Neoliberal kapitalist sistemin, “refah devleti” ve “küreselleşme” düsturuyla yarattığı gelir adaletsizliği ve borçlanma-borçlandırma döngüsü, salt ekonomik bir sorun olmaktan çıktı; sosyal, kültürel ve felsefi bağlamda yorumlanması zorunlu olan bir problem halini aldı. Bir başka deyişle mevcut sistem, krizleri küreselleştirip yalnızca bir azınlığın refahını artırırken geriye kalanlar için yoksulluk, zorunlu göç ve yaşam savaşı anlamına geldi.
Wolfgang Streeck, “para kavgasının politikası” dediği bu sürece kafa yoran ve neoliberal kapitalist sistemin küreselleştirdiği krizler üzerine kalem oynatan bir araştırmacı. 2016’da Türkçeye çevrilen 'Satın Alınan Zaman'da (Çeviren: Kerem Kabadayı, Koç Üniversitesi Yayınları); büyüme yerine borçlanma ve borçlandırmanın geçirilişini, enflasyonun ve şahlanan finans ekonomisinin doğurduğu krizleri anlatmış, buhrandan çıkış için daha fazla harcama yapan ve oluşan hasarın üstesinden gelme amacıyla insan sermayesine yüklenen devletlerin krizleri derinleştirdiğini yazmıştı.
Streeck, yalanlarla çekip çevrilen ekonomilerin takıldığı üç engeli hatırlatmıştı: Yavaşlayan büyüme, eşitsizlik ve borçlanma. Günlük yaşamdan demokrasiyi çıkarıp krizlerle hayatı şekillendiren neoliberal kapitalist sistem, gediklerini kapatmak için üretim ve tüketimi toplumsallaştırarak kişileri borçlandırıyor, ardından borçları vadelere bölüyor ve bunları ödemek üzere insanların işine yoğunlaşmasını öğütlüyor. Bu şekilde yaratılan refah ve büyüme illüzyonunun birikimleri sıfırladığına dikkat çeken Streeck, vergi artışlarının, kemer sıkma politikalarının, yüksek gelirliler için getirilen mali muafiyetlerin ve ayrıcalıkların ise su yüzüne çıkması muhtemel krizleri öteleme anlamına gelen “zaman satın almayı” kolaylaştırdığını fakat bunun da palyatif bir çözüm olduğunu anımsatıyor.
Streeck, Heinrich Geiselberger’in yayına hazırladığı 'Büyük Gerileme'de (Çeviren: Merisa Şahin, Aslı Biçen, Ahmet Nüvit Bingöl, Orhan Kılıç, Metis Yayınları, 2017), “Neoliberal Kapitalizm İçin Sonun Başlangıcı: Bastırılanların Geri Dönüşü” başlıklı yazısında; “reform”, “teşvik”, “esnek işgücü”, “özelleştirme” ve “rekabet” söylemiyle palazlanan sistemin, ekonomik ve sosyal bağlamda savunmasız kalan çok büyük bir insan topluluğu yarattığını, “postdemokrasi”ye geçişle birlikte “uzmanların sıraladığı yalanların” mevcut düzeni (ve dolayısıyla krizleri) beslediğini, hakikatin ve ahlakın hiçe sayıldığı sürecin başladığını belirtmişti.
Yazar, küreselleşmeyi çözüm değil, sorun olarak gören kaybedenlerin günden güne arttığını ve böylece sistemin vaatlerinin aksine öngörülemezliğin başat unsur haline geldiğini söyleyip Gramsci’nin “fetret devri” ifadesine gönderme yapmıştı: “Gramsci’nin kullandığı anlamda fetret devri, alışılagelmiş nedensellik bağlarının hükümsüzleştiği ve her an olağandışı, tehlikeli, alışılagelmiş çerçeveye sığmayan grotesk bir şeyin olabileceği, bambaşka gelişim hatları birbiriyle uzlaşmaksızın yan yana uzandığı için de devamlı istikrarsız biçimlenimlerin ortaya çıktığı ve hesaplanabilir yapıların yerini beklenmedik olaylar zincirinin aldığı aşırı belirsizlik dönemini anlatır.” Streeck’in sistem eleştirilerine, çeşitli zamanlarda kaleme aldığı makalelerinin toplandığı 'Kapitalizm Nasıl Sona Erecek?' de eklendi. Yazar, hasta doğan ve bugün yoğun bakımda olan neoliberal kapitalizmi savunanların “alternatifsiz” diyerek sistemi hayatta tutmaya çalıştığını, buna karşılık ayyuka çıkan tepkilerin ve güvensizliğin alternatifsizlik söylemini nasıl yonttuğunu anlatıyor.
SAHİP OLMAYANLARI VE KAYBEDENLERİ ÇALIŞTIRAN SİSTEM
Streeck, neoliberal kapitalist sistemin, küreselleşmeyle hemen her topluma kronik krizler götürdüğünü söylerken sınırlı ve sonlu dünyada, sınırsız büyüme vaadi sayesinde piyasa mantığını her şeyin üstünde konumlandırarak buhrandan çıkış için çok çalışma zorunluluğunu kişilerin zihnine zerk ettiğini hatırlatıyor. Diğer bir deyişle sorunu yaratan sistem “çözüm” de üretiyor; “sahip olmayanları” yani küreselleşmenin kaybedenlerini, “sahip olanların çıkarı uğruna gayretle çalışmaya heveslendiriyor.” Kısacası havuç-sopa mantığını devreye sokuyor.
Kapitalizm Nasıl Sona Erecek? Aksayan Bir Sistem Üzerine Yazılar, Wolfgang Streeck, Çevirmen: Bülent Doğan, 352 syf., Tellekt Yayınları, 2021.
Streeck’e göre bu genişleme ve rekabet, ekonomik ve toplumsal huzursuzluğu hem büyütüyor hem de krize karşı bir “tedavi” gibi sunulurken güvencesiz işçiler, güvenli müşteriler haline getirilerek çarkların dönmesi sağlanıyor.
Streeck, 2008 kriziyle bu işleyişin büyük darbe aldığını anımsatırken belirsizliğin ve güvencesizliğin, 1929’dan ve diğer hacimli krizlerden daha derin bir hal aldığını söylüyor. Ekonomik, siyasi ve kültürel (küresel) hegemonyanın sarsılmaya başladığı tarih olarak 2008’i gösteriyor yazar. Bu tarihten sonra mızrağın kılıfa sığmadığını ve öngörülemezliğin arttığını belirten Streeck, daha önce bahsettiği “fetret devri”ni yeniden gündeme getiriyor: “Kapitalizmin gerileyişinin devamı için devrimci alternatife gerek yok, hatta kapitalizmin yerini alacak daha iyi bir toplum şablonuna hiç gerek yok. Çağdaş kapitalizm kendi kendine yok oluyor, iç çelişkileri yüzünden çöküyor ki bunun bir sebebi de düşmanlarını yenmesi. Zira daha önce belirtildiği üzere bu düşmanlar kapitalizmi yeni biçimler almaya zorlayarak sıklıkla kurtarmıştır. Nihai krizi içinde olan kapitalizmden sonra bana kalırsa sosyalizm ya da başka bir tanımlanmış toplumsal düzen değil, uzun bir fetret devri gelecek (...) Fetret devri sistem bütünleşmesinin makro düzeyde çökmesi olarak tanımlanabilir: Mikro düzeyde ise bunun anlamı bireylerin kurumsal yapılanma ve kolektif destekten yoksun bırakılması, toplumsal hayatı düzenleme ve ona bir nebze güvenlik ve istikrar temin etme yükünün bireylerin kendilerine ve kendi başlarına yaratabileceği toplumsal düzenlemelere aktarılmasıdır. Bir başka deyişle fetret devrindeki bir toplum, kurumsallıktan arındırılmış veya yetersiz kurumsallaşmış bir toplum olacaktır; beklentiler ancak kısa süreliğine yerel doğaçlama yöntemiyle istikrar kazanabilecek, tam da bu yüzden söz konusu toplum temelde yönetilemeyecektir.”
POSTDEMOKRASİNİN DOĞUŞU
Vergi devletinin, borç devletine dönüşmesi ve gitgide kuralsızlaşan kredi piyasası, 1990’larda sarstığı sistemi 2008’de derin bir Finans Krizi’ne itti. Streeck’in tarihsel geri dönüşlerle anlattığı bu süreç ve savaş sonrasında kapitalizm ile demokrasi arasındaki evliliğin bitişi kitaptaki makalelerin ana teması.
Streeck’in anlattığı bu sürecin önemli eşiklerinden biri, küreselleşme destekli “postdemokrasi”nin doğuşu: “Sermaye ve kapitalist piyasalar gerek uluslararası ticaret anlaşmalarının yardımıyla gerek yeni nakliye ve iletişim teknolojilerinin desteğiyle ulusal sınırların ötesine taşmaya başlarken kaçınılmaz olarak yerelde kalan emeğin gücü azaldı ve sermaye, yeniden bölüşümü aşağıdan yukarıya doğru işleten yeni bir büyüme modeline geçilmesi için baskı yapabildi. Böylece Keynes’çiliğe başkaldırıp yerine Hayek’çi modeli geçirme amacıyla neoliberalizme doğru yürüyüş başladı. Dolayısıyla işsizlik tehdidi geri döndü ve beraberinde kendi gerçekliğini getirdi, siyasal meşruluğun yerine tedricen iktisadi disiplini geçirdi. Büyüme oranlarındaki düşüş, daha yüksek kâr oranları ve eşitsizliği büyüttükçe artan bölüşüm tarafından telafi edildiği müddetçe yeni güçler açısından kabul edilebilir bir şeydi. Demokrasi ekonomik büyüme açısından işlevselliğini yitirdi ve aslında yeni büyüme modelinin performansına karşı bir tehdit hâline geldi; bu yüzden de siyasal ekonomiden dekuplajı zorunlu oldu. İşte bu süreçte ‘postdemokrasi’ doğdu.”
Postdemokrasinin ekonomik, hukuki, kültürel ve siyasi yozlaşmayı hızlandırdığının; çabuk zenginleşme uğruna yasaların etrafından dolanmayı, borçlandırmayı ve ahlaki beklentilere ihaneti “kural” hâline getirdiğinin altını çizen Streeck, bunların da neoliberal kapitalist sistemin yarattığı kronik krizin bir parçası olduğunu söylüyor.