Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen bir tek kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip de o tek kişi iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…
John Stuart Mill
Rektör belirleme süreçlerine bakıldığında 1946’da yayınlanan bir kanun ile rektörlerin seçimle göreve gelmeleri düzenlenmişti. 12 Eylül 1980 darbesinin ve YÖK’ün kurulmasının ardından rektör seçimleri yürürlükten kaldırıldı, 1992’de rektörlük seçimle geri getirildi. Cumhurbaşkanı en yüksek oy alan üç aday arasından birisini atıyordu.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir KHK ile bu uygulamaya son verildi. Müracaat edenler arasından YÖK üç isim belirliyor Cumhurbaşkanı da birisini atıyor. Türkiye’de 203 üniversite var, 20’ye yakın rektör eski vekil. Bu da akademik kriterleri tartışmalı hale getiriyor. 9 Temmuz 2018’de KHK ile rektörlük için gerekli olan üç yıllık profesörlük şartı kaldırıldı. Üç gün sonra Cerrahpaşa’ya bir yıllık profesör, rektör olarak atandı. Ertesi gün üç yıllık profesörlük şartı yeniden konuldu. Kişiye özel yasa çıkarıldı. Artık hiçbir bilimsel yayını olmayan rektörler görmeye başladık, eşini kızını idari sekreter yapan, tüm akrabalarını üniversiteye dolduran, kişiye özel kadro açan okullara dönüştü.
“Prof. Dr. Engin Karadağ’ın, Higher Education dergisinde yayımlanan makalesinde; 197 üniversite rektörünün yüzde 24’nün Scopus ve yüzde 35’nin de WoS endeksindeki yayınlar içinde hiçbir makalesinin bulunmadığı ortaya konulmaktadır.” (1)
Özellikle son on yılda üniversitelerin niteliği düştü, hocalar ihraç edildi, cüppeler polis postalları altında çiğnendi, kampüsler karakola çevrildi.
Boğaziçi Üniversitesi gerek akademik kadro olarak gerek öğrenci profili açısından ve gerekse kurumsal kimliği bakımından Türkiye’nin en seçkin üniversitesidir. Buraya akademik kariyeri tartışmalı, kurum dışından ve siyasi kimlikli Melih Bulu’nun rektör olarak atanması tepkilere neden oldu. Bu atama akademik değil siyasidir. Daha önce de bu iktidar tarafından Prof. Mehmet Özkan rektör olarak atanmıştı ve bir tepki gösterilmemişti, çünkü siyasi kimlikli biri değildi, kurum içindendi ve akademik kimliği ön plandaydı.
Boğaziçi demokratik tepkisini ortaya koyup, anayasadan doğan gösteri hakkını kullanıyor. Üniversitesini,bilimi,liyakatı savunuyor. Boğaziçili diyor ki; “siyaset kulvarıyla bilimin kulvarı farklıdır”. Parti kimliği ön planda olan rektör istemiyor. Rektör yaptığı açıklamada ana muhalefet partisi genel başkanının SSK genel müdürlüğünü sorguluyor. Adeta bir parti sözcüsü gibi davranıyor. Üniversiteyi dünyanın ilk yüz üniversitesi arasına sokacağım diyor. Bunu çevik kuvvet veya keskin nişancılarla mı sağlayacak?
Üniversite rektörü; akademik kadroyu, öğrencileri ve tüm çalışanları temsil eder, aynı zamanda bilimi, özgür düşünceyi temsil eder. Melih Bulu ise; “Ben devleti temsil ediyorum polise öğrencileri bırakın diyemem” diyor.