Deprem Üzerine Söylemler (III)

Kadir Canatan Yazdı;

Deprem Üzerine Söylemler (III)

Deprem hakkında üretilen söylemlerin bir kısmı, deprem-siyaset ilişkisi etrafında düğümlenmektedir. Bu konuda en az üç söylemden bahsetmek mümkündür. İlki, deprem sonrasında etnik ve siyasi temelde arama-kurtarma ve yardımlar yapıldığına dair söylemlerdir (Etnikçi-politik söylem). Bu söylemi en fazla dile getiren politikacı, öteden beri göçmen aleyhtarı söylemleriyle bilinen Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’dır. Depremin ilk günlerinden itibaren defalarca sosyal medya üzerinden paylaşımlar yapan bu politikacının, iki konu üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. İlk olarak göçmenlere yönelik ayrımcı, ötekileştirici ve etiketleyici iddialar ileri sürmekte ve bu iddialarını yerel bir takım haber ve söylemlerle güçlendirmeye çalışmaktadır. Diğeri de, deprem sonrasında iktidarın ve devletin uygulamalarının politik ve yanlı olduğuna dair söylemlerdir.

1 Nisan 2023 tarihinde sosyal medya paylaşımında partinin başkanı sıfatıyla Özdağ şu açıklamayı yapmıştır: “Değerli yurttaşlarım, Zafer Partisi, Türkiye’nin deprem ile birlikte en önemli 2 meselesinden birisi olan “13 milyon sığınmacı ve kaçak sorununu nasıl çözeceğini” kamuoyuna etkili bir şekilde anlatmıştır. Bugünden itibaren Zafer Partisi programının diğer boyutlarını da sizlerle paylaşıyoruz. Türk devletini cemaat ve tarikatların elinden alarak, Türk Milleti’ne geri vereceğiz!” (Tweet, 11:00 AM · Apr 1, 2023)

Bu paylaşımdan anlaşılacağı üzere Zafer Partisi, “deprem” ve “mülteci sorunu”nu Türkiye’nin en önemli iki sorunu olarak görmektedir. Bu iki sorunun da son zamanlara ait sorunlar olduğu dikkate alınırsa, aslında ilgili partinin güncel sorunlarla bağlantılı olarak ortaya çıktığı ve popülist bir politika izlediği söylenebilir. Türkiye’nin yapısal sorunları hakkında partinin ne düşündüğü kamuoyunda pek bilinmemektedir.

Deprem ve mültecilerle ilgili yukarıdaki açıklamada verilen bilgiler, bu parti ve başkanının ne kadar abartılı ve gerçekdışı bir dille insanları avlamaya çalıştığını göstermektedir. Türkiye’de “13 milyon mülteci” olduğuna dair bugüne kadar hiçbir bilgi sunulmamıştır. Ne resmi ne de ciddi hiçbir araştırma ve kaynakta bu bilgiye rastlanmaz. Türkiye’de en fazla 5 milyon mülteci bulunmaktadır. Oysa Zafer Partisi, nereden aldığını ve nasıl hesapladığı belli olmayan bir biçimde 13 milyon sığınmacı ve kaçaktan bahsetmektedir. Bu resmi ve güvenilir kaynakların verdiği rakamdan 8 milyon fazla bir rakamdır ki, bunun hiçbir izahı yoktur.

Depremin başından beri somut olarak Ümit Özdağ iki şeyi tekrarlamaktadır:

  1. İktidar deprem bölgesinde kendilerinden olmayan kimselere yardım iletmiyor, destek vermiyor ve ayrımcılık yapıyor;
  2. Deprem bölgesinde Suriyeli mültecilere ayrıcalık tanınıyor. Mülteciler yardım sırasında şirretlik yapıp öne geçiyorlar.

İlk iddiayı zaman zaman muhalefet partilerinin de gündeme getirdiklerini görüyoruz. Bu ne kadar gerçek olabilir?

Türkiye siyasetinde nepotizm ya da kayırmacılık yeni bir olay değildir. Üstelik bu bir parti politikası da değildir. Nepotizm, her biçimiyle sisteme özgü ve yapısal bir olgudur. Dün öyleydi, bugün de böyledir. Bu konuda Özdağ’a ve muhalefettekileri hak vermemek mümkün değildir. Ancak gördüğümüz kadarıyla muhalif isimler bunu bir “sistem-sorunu” olarak görmüyorlar, daha çok iktidarın iradi ve bilinçli bir gayreti olarak ele alıyorlar. Oysa bugün iktidarda AKP değil de, başka bir parti bulunsaydı, korkarım aynı eleştiriler yine yapılacaktı. Bu bakımdan yapılan eleştirileri yüzeysel ve salt politik eleştiriler olarak değerlendirmek gerekir.

İkincisi ve daha önemlisi şudur: Zafer Partisi, etnik ayrımcılığı siyaset olarak benimsemiş bir partidir. Normal zamanı bırakalım, deprem gibi büyük bir insanlık trajedisinde bile etnik ayrımcılığı savunması, onun elindeki tüm argümanları almaya yetiyor. Başka bir deyişle AKP hiç olmazsa etnik ayrımcılık siyaseti gütmüyor ama Zafer Partisi bunu açıkça savunur. Böyle bir partinin tarafgirlik ve yanlılık gibi eleştirileri bana hiç inandırıcı gelmiyor. Bu eleştirileri yapacak partiler şu iki önemli duruşu sergilerse ancak o zaman inandırıcı olabilirler.

  1. Etnik veya politik olsun hiçbir temelde ayrımcılığı savunmamalıdır;
  2. Nepotizm bir sistem meselesidir, bunu kurumsal düzenlemelerle nasıl önleyeceğini açıklamalıdır.

Deprem-siyaset ilişkisinde ikinci söylem, depreme yönelik söylemlerde politika yapılmamasını ileri süren söylemdir (a-politik söylem). Bu politikayı ilk önce iktidar, bir ara da İyi Parti lideri başkanı Meral Akşener dile getirdi.  Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İYİ Parti lideri Meral Akşener, deprem bölgesi Kahramanmaraş’a gittiklerinde bazı açıklamalarda bulunmuşlardır. Yavaş açıklamasında, “Biz polemiklere girmiyoruz. İşimizi yapıyoruz, biz Kahramanmaraş halkı için buradayız.  İstisnasız tüm belediyeler gücü yettiğince bir şeyler yapamaya çalışıyor. Burada artık biz siyasi tartışmalara artık aldırmıyoruz çünkü söylediğim gibi biz insani, kamu vazifemizi yapmak için buradayız” derken, Akşener ise “Bu gezdiğimiz hiçbir yerde rozet takmadık. Ben takmadım, arkadaşlarımda rozet takmadı. Şimdi ikinci turda rozetimle geziyorum çünkü 14 Mayıs’ta bir seçim var. İster deprem bölgesi ister deprem bölgesi dışında kalan her bir alanda yaşayan yurttaşımız bir karar verecek. İlk gördüğümüz manzara gerçekten büyük bir afetti” şeklinde açıklamalar yapmıştır.

Deprem sadece doğal bir olay sayılmaz. Sonuçları ve alınması gereken önlemler konusu politik tartışmalara açıktır. İktidar “deprem kaderdir” şeklinde açıklamalar yaparken ve olup biteni meşrulaştırırken muhalefet liderlerinin bu söyleme karşı itiraz etmeleri beklenirdi, nitekim itiraz edenler de oldu. Özellikle Türkiye gibi her şeyin politize edildiği bir ülkede doğal afetler de dahil hiçbir şey politikanın dışına itilemez. Türkiye’nin son 20 yılına damgasını vurmuş ve özellikle de inşaat atılımlarıyla öne çıkmış bir partinin uygulamalarının bu konuda siyaset-dışı ilan edilmesi, iktidara hizmetten başka bir anlama gelmez. İmar affından tutun, ülkedeki çarpık, düzensiz ve kontrolsüz yapılaşmadan iktidar sorumlu değilse kim sorumludur? Deprem bölgesinde yer aldığımız ve depreme karşı önlemler bilindiği halde uygulanmamışsa bundan iktidar sorumlu değilse başka kimi sorumlu tutacağız?

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu’nun yaptığı açıklamaya göre 1948’den bu yana 25 imar affı çıkarılmış ve imar afları, AKP iktidarının da hep gündeminde olmuştur.” AKP iktidarının 2018 yılında çıkardığı “İmar Barışı” uygulamasıyla Türkiye genelinde 3 milyon 152 bin kaçak yapı yasal hale getirilmiştir. Depremin vurduğu kentlerde toplam 294 bin 166 kaçak binaya imar barışı kapsamında yapı kayıt belgesi düzenlenmiştir. İstanbul’da da 318 bin kaçak konut imar barışından yararlanmıştır.

Son zamanlarda iktidar kendi yanlışlarını da açıklamaktan çekinmemiştir: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Mart gecesi katıldığı bir TV programında yaptığı “Yok imar affıydı, yok şuydu, yok buydu filan falan artık düşünemeyiz. Çünkü düşünmeye kalırsak şu andaki depremde yaşadıklarımızla karşı karşıya kalıyoruz” açıklamasını yapmıştır.

Deprem-siyaset ilişkisinde son söylem, politik söylemdir. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere pek çok siyasetçi deprem karşısında politik ve eleştirel bir tavır almışlardır. Büyük krizlerde liderlerin ilk söyledikleri sözler ve temel duruşları önemlidir. Kılıçdaroğlu ilk açıklamalarında “Ne kendisi ile ne sarayı ile ne de çeteleriyle hizalanacağım. Ne siyaset üstüne ne siyaset altına ne ölümüne ne dirimine ne de milleti için var olmayan bir devlet yapısıyla hizalanacağım. Milleti için evlatları için var olmayan bir yapıyı yüceltmeyeceğim” şeklinde sözler sarf etmiştir.

Bu sözleriyle o, depremin siyaset-üstü bir mesele olması gerektiğini söyleyen çevrelere karşı tepkisini ortaya koymuştur ve depremin sonuçlarını aklamaya çalışanlara karşı sert bir tavır almıştır. Daha sonra ise, kurmaylarıyla bölgede incelemelerde bulunmuş ve akabinde meclise gelip partilileri ve kamuoyunu bilgilendirmiştir. Bu konuşmasında sadece siyaseti değil, siyasi zihniyeti, devleti ve sistemi değiştirmekten bahseden cümleler kurmuştur. “Cumhuriyetimizin bir yüzyılı geçti, ikinci yüzyılımız daha iyi olmasın mı? Halkının derdine koşamayan bir devleti toplamaya, değiştirmeye, iyileştirmeye çalışmayacak mıyız? Bunun zamanı gelmedi mi? Yazımızı öldürdüler ama artık bir baharı yaşatmayalım mı bu çilekeş halkımıza? Gözyaşlarımızın gözümüzü bulandırmasına izin vermeyelim. Bizim bir iktidarı değiştirmekten çok daha derin meselelerimiz var. İktidarı değiştireceğiz orası kolay ama hepimiz biliyoruz ki değişim bir iktidarı değiştirmekten büyük olmalı. Çünkü zihniyeti değiştirmemiz lazım. Net konuşmamız lazım. Bizim bir iktidarı değiştirmekten çok daha derin meselelerimiz var. İktidarı değiştireceğiz, orası kolay. Değişim iktidarı değiştirmekten büyük olmalı. Zihniyeti değiştirmemiz lazım. Bu ülkeyi enkaz altında bırakan düşünce şeklini kurutmamız lazım. Değerlerimizi yeni baştan örmemiz lazım. Devlete yaklaşımımızı değiştirmemiz gerek.” (21.02.2023 tarihli konuşmasından).

Kılıçdaroğlu’nun deprem analizleri günübirlik siyasetin ötesine geçmiş ve amacını “bir iktidarı değiştirmekten büyük olmalıdır” şeklinde radikal bir söylem olmuştur. Gerçekten de Türkiye’de büyük bir değişime ihtiyaç var. Bu değişim, siyasi zihniyetten başlamalı ve sistem eleştirileri ve reformlarıyla devam etmelidir. Önümüzdeki seçim bu değişimin olup ya da olmayacağının ipuçlarını verecektir.

 

Kaynak: Farklı Bakış