Demirtaş’ın en büyük ayak bağı

İbrahim Kiras Selahattin Demirtaş’ın barışçı “yeni1 dilinin önemli olduğunu, ama silah bırakmaya yönelik olarak aydınların, bildiride bulunan “tüm taraflar silah bıraksın” ifadelerinin ise sorunlu olduğunu belirtiyor.

Demirtaş’ın en büyük ayak bağı

HDP’nin eski lideri Selahattin Demirtaş geçenlerde bazı gazetecilere verdiği mülakatlar aracılığıyla ilgi çeken açıklamalarda bulundu. Özellikle bölücü siyasetin reddi anlamına gelebilecek “Ortak evimiz Türkiye, ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir” sözleri kuşkusuz “Kürt siyasi hareketi” bakımından ileri ve olumlu bir yaklaşımın ifadesi. Diğer yandan terör örgütüne silah bırakma çağrısı yapması da desteklenmesi gereken bir tutum. Aynı şekilde PKK’nın uzantısı değiliz açıklamasını vurgulu bir dille yapması da iyi. Çünkü hiçbir siyasi veya toplumsal problemin silah kullanmayı, kan dökmeyi, insan öldürmeyi meşrulaştıramayacağını kabulden uzak durdu bu parti daima. PKK’nın cinayetlerine itiraz etmedi, terörle arasına mesafe koymadı, Türkiye’nin partisi de olmadı…

Demirtaş’ın -bugünkü HDP yönetiminin de destek verdiği anlaşılan- çıkışına karşı kamuoyunda sergilenen kayıtsızlık bununla ilgili. İnandırıcılık sorunu var. Kim ne söylerse söylesin, bugüne kadar terörle arasına mesafe koymaktan ısrarla imtina ettiği için kamuoyunun ezici çoğunluğu nezdinde PKK’nın siyasi kanadı olarak görülmekten kurtulamıyor HDP.

Aslına bakarsanız epey süredir “Türkiye partisi olma” dileğini seslendiriyor bu parti. Keza PKK’nın silah bırakması çağrısı da ilk defa yapılmıyor. Ancak problem şu ki sözlerle eylemler çoğu kere örtüşmüyor. Bölücü dil, etnik ayrıştırıcılığa dayalı mikro milliyetçi retorik Türkiye partisi olma iddiasını havada bırakıyor.

Doğruya doğru, HDP’nin bugünkü yöneticileri olabildiğince ılımlı bir dil kullanıyorlar, toplumun geri kalanını kışkırtacak tutumlardan kaçınmaya çalışıyorlar ama CHP lideri “Kürt sorunun çözümünde muhatabımız meclisteki HDP’dir” dediğinde ve ittifak ortağı İYİ Parti’den de buna beklenmedik bir destek geldiğinde “Hayır, sizin muhatabınız İmralı’dır, Kandil’dir” diyen kendi milletvekillerine ve eski eş başkanlarına laf söyleyemediler.

Demirtaş’ın çıkışı beklenen yankıyı uyandırmadı, zira söylemle eylemin örtüşmesini bekliyor insanlar. Bunun için sözgelimi PKK’nın işlediği cinayetleri göstermelik beyanlarla değil, açıkça ve sert bir şekilde kınaması gibi somut adımlar atabilmeleri lazım HDP’lilerin. Bu yapılmazsa Demirtaş’ın çıkışı konjonktüre bağlı hesaplı kitaplı manevralardan biri olarak görülecektir haklı olarak.

Haddizatında birçok kişi söz konusu çıkışı aktüel siyasi konjonktüre bağlama eğiliminde. Yakın zaman öncesine kadar “Cumhur İttifakına da Millet İttifakına da aynı mesafedeyiz” şeklinde açıklamalar yaparak siyasi pazarlık spekülasyonlarına yol veren HDP yöneticileri seçim arifesinde yine bir manevra yapıldığı kuşkularının da kaynağı durumunda.

Bu analize göre bugün itibarıyla Cumhur İttifakı artık yanına HDP’yi alsa bile oy oranlarının yüzde elliyi yakalaması mümkün görünmüyor. Onun için HDP’ye de pek fazla pazarlık imkânı kalmadı. Her iki cephede de.

Bana kalırsa Demirtaş’ın açıklamaları mevcut uluslararası konjonktür itibarıyla artık sürdürülemez hale gelmiş eski politikaların dışına çıkma arayışının ifadesi. Soğuk Savaş ertesinde, 90’lı yılların derin kargaşasında varlık bulmuş olan bu partinin bugünün dünyasına adapte olmaya ihtiyacı var. Mamafih ülke bütünlüğünü savunan, teröre karşı çıkan yeni bir siyasi dil geliştirme çabası, arkasındaki amaç ne olursa olsun, olumlu. Ne var ki -bunları daha önce de yazdım- HDP’nin şansı gibi görünen en büyük şanssızlığı toplumun ezici çoğunluğunun tepkisini ve öfkesini çeken politikalarına karşılık, kimi aydınların nezdinde sınırsız ve sonsuz bir krediye sahip bulunması. Bu partinin “Türkiye partisi” olmasının önündeki en büyük engel belki de ne yaparsa yapsın belirli bir zümrenin desteğinin hiç eksilmemesi. Önceki gün birtakım aydınların -kuşkusuz çoğunluğunun iyi niyetle- imzaladığı bildiri metninde de HDP’ye dostluk adına yapılan düşmanlığın izleri vardı.

Söz konusu bildirinin bir bölümü şöyle: “Demirtaş’ın, son iki söyleşisinde önemle vurgu yaptığı, Kürt sorunu ve çözümüne ilişkin, -siyasetten ‘şiddeti dışlama’ ve bu amaçla silah kullanan tüm yapılara ‘silahı bırakma’ çağrılarını da içeren- görüş ve önerilerini son derece önemli, değerli ve içtenlikli buluyoruz.”

Demirtaş’ın açıklamasında PKK ismen zikredildiği halde aydınlar bildirisinde silah bırakma çağrısının “silah kullanan tüm yapılara” yöneltilmesi çok problemli bir tutum. “Askerin, polisin silah bırakması mı kastediliyor?” diye sorduracak bir ifade tercihi.

Bildiri metnine imza atan kişilerin çoğunluğunun bu yaklaşım içinde olmadığını düşünüyorum ama önceki yıllarda benzer tartışmaların defalarca yapıldığını ve söz konusu ifadelerin çağrışımının belli olduğunu unutmamak gerekir. 90’lı ve 2000’li yıllarda zaman zaman yine böylesi bildiriler yayımlayan solcu aydınların PKK’ya silah bırakma çağrısı yapamadıklarını, bunun yerine “devlet de örgüt de silah bıraksın” dediklerini hatırlıyoruz.

Ne kadar iyi niyetli olunsa da sol örgüt jargonuyla kaleme alınan bildiriler, kimse kusura bakmasın, kendin çal kendin oyna düzenini sürdürmekten başka işe yaramıyor. Zaten bir yanda Demirtaş’ın cesaretini övüp öbür yanda PKK’nın adını anmakta bile Demirtaş kadar cesaret gösterememek de herhalde aydın tavrı olamaz.

Diğer yandan, Demirtaş’ın görüşleri elbette “önemli ve değerli” bulunabilir ama bir siyasetçinin çağrısını peşin peşin “içtenlikli” bulmak ihtiyatsızlık değil mi? Başka siyasetçilerin siyaset yordamlarını değiştirme girişimlerine gösterilmeyen inanç ve güvenin Demirtaş’tan hiç esirgenmemesi HDP’nin eski lideri adına çok büyük bir mazhariyet. O metnin altında imzası olan kimi yazarlar “Geçmişi ve zihniyetiyle Türkiye tipi Marie Le Pen sayılması gereken” Akşener’in “Türkçü-devletçi-şoven milliyetçi İyi Parti’sinin, merkez-sağ parti olarak” görülmesine itiraz ediyordu daha geçenlerde.

Davutoğlu ve Babacan için halkın karşısına çıkabilmek için AK Parti’nin yirmi yıllık icraatının hesabını vermek zorunda olduklarını söylüyorlardı. Öncelikle halktan özür dilemeleri gerekiyordu bu siyasetçilerin. AK Parti’den ayrılanları ayrılmış olarak kabul etmiyorlardı. Dolayısıyla çıkışı derhal ve hiç sorgulanmadan kabul gören Demirtaş çok şanslı. Kendisinden hiçbir şeyin hesabı sorulmuyor. Ne Hendek olaylarındaki tutumu için özeleştiri isteniyor, ne Suriye’de bir Kürt devleti oluşturmak uğruna Türkiye’deki Çözüm Sürecini bitirmeye yönelik siyaseti sorgulanıyor ne de “Apo’nun heykelini dikeceğiz” gibi ajitasyonları için özür dilemesi isteniyor.

Demirtaş gerçekten iyi niyetle HDP siyasetine çeki düzen vermek, demokratik bir yola girmek, partisini bölücülükten ve terörden uzak tutmak peşindeyse aydınlar alemindeki dostları kendisine en büyük ayak bağı.