Müslümanların kendiyle sınavı oldukça ağır gidiyor. Müslümanların eksen kayması, değer yitimi, hakkaniyet anlayışı düşüncenin çok ötesinde. Sınırsız bir uçlanmaya doğru sürükleniliyor. Şu demokrasi denen olgu Müslümanların ahlâkını bozdu. Kendisi olmayan bir anlayışa itti. Müslümanlar ise bu sorunlara çözüm üretecek girişimlerde bulunmuyorlar. Sisteme adapte olarak kendilerince bir çözüm buluyorlar. Zamanla sistemin kurallarına ayak uyduruyorlar, ardından da onu hem güçlendiriyor tahkim ediyorlar hem de meşruiyet kazandırıyorlar.
Bilim insanlarının sınırları da sınırlı. Düşünürlerin ürettiği yöntemleri geliştirecek ufuk sahibi insanların azlığı, insanlara ulaşamayışları asıl sorun. Hukuk, iktisat, felsefe bilim alanlarının tamamında bir sınırlılık var.
İslâm merkeze alınmadığı sürece her girişim çözümsüzlük oluyor.
Müslümanları bekleyen tuzaklar demokrasi oyunu içinde çok yönlüdür. Uluslararası ile içerideki baskılar ve kuşatılmışlık insanları yenilgi psikolojisine sürüklüyor. Bunun somut dönemi 28 Şubat sürecidir. Aşırı baskıların getirdiği bunalmışlık beklenmedik olanlara razı olmaya götürdü insanları. O baskıları bir daha yaşamamak için sistemin içinde var olmaya ve onunla uyumluluğa götürdü. 28 Şubat sonrası, Müslümanlar 28 Şubat ideolojisinin ahlâkını benimsedi, uyum sağladı.
İnsanı kurtarma, kucaklama yerine ötelemeyi, dışlamayı, hatta daha ağır ve baskıcı olmayı tercih etti. Kendi konumunu güçlendirirken, kendisinden olmayanlara kapıları kapattı. Bu da dışarıda kalanların nefretine, düşmanlığına neden olundu. Bu, kendileri açısından çok da önemli olmuyor.
Çıkarlar söz konusu olunca hiçbir değerin anlamı yoktur. Uygulamaları ile söylemleri ve davranışları birbirine zıt. Bu, insanları genel anlamda kişiliksizleştiriyor. Kişilerin çıkarları öncelikleri oluyor. Böyle olunca en olmadık töhmet ve suçlamalar söz konusu olabiliyor.
Kişilerin davranışları ilkelerden çok çıkar amaçlı. Kimsenin dünyevi konumunu feda etme gibi bir durumu söz konusu olamıyor. Ahiret ve hakkaniyet umurunda değil.
Muhafazakârlık kılıfı, giysisi modern olanla her renge girilebiliniyor. Dışarıdan gelen hemen bütün kavramlara dayalı oluşların tamamıyla ilgili. Bir Müslüman öncelikle İslâm´ın temel değerlerini gözetme zorunda. Çünkü İslâm hayatı bütünüyle kuşatıyor. Günün koşulları, değişik durumları bir Müslüman´ı bu anlamda ilgilendirmez. İlgilendirmemeli.
Demokrasi dini aldatma, hile, yalan, iftira üzerine kurulu. Kim kimi ne kadar yanıltabilir, aldatabilir, şaşırtabilir; işte bu önemli. Bir kişinin ya da partinin ne olursa olsun iktidara gelmesi için her türlü meşru ya da gayri meşruluğu mubahtır. Yeter ki iktidar olunsun. Sonrası ise gene bir süreliğine bu hayat düzeni sürer gider.
Helâl ile haram tartısının olmadığı bir hayat anlayışı. Bu hayat anlayışında hak gaspı, ya da aşırılıkların hiçbir önemi yok. Kişinin kısa sürede nasıl zengin olduğunun sorusu, ya da sorgusu olmaz. Kişinin ilişkileri, iniş çıkışları hesaba katılmaz. Temel sorun güç ilişkisidir. Gücün kendisi bugünün ideolojisidir. İnsanların yaklaşımları güç odaklı.
Örneğin, bir medya patronu hayatı boyunca bıyıksız iken, bir başka medya grubunu almaya yeltendiği dönemde, iktidarın gücünden yararlanma adına, muhafazakâr iktidar döneminde bıyık bırakabiliyor. Liberal, kapitalist olan bu kişi bıyığı ile muhafazakârlaşabiliyor!
Bir diğer medya grubu iktidarın tam bir savaşçısı ama dizilerinde homoların yaşama biçimlerini oldukça sıradan verebiliyor. Orada bir ahlâk arayışı, yaşayışı yoktur.
Ya da muhafazakâr biri hayatı boyunca sakallı bıyıklı iken bunlardan vazgeçebiliyor. O da o renge bürünebiliyor.
Bu basit olgular, ironik de olsa bu hayat anlayışını tam olarak gösterebiliyor. İnsanların durumunu tanımlamaya yetiyor. Bunların üzerine varın düşünün!..