Fotoğraf: AA
Bu ülkede kurulmuş bütün siyasal partiler aynı Siyasi Partiler Kanunu çerçevesinde ve aynı kurallarla kuruluyorlar. Hepsi de aynı devlete hizmet etmektedirler.
Devlet kendisine hizmet etmeyeni de bir süre sonra kapatıyor. Bazen açılmasına bile müsaade etmiyor.
Bir ülkedeki siyasal partileri bir ele ve parmaklarına benzetmek mümkündür.
Nasıl ki bir elin parmakları aynı ölçü de değilse, bir ülkede yaşayan bütün insanların aynı şekilde düşünmesi, aynı hassasiyetlere ve taleplere sahip olması beklenemez.
Dolayısıyla birlikte aynı siyasi partiyi kurmuş insanların, bir süre sonra ayrılıp yeni bir yapılanmaya gitmesi doğal olduğu gibi, o siyasi partiye oy verenlerin de bir süre sonra başkasına oy vermesi de doğaldır.
Zira insanların fikirleri zamanla gelişir ve değişir. Bunu hayatının başında Naziler tarafından Auschwitz kampında 5 yıl geçiren ve kurtulduktan sonra dünyanın önemli psikoterapi uzmanlarından biri olan Viktor E. Frankl çok özlü bir şekilde dile getirmektedir;
Yoksa fikirlerim zaman içerisinde geliştiği için utanmalı mıyım?
(Psikoterapi ve Din,s. 11)
Hayır, insanın fikirlerinde bir gelişme sonucu değişim ve dönüşüm olmuşsa utanmasına gerek yok.
Amma mevki, makam ve basit menfaatler için bir değişim olmuşsa fikirlerde elbette insan utanmalıdır.
Ve aynı zamanda nasıl ki bütün parmakları el vasıtasıyla kontrol eden bir beyin varsa, bütün siyasi partileri kontrol eden bir devlet beyni de vardır.
Türkiye'de 2015 Haziran seçimlerinin sonucundan bugüne kadar aşamalı olarak gelişen kaos ve karışıklığa çözüm olabilecek ve ülkeyi düze çıkaracak sağdan, soldan ve ortadan ciddi bir siyasi arayış vardı.
Bu arayış AKP'nin içinden iki yeni partinin çıkmasına vesile oldu. Bu partilerden birincisi eski başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Gelecek Partisi ve ikincisi ise, eski Başbakan yardımcılarından ve Dışişleri Bakanlığı ile Hazine Bakanlığı da yapan ekonomist Ali Babacan'ın Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA).
Gelecek Partisi'nde görünür gelecekte bir gelecek görmüyorum. Bunun sebebi özellikle Sayın Davutoğlu'nun treni değil uçağı kaçırmış olduğunu düşünmemdendir.
Tarih, Ahmet Davutoğlu'nun önüne altın bir tepsinin içinde lider olma fırsatı sundu.
Zira o AKP'nin genel başkanı ve başbakan iken, Cumhurbaşkanı onu çağırıp istifasını istediğinde itiraz edebilseydi ve kongre isteseydi muhtemelen o kongre de kazansa da kaybetseydi de yeni bir siyasi lider olarak çıkacak ve doğal bir liderlik kazanacaktı.
Lakin o gün istifa çağrısına itiraz etmediği için aradan 3-4 yıl geçtikten sonra "konuşursam karşıki dağlar yıkılır" havasıyla ortaya çıkmış ve AKP'den daha öz AKP'li olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Aslı dururken ve o asıldan menfaat sağlamak daha kolay iken kimsenin kopyasına teveccüh edeceğini tahmin etmiyorum.
Gelecek Partisi'nde görev almış bazı dostlarımızın niyetlerinden ve çabalarından şüphe etmediğim ve de onları üzmek istemediğim için bu partiyle ilgili daha fazla bir şey de söylemek istemiyorum.
Ali Babacan'ın Demokrasi ve Atılım Partisi'ne gelince, onunla ilgili düşüncelerim diğerine göre daha iyimser.
Onların uzun bir süre ve çok ciddi bir şekilde örerek oluşturduğu DEVA'nın mevcut partiler içinden bu ülkenin sorunlarına gerçekten deva olabilme ihtimali var.
İzleyebildiğim kadarıyla Ali Babacan büyük bir ekiple çok ince eleyerek sık dokudu.
Evvela, bu partide beklendiği gibi öyle çok fazla tanınmış, "yüksek profilli" ve medyatik insanın olmaması; daha çok gençlerden, kadınlardan, mesleklerinde başarılı olan insanların varlığı bir umut sebebi.
Türkiye'de, hemen her kesimden, sağcı, solcu, Kürt veya İslamcı diye bilinen insanlardan oluşan bir siyaset sınıfı var.
Bu sınıf son kırk yıldır şu veya bu oluşumda, partide ortaya çıkmakta ve bir süre sonra beklediğini bulamadığı için başka yere gitmektedir.
Bu siyaset sınıfının temel özelliği; siyaseti meslek haline getirmiş olmasının verdiği tecrübe ile, kendi tecrübesini de mutlak doğru kabul eden, etkileşime ve tartışmaya kapalı, bulunduğu hiç bir yerde anlaşılmamış olduğunu düşünen, hakkı yenilmiş binbaşı sendromu ile güneşin onun etrafında döndüğü yanılgısına kapılan, kendi içinde bir ego patlamasının ağırlığı altında ezilen ve fakat bunun farkında bile olmayan insanlardan oluşmasıdır.
Özellikle bir insan değil; sağdan, soldan, Kürtlerden ve İslamcılardan çokça insan var böyle ve bunlar yeni kurulacak herhangi bir partinin potansiyel kurucuları olarak medya tarafından öne sürülürler.
Ama Ali Babacan, bunlardan hiçbirine, en azından kurucular kurulunda yer vermeyerek, benim onun partisi için umutlanmama sebep oldu.
İkinci olarak, bu oluşumun oluşmasında yer alan, fikirleri, düşünceleri ve tecrübeleri ile bugüne kadar varlığını çok iyi bildiğimiz bazı insanların yerlerini gençlere ve tanınmayan insanlara bırakmış olması da umut verici.
Kendisini uzun süredir tanıdığım, fikirlerine ve tecrübelerine güvendiğim ve değer verdiğim Beşir Atalay Hoca'nın da, kendisini dayatmaktansa yerini gençlere vermesi hem dikkat çekici hem de saygıdeğer bir davranıştır.
Beşir Hoca ve uzun süre Anayasa Mahkemesi Bbaşkanlığı da yapan Yüksek Hakim Haşim Kılıç Bey ve benzer sıkletlere sahip olan insanların ağırlıkta olduğu bir siyasi partinin karar verici organlarında görev alan gençlerin, kadınların, akademisyen ve diğer taze siyasetçilerin rahat bir şekilde öneri de bulunması, fikirlerinde diretmesi ve o fikirlerini karar haline getirmelerinde sıkıntılar olacağını sanıyorum ben.
Ayrıca lider olarak da Babacan'dan daha tecrübeli insanların olması onun liderliğini sürekli tartışır hale getirecekti ve bu yandaş medyada çokça kullanılacağından, onun enerjisini daha ziyade bu türden boş tartışmalara hasretmesine sebep olacaktı.
Liderden daha tecrübeli kimsenin olmaması, lider için bulunmaz bir fırsattır.
Zira daha tecrübeli olan, bir toplantıda lidere "senin yaşın kadar, bizim tecrübemiz var" dese, o parti dağılmaya yüz tutar.
AKP'nin son beş yıldır içinde bulunduğu durum budur. Böyle bir şeyin DEVA'da olmaması hayra vesile olabilir.
Elbette ki bu Ali Bey'in başta Beşir Hoca ve Abdullah Gül Bey olmak üzere diğer büyüklerinin tecrübelerinden yararlanmayacağı anlamına gelmez.
Babacan, kuruluşta yaptığı konuşma ve sonrasında Ruşen Çakır'a verdiği röportajdan bu ilişkilerini devam ettireceğini kendisi söylüyordu.
Görebildiğim kadarıya Babacan, mütevazı bir insan ve kendisi gibi mütevazı çoğunluklu bir ekiple yola çıktı.
Programı da iyi. Lakin programlarda yazılanlardan çok uygulamanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz artık.
Ayrıca "Yê nebêjît û biket şêr e, yê bêjît û biket mêr e, yê bêjît û neket kerê nêr e/ Söyelemeden yapan aslandır, söyleyip yapan yiğittir, söylediği halde yapmayan merkeptir" mealindeki Kürt atasözünün dediği gibi, söylemeden yapan aslanlardan olmalarını umalım.
Elbette bu partinin de çok eksiklikleri var. Evvela Kürt sorunu diye tabir edilen sorunla ilgili olarak yuvarlak, suya sabuna dokunmayan ifadelerle anadilde eğitimden bahsetmiş olması, Suriye meselesi başta olmak üzere dış Kürtlerle ilgili devletin ve AKP'nin artık sürdürülemediğini gördüğümüz politikasının dışında bir politika önermemiş olması büyük bir handikap.
Kanaatimce bundan sonraki süreçte HDP dahil olmak üzere Kürtler için anayasal eşitlik ve anadilde eğitim hakkını savunmayan hiçbir parti Kürt hassasiyeti olan insanlardan oy alamaz.
Sonuç olarak, kişisel kanaatim; AKP hızla kendi sonuna doğru yaklaşırken yaratacağı tahribatı herhangi bir devri sabık yaşatmadan tamire yönelmiş ve bunun için sabırla gününün gelmesini bekleyecek bir Post-AKP partisi olacak DEVA.
AKP'nin bıraktığı sosyoloji üzerinden, ancak onlar kadar dinden ve imandan bahsetmeden, daha liberal, daha hoş görülü, belki HDP'den umudu kalmamış Kürtleri ve sahipsiz liberalleri de yanına alarak AKP sonrası boşlukta var olabilecek bir siyasi parti gibi.
"Peki, umut bunun neresinde?" diye soracaklara, DEVA'nın AKP'ye alternatif olmasında diye düşünüyorum...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish