırlatmaktan fersah fersah uzaktır. Siyasiler pragmatizme batmış durumda, ekonomistler zaten paradan, kazanmaktan, borsadan başka şey bilmez. Tam seküler bir dünya sunar ekonomi dünyası. Allah’a ve vicdana yer yok nedense hepimizi saran kuşatan modern dünyada. Peygamber ve ahlak yok gibidir. Tarih paha biçilemeyen antika eşyaların dışında yer bulamaz kendine.
Edebiyat, şiir ne kadar da gereksiz şeylerdir güncelin pençesinden kurtulamayan gündem yorumcuları için, ekonomistlerimiz için, bürokratımız için.
Çok cafcaflı, cilalı, albenili bir dünya sergilerler bizlere ama içi boştur. Koftur. Bunaltıcıdır. Sıkıcıdır. Bunca cilanın hemen arkasında binlerce, yüz binlerce psikolog, psikiyatr ellerini ovuştura ovuştura sizi beklemektedir.
Dergi takip etmeyen o kadar çok insanla karşılaşıyorum ki… Hem şaşırıyor hem üzülüyorum. Tüketim kültürünün uzantısı dergiler izlemeyi kusura bakmayın ama dergi izlemek saymıyorum, sayamıyorum. Kendini aldatmaktan başka anlamı yok. Bir şeyler izlediğini zannetme hissi vermesi en kötü tarafı bu işin.
Adam gibi dergiler almamız, okumamız lazım. Hem kendimize, hem çocuklarımıza… Yakınlarımıza güzel dergiler önerebilmeliyiz. Komşularımıza dergi hediye edebilmeliyiz mesela. (Kandiller fırsat bilinebilir, misafirlikler fırsat olabilir böyle güzellikler için.) O kadar çok eve o kadar kötü yayınlar giriyor ki… Ve o kadar az eve güzel eserler girebiliyor ki…
Ne kadar çalışsak az… 

Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2019 Aralık Sayısı (ozgunirade.com)