Demini almayan kelimeler

Gökhan Özcan- 08.01.2018

Demini almayan kelimeler

Geçen hafta değerli bir arkadaşımızı, meselesi, derdi, kaygısı olan sevgili Hüsamettin Arslan dostumuzu kaybettik. Sayıları giderek azalıyor böyle derdini dava edinmiş, fikrin yükünü çeken insanların. Allah rahmetini esirgemesin, mekanı cennet olsun. Kendisinin 2015 Aralık´ında Nihayet Dergisi´nde, Nazife Şişman´ın sorularına verdiği cevaplardan birini buraya raptediyorum: ?Dijital teknolojiyle birlikte, öteden beri varolduğumuz topluma ikinci bir toplum eklendi: dijital toplum veya sanal toplum. Sanal toplum, toplum diye bildiğimiz gerçekliğe yamanmış bir ilave, bir ek, bir zeyl´dir. Çocuklarımız artık dünya ölçekli bir dijital cumhuriyetin yurttaşları. Doğru, artık ebeveynler torunlarından öğreniyor. Öyle görünüyor. Tecrübe aktarımının yönü değişti! Fakat gerçekten öyle mi? Çünkü en tecrübeli insanlar, interneti en fazla kullananlar değil. Torunların tecrübesi ?gerçek´, daha doğrusu ?hakiki´ tecrübe değil, ?sanal´ tecrübe. Kaldı ki, tecrübe eşittir bilgi değil. Hakiki bilgiye sahip olmak için ?yaşamak´ gerekir, tecrübe yaşanılan şeydir, öğrenilen değil; torunlar yaşamıyor, seyrediyor, sadece seyrediyor. Fakat bu, öteden beri varolageldiğimiz toplumda yeni bir hiyerarşi doğuruyor. Ben buna sanal hiyerarşi diyorum.?

 

Okuyoruz, kelimelerin sesleriyle sarhoş oluyoruz, o sarhoşlukla anlamları elimizden kaçırıyoruz. Söz bir performans sanatına dönüştü, hafifledi, anlamları beraberinde taşıyamaz oldu. Etkileyici cümleleri aramızda dolaştırıyor ama onlardan etkilenmiyoruz. Aksi halde, hayata dokunma kabiliyeti olan kelimelerin bizim hayatlarımıza da dokunması, orada bir şeyleri değiştirmesi gerekirdi. Öyle olmuyor sanki. Gelip geçiyor her şey önümüzden. Biz hiçbir kelimeye, o kelimelerin yan yana gelerek inşa ettiği anlama dair bir dikkat biriktiremeden içimizde, gelip geçiyor bütün sözler gözümüzün önünden. Bir bereketi olmadan bu karşılaşmaların zihinlerimizde, kalplerimizde.

?Hoca bugün derste meseleye bakışımı değiştirebilecek çok önemli şeyler söyledi? dedi yanındakine ifadesizce, ?ama şimdi söylediklerinin bir tekini bile hatırlamıyorum?

Her şey aslından uzaklaştı, bir isimden, alakasız bir resimden ibaret kaldı neredeyse. Sanki Dostoyevski bir biblo artık, oradan alıp şuraya koyuyoruz. Nereye koysak oraya bir renk ve başkalık katmasını bekliyoruz. Mesela Hazreti Mevlânâ, bir broş gibi takalım onu yakamıza, her ortamda kişiliğimize bir esrar, bir yumuşaklık katsın istiyoruz. Mesela Yahya Kemal... Her zayıfladığımız yerde bizi yeniden güçlendirsin, toplumsal ruhumuzu yeniden kafiyelendirsin istiyoruz. Peki, oluyor mu bütün bunlar? Olmuyor, hiçbir kalıcı fikir ya da duygu ortaya çıkmıyor. Çünkü samimi değiliz yaptıklarımızda, derdimiz ?anlam´ı aramak değil bizim! Her şeyi bir kullanımlık istiyoruz, işimizi görecek kadar istiyoruz, sonra gözümüz kapalı başka bir şeye geçiyoruz.

Her sözüyle hakikatin özüne dokunan, kumaşı hakikatle dokunan insanlar da var.  

?Şundan duydun, buna söyledin? dedi meczup, ?sende hakikatten bir şey kaldı mı??

***

Başta ?Hababam Sınıfı´nın ?Kel Mahmut Hoca´sı olmak üzere Türk sinemasının

birçok önemli karakterine hayat vermiş, o karakterlerle hepimize insaniyete dair unutulmaz dersler bırakmış büyük sanatçı Münir Özkul´u da ebediyete uğurladık.

Hayırla yâd ediyor, Allah´tan rahmet diliyorum.