Şablon burada da aynı.
İktidar tepki çekeceğini bile bile yanlış bir karar alıyor… Alınan kararın muhatabı olan kitle itirazlarını tepkiye dönüştürüyor… Gösteri haklarını kullananlar yetkili ağızlar tarafından ‘terörist’ ilan ediliyor ve hepsine ‘terörist’ muamelesi çekiliyor… Bu arada olaya dini duyguları rencide edecek provokatif unsurlar da ekleniyor… Görevini ‘iktidarın her yaptığını canla başla savunmak’ olarak tanımlamış kalemler itirazcılara ver yansın ediyorlar… Yanlış kararı alanlar dediğim dedik tavırlarını ısrarla sürdürüyorlar…
Ve bütün bunlar ülkede ‘hukuk reformu’ yapılacağı, Avrupa ile yakınlaşma, ABD’deki yeni yönetimle tanışma hazırlıkları içerisinde bulunulan bir ortamda gerçekleşiyor…
Geçmişten günümüze ‘yanlış karar’ konusu değişse bile defalarca tekrarlanmış bir ‘şablonu’, bu yazının en sonunda ne olduğunu açıklayacağım bir önemli farkla, bu kez Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektör olayında yeniden yaşıyoruz.
Parlamenter sistemin geçerli olduğu dönemlerde de buna benzer olaylarla çokça karşılaşmıştık, şimdi ‘cumhurbaşkanı hükümet sistemi’ var, yine aynı şablon devrede.
Hayal kırıklığı büyük
“Herhalde yaşananlardan ders alınmıştır, bundan böyle farklı bir Türkiye olur” beklentisi umuduna sarılan benim gibilere nanik yapılarak verilen “O sizin hüsnü kuruntunuz” cevabı bu…
Türkiye’nin kendi yetiştirdiği değerler bir süredir gözlerini dışarıya dikmişlerdi, imkan bulanlar başka ülkelere doğru yol almaktaydı; şimdi Boğaziçi’nden en ücra köylerdeki evlere kadar yansıyan müdahale tablosu bu süreci biraz daha hızlandıracaktır.
İnsanlarda -özellikle de gençlerde- bu tablonun meydana getirdiği hayal kırıklığını fark etmemek imkansız.
Acaba sorun, bazılarının “Güç insanı böyle davranışlara sürükler” diye özetlenebilecek yorumlarıyla mı, yoksa başka bazılarının “Zayıflayan iktidarların ayakta kalmak için gerilimlere ihtiyacı olur” tespitleriyle mi ilgili?
Yoksa sadece bir inat bir murat durumu mu söz konusu?
Kendi baktığım pencereden gördüğüm, sebep hangisi ve ne olursa olsun, Türkiye’nin dünyanın gittiği istikametle arasına bayağı mesafeler girdiği…
Daha da önemlisi, Türkiye başka ülkelere ‘örnek’ olabilme özelliklerinden müthiş uzaklaşıyor… [Evet, öyle bir dönem vardı, Türkiye’nin kendine yeni bir yol arayan geniş coğrafyadaki halklara ‘örnek ülke’ olma hali önemseniyordu.]
Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan yanlış yalnız orada eğitim gören gençler ile o gençlere eğitim veren öğretim üyelerini ilgilendirmiyor. Öyle sanılıyorsa, hatalı bir düşünce o. İtiraz eden, itiraz ettiği için yaka paça ve bazıları saçlarından tutularak sürüklenen gençlerin aileleri, yakınları var; öğretim üyelerinin de sosyal çevreleri… Konu Boğaziçi olduğundan, vaktiyle orada eğitim görenler yanında orada eğitim görmek istediği halde bunun gerektirdiği başarıya erişemediği için hayıflanan büyük bir kalabalık…
İçeride böyle, dışarıda daha da böyle.
Ülkemizin uluslararası arenada en iyi bilinen eğitim kurumu Boğaziçi Üniversitesi…
Orada yaşanan orantısız güç kullanımının günlerdir yabancı medyaya yansımaları sadece iktidar cephesi açısından değil, bütün ülke için de büyük prestij kaybı.
Rusya mı ABD mi örnek olmalı
İstanbul’da öğrenci gösterilerine verilen resmi tepki ile aynı günlerde Moskova başta olmak üzere çok sayıda Rus kentinde hareketlenen sokaklara Rusya güvenlik güçlerinin müdahalesi arasındaki benzerliğin görülmemesi mümkün değil.
Orantısız güç kullanımı iki ülkede de aynı.
Rusya toplumsal olaylara verilen aşırı tepki manzaraları yüzünden özenilen bir ülke değil. Doğal kaynakları bulunduğu için zengin bir ülke, tamam; ama dünyaya ismini silinmez biçimde kabul ettirmiş büyük yazarlara, sanatçılara, müzisyenlere sahip geçmişine rağmen, bugünkü Rusya’nin milletler camiası içerisinde saygın bir yeri bulunmuyor.
En ciddi sebep, yanlışlık görünce itiraz etmeye kalkan insanlarına münasip gördüğü sert tavır…
Türkiye şimdi ismi Rusya ile birlikte anılan ülke haline dönüşüyor.
Yanlış karardan dönmesi beklenen kesimde gelişmeye hep aynı yaklaşım hakim. İktidar cephesinde ağzını her açan kalıplaşmış ifadelerle gençleri suçluyor. “Toplumun sinir uçlarıyla oynanıyor” doğru tespitini yapan da var o cephede; ancak ‘sinir uçları’nın daha en baştan, yanlış bir ismin atanmasıyla oynanmış olduğu gerçeği görülmek istenmiyor.
Medyaya hakim olan tek seslilik ise sinir bozucu. Medya ordusuna bırakılsa öğrencilerin üzerine daha da sert biçimde gidecekler.
Oysa bir ay önce yakın tarihlerinin en rahatsız edici siyasi sarsıntısını bir darbe girişimiyle yaşamış olan ABD’ye baksalar, toplumsal olaylara doğru yaklaşımın nasıl olması gerektiğini görecekler. Kongre’yi basan, beş kişinin ölümüne sebep olan, önlerine çıksa ellerindeki silahlarla hedef seçtikleri politikacıları öldürmekten çekinmeyecek kadar gözü döndüğü anlaşılan kişilerin peşine düşüldü orada.
Ancak anayasalı bir hukuk devletinde olması gereken nezaketle. Verilen tepkiler sınırlı tutularak. İnsanların fikir ve ifade özgürlükleri, gösteri hakları olduğunu kabul edip onun ötesinde bir saldırganlık sergilemiş olanları yargıya teslim ederek…
Daha önce ‘Siyahların da hayatı değerlidir’ gösterileri sırasında orantısız güç kullanan güvenlik güçleri mensuplarına karşı çok daha kararlı bir tavır alınmıştı ABD’de.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi bizim ülkemizde de pek çok yönden haklı eleştirilere muhatap olan ABD, başına gelen darbe girişimine toplumun kimyasını bozma sonucu doğurmayacak tepkiler verebildi.
Yargı bu kez farklı davrandı
Bizde de aynı olgunluğa ihtiyaç var.
Geçmişte defalarca tekrarlanmış bir şablonu günümüzde Boğaziçi’nde bir kez daha yaşatma hiç akıllıca bir tepki değil.
Gençlerin itiraz haklarını kullanmalarına müdahale edilmemeli. Gösterilerini rahatlıkla yapabilmeliler. Toplumun sinir uçlarıyla oynanmamalı.
En önemlisi ise şu: Atamanın yanlışlığı atanan kişinin tavırlarıyla her geçen gün daha iyi anlaşılıyor; yanlışta ısrar edilmemeli.
Şablon bu defa da aynen geçerli oldu, ama bir yere kadar… Son kare bu kez değişti. Yargı gözaltına alınan gençlerin hepsini serbest bıraktı.
Bunu hayra yoruyor ve bu olayla ilgili daha başka hayırlı gelişmeler bekliyorum.