Bir ülkenin İçişleri Bakanı emrindeki emniyet güçlerine "ayaklarını kırın" komutu veriyor. Oysa görevi, vatandaşın kılına dokunana yasalar çerçevesinde hak ettiği cezanın verilmesini sağlamak. Bakanın görevi; kim olursa olsun ve kime yönelirse yönelsin ayak kırmaya, şiddet kullanmaya teşebbüs edenleri engelleyip yargıya teslim etmek. Bu zat, bir hukuk devletinde şiddeti teşvikten, kin ve nefret suçundan, yetkilerini kötüye kullanmaktan anında görevden alınırdı.
Bu tür emirleri yerine getirmek üzere eğitilmiş, öteki'ne şiddeti vatanseverlik bellemiş, iktidarın koruma kollaması altında pervasızlaşmış kadrolar önceki gün Yüksekova'da Bakan'ın talimatına ve kendi şiddet güdülerine uyarak iki milletvekilini: HDP Iğdır Milletvekili Habip Eksik ve HDP Hakkâri Milletvekili Sait Dede'yi darp ettiler, hem de talimata tam uyarak Eksik'in bacağını kırdılar. Hakkâri Valiliği, dokunulmazlığa sahip milletvekillerine yönelen devlet şiddetini hepimizle alay edercesine şöyle savundu: "Milletvekilleri, görevlilerimiz tarafından darp edildiklerine ve aşırı güç kullanıldığına dair algı oluşturmak amacıyla arbede esnasında kendilerini yere atmışlardır."
6'lı Masa kör, sağır, dilsiz mi?
Daha önce de muhalefet milletvekilleriyle Soylu'nun adamları arasında itiş kakışlar, başta HDP, muhalefete yönelik çeşitli saldırılar oldu. 6'lı Masa'da oturanlar kendi milletvekillerinin uğradıkları saldırılara karşı ses yükselttiler. Ama, HDP'lilerin, HDP milletvekillerinin uğradıkları saldırılar, haksız hukuksuz şiddet karşısında seslerini pek duymadık. Eh, ne de olsa onlar ötekilerin, Kürt siyasetinin milletvekilleri ve de su testisi su yolunda kırılır, değil mi?
Yüksekova'da, iki HDP milletvekilinin hastanelik olmasına yol açan devlet şiddeti, "acaba mı, ama onlar da, provokasyon gelinmiş, vb.,vb" türünden kıvırtmalara mahal bırakmayacak şekilde, apaçık ortada. 6'lı Masa partilerinden hiç gecikmeden güçlü bir ses çıkması gerekmiyor mu? Âdet yerini bulsun türünden cılız bir kınama değil, güçlü ve ortak bir ses: darp edilen milletvekillerinde kendilerinin muhtemel geleceğini gören, onlara sahip çıkmanın demokrasiye, hukuka, ülkenin bütünlüğüne sahip çıkmak olduğunu kavrayan bir ses. Başörtüsüne özgürlük, Kılıçdaroğlu'nun ABD seyahati, adaylık tartışmaları, vb. arasında kaybolup gitmeyecek gür bir ses. Bugüne kadar, HDP ve Kürt demokratik siyaseti üzerindeki baskılar karşısında lâl kalmanın utancını biraz olsun giderebilecek, Türkiye demokratik kamuoyuna güven verebilecek bir ses. Ben de kendi payıma bu sesi duymadıkça, 6'Masa'ya kulak tıkayacağım. Şimdiden söyleyeyim.
İki ateş arasında kalan HDP
Kürt siyasî hareketinin temsilcisi HDP son günlerde iki ateş arasında: devlet şiddeti ve PKK'nin demokratik siyasete saldırısı. Her ikisi de kendi güç ve iktidarlarını koruma peşindeler. Birisi; HDP'yi kapatma, HDP'lileri sindirme, kadroları tutuklayarak, siyasî çalışmalarını engelleyerek iktidarlarının beka'sına tehdit olarak gördükleri partiyi yok etmenin hesabını yaparken, PKK de, sanki sözleşmiş gibi, aynı amaca hizmet eden salvolardan kaçınmıyor.
Sivil siyaseti savunan, silahların susmasını, sorunun barışçı yoldan, şiddetsiz çözülmesini isteyen Edirne tutsağı/rehinesi Selahattin Demirtaş'a karşı Kandil'in benimsediği tutum ve söylem, eleştiri tonunu çok aşarak hakarete, tehdide, kitlelerin gözünde aşağılamaya, haysiyet cellatlığına varmış durumda. Örgütün asıl hedefi, kendi müdahale gücüne ve Kürt halkı üzerindeki baskıya dayalı otoritesine tehdit olarak gördüğü HDP'yi Türkiye Partisi'ne dönüştürecek demokratik siyaset. Selahattin Demirtaş bu çizginin sözcülüğünü cesaretle yüklendiği için, ona saldırarak HDP'ye de sopa göstermiş oluyor.
1980'lerin başlarında "Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesinin örgütü" olarak şekillenmiş PKK, bugün ana kadrolarıyla, amaç, yöntem ve eylemleriyle 40 yıl öncesinde kalmış; şiddeti araç olarak benimsemiş bir yapı. 40 yılın değişen dünyası, değişen Türkiyesi, değişen demografisi, değişen Kürt insanı, halkın talepleri ve günün siyasî gerekleri ona yabancı. Gerek örgüt liderlerinin gerekse onlar adına konuşan, yazan, çizen militanlarının üslupları, bizim faşizan mihrakların kof hamasetini hatırlatıyor.
Şiddet nereden gelirse gelsin…
"Şiddet nereden gelirse gelsin" sözü, şiddetin adını koymaktan çekinildiğinde başvurulan yuvarlak bir deyiştir. Ancak, günümüzde, özellikle de iki ateş arasında kalan HDP ve demokrat siyaset çizgisi söz konusu olduğunda tam yerine oturuyor. Evet; ister devletten ister silahlı Kürt hareketinden gelsin hedef aynı: barış ve demokrasi.
Barış ve demokrasiden yana olduğumuz iddiasındaki bizler, eşyayı adıyla çağırmaktan çekinmeden her iki şiddete, demokrasiye yönelen her saldırıya karşı çıkmak, tavır almak zorundayız. Karşı çıkmakla kalmayıp, saldırıya uğrayanların yanında olduğumuzu elimizdeki bütün olanaklarla göstermek, sesimizi yükseltmek zorundayız.