Tarih: 02.01.2020 11:08

DEMOKRASİ BÖLER KORKUSUNUN GERİ DÖNÜŞÜ

Facebook Twitter Linked-in

Bu, 2020 yılının ilk yazısı... İnsanların ve toplumların öyküsünde on yıllık süreler genel olarak kendi başlarına ve kendi içlerinde anlamlıdır. Ama bu anlam sınırlıdır. İnsana dair zaman, kesitler kadar, hatta ondan daha fazla büyük bir akıştan oluşur. Onlu yıllarda bu çerçevede bir süreklilik içinde karşımıza çıkar. Velhasıl Türkiye’yi ve dünyayı, en azından 2020 yılında bekleyenler, son on yılın dinamikleri ve girdilerinden bağımsız olmayacak.

Son 10 yılı nasıl değerlendirmeli?

Malum, hiçbir değerlendirme, onu yapanın değerleri, doğruları ve temennilerinden bağımsız değildir ve her dönem, bu bakışa oranla aynı anda hem olumlu hem olumsuz unsurlar içerir.

Gözümde 2010’lu yılların iz bırakan en önemli olumlu gelişmesi 2013-2015 arası yaşanan “çözüm süreci”ydi. Türkiye’nin kronik etnik-politik sorunun halli bakımından, yasal, meşru, topluma açık, ilan edilmiş, sorunu bir ölçüde tanımlayan ilk büyük adımdı bu. Bu tür adımlar, eksikleri, yanlışlarıyla, doğrularıyla, zihinlerde açıkları kapılarla, kırdıkları tabularla toplumsal bir deneyime, onun toplumsal belleğe kattığı birime işaret ederler. Türkiye bir gün bunu görecektir.

Olumlu girdiler arasına, 2019 yerel yönetim seçimlerinin işaret ettiği, toplumsal muhalefetin güç kazanmasını, öte yandan siyasi itirazın sağ-muhafazakâr siyaset alanına da sirayet etmesini katabiliriz. Yeni kurulan siyasi parti ve hareketlerle bu alanda heterojenleşme ihtimalinin doğması, rekabet ve değişim umudunun belirmesi önemliydi.

Bunlara karşın 2010’ların olumsuz kefesinin açık ara ağır bastığına kuşku yok.

Bu kefedekileri iki başlık altında toplamak mümkün.

İÇ ÇATIŞMALAR

İlk başlık 2003’de başlayan büyük bir değişim sürecine zamanla büyük ve sert iktidar kavgalarının hakim olması, bu sürecin ilkesel ve yapısal değişime yönelmekten çok, gücün el değiştirmesine dönüşmesidir. Bu çatışmalar hem (Kemalist-modernist) eski siyasi oyuncularla (dindar-muhafazakâr) yeni siyasi aktörler arasında hem yeni aktörlerin kendi içinde yaşandı. Bugünden geriye bakınca gördüğümüz şudur: Her iki çatışmada da tüm taraflar değişik dozlarda demokrasiyi araçlaştırdılar, hukuku dışlayan bir şekilde kendi doğrularının ideolojik ve kuvvet cihazlarıyla yol aldılar. Faydacı bir alan koruma ya da genişletme politikası izlediler.

Özellikle yeni aktörler arası iç çatışma, diğer ifadeyle Fethullahçı gruplarla siyasi iktidar çevrelerinin karşı karşıya gelmesi büyük depremler silsilesi gücündeydi. 2012 Hakan Fidan krizi, 2013 17-25 Aralık’ta polis eliyle kalkışılan darbe hamlesi ve dinleme-tape skandalları, 2016 darbe girişimi, darbe sonrası bu girişimin bir sonucu olan, olağanüstü hal rejimi, yargıdaki aşırı siyasallaşma, büyük bir otoriterleşme ve keyfileşme süreci...

Bu tablo, (sosyolojk olumlu değişim hatları dikkate almazsak) yeni muhafazakâr siyasetin iflasına işaret ediyordu. 2019 sonu itibariyle bakıldığında bu siyaset, özgürlükler, demokrasi, hukuk devleti ilkeleri bakımında Türkiye’yi devraldığı noktadan daha da geriye götürme becerisini gösterdi.

Ancak yaşanan 2010’lu yıllarda yaşanan büyük demokratik gerilemeyi, sadece ülkedeki kuralsız iktidar kavgaları alışkanlığına, İslami kesimin bu çerçevede kendi içinde yaşadığı büyük iç çatışmaya bağlamak doğru olmaz.

KORKULAR YA DA BECERİKSİZLİK

Dolayısıyla ikinci başlık, siyasi beceriksizlik ve muhafazakâr zihniyetin kesişme noktasında karşımıza çıkar. Ülkede ve bölgedeki yeni ihtiyaçları karşılama, yeni sorunları çözme konusunda siyasi iktidar demokrasi araçlarının öngördüğü istikamette ilerlemeyi becerememiş ve tercih etmemiştir. Siyasi iktidar, Gezi hadisesinde gençlik talepleri ve katılım beklentileri, FETÖ meselesi sonrası devletin hukuk ilkeleri ve liyakat çerçevesinde yeniden yapılandırılması, Ortadoğu’da değişen dengeler sonucu genişleyen Kürt sorunu alanı gibi girdiler karşında, bunlara uyum sağlayarak, bunları demokrasiye uygun araçlarla yönetmek yerine, bunlarla çatışmayı, hatta bu gelişmeleri reddetmeyi tercih etmiştir.

Bunun sonucu, eski rejimin kalın kale duvarlarının arkasına saklanmak ve güçlü bir geriye dönüş olmuştur. Değişimden çark ve korku, hukuk devletinden mutlak taviz, merkezileşme, devletçilik, otoriterlik gibi eski yollara girilmiştir. Yeni anayasa da bu endişelerin ve durumun tam bir yansıması olmuştur.

Bugün iktidardaki, AK Parti-MHP ve devlet ideolojisi/aktörlerinden oluşan üçlü koalisyon, izlediği beka siyasetiyle, meydan okuyan kabadayı devlet tutumuyla bu geri dönüşün ve gerekçelerinin, aslında demokrasiden korkunun bir sonucudur.

2020 yılında bu korku hükümranlığı meydan okumaya devam edecek.

Ancak toplumun ve siyasetin aksi istikamette ısındığına dair kuvvetli işaretler de var.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —