Tarih: 24.04.2025 12:04

DEMET TEZCAN’LA AİLE KAVRAMI ÜZERİNE

Facebook Twitter Linked-in

Aile kavramının çeşitli yaklaşım biçimlerine göre birçok tanımı mevcut. Siz aileyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Çeşitli disiplinlere göre birçok tanımı olmakla beraber dört büyük dine göre kutsal bir yapıdır aile. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerimde atıf yapılan kurumdur. Bu, toplumumuzda da böyledir. Aile dinamikleri ne kadar farklılık arz ederse etsin kurum olarak kutsal bir yapı kabul edilir. Hemen hemen tüm tanımlamalarda aile dini, sosyolojik, kültürel en köklü kurumdur. Aileye dair tanımlar, anlamlar, yapı çeşitlilikleri toplumlara kültürlere göre değişkenlik gösterse de bu evrensel kavram insan yaşamında pek çok anlam dünyasına işaret eder. En başta birey için biyolojik, psikolojik, dini olmak üzere pek çok açıdan beslendiği, korunduğu, güven duygusunu hissettiği, aidiyetini sağladığı ve ilk sosyalleştiği karı koca, ebeveyn, çocuk olarak meşruiyetini sağladığı sadece bireyin değil toplumsal normların da koruyucusu görevi ifa açısından çok yönlü işleve sahiptir. Aile iyiliğin de kötülüğün de özünü oluşturup kaynaklık ederek toplumsal yapıyı oluşturması açısından da toplumun temel yapı taşıdır.

Uzun yıllar dünyanın birçok dezavantajlı bölgesinden kimsesiz çocuklarla bir araya gelme, onları gözlemleme imkanına sahip oldum. Ayrıca koruyucu annelik yaptığım bir evladım var ve Darülaceze yuvada da gönüllülük yapıyorum ve sürekli çocuklarla iç içeyim. Bebeklikten itibaren bir birey için sağlıklı ilişkilerin yaşandığı ve temel güvenliğin sağlandığı anne ve babanın olduğu aile hem çocuğun hem toplumsal yapının geleceği açısından çok büyük bir önem arz ediyor. Bu tecrübeden yola çıkarak diyebilirim ki aile bireyin sığındığı kalesi, kuşandığı zırhı, varlığının kök saldığı alanıdır. Aile olmadığında dünyalar onun olsa, köşklerde yaşasa, tüm imkanlar önüne serilse, sayısız bakım veren emrine amade koşturuyor olsa ve etrafında adanmışlar ordusu bulunsa birey yine de yalnız ve savunmasız hissediyor ve bu hiçbir maddi varlıkla ikame edilebilecek bir durum değil. Tabi burada sağlıklı bir aileden, ebeveynlik sorumluluklarını haiz anne babanın olduğu bir aileden bahsediyoruz.

Onun için sağlıklı bir toplum yapısı oluşturmada, o toplumun sağlıklı bir parçası olmasında bireye aidiyet duygusu verecek, hayatı boyunca güvenle, kök salmış hissettirecek kurum ailedir ve bunun başka bir alternatifi yoktur.

Günümüzde aile olgusuna bakıldığında gittikçe aşındırılmış bir anlama bürünmesi söz konusu. Tehlike çanları çalınması durumu da başka bir boyuttan söz konusu. Aile olgusunun durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aile gittikçe çözülüyor mu? Bu duruma ne gibi önlemler alınmalı?

Öncelikle sanırım aile dinamiklerinden başlamak gerekiyor. Değişen bir aile yapısı, dinamikleri mevcut. Bunu çözülme gibi mi algılamalıyız, dinamiklerin değişmesi olarak mı yorumlamalıyız? Örneğin daha önce geniş aileden çekirdek aileye geçiş ailenin çözülmesi hanesinde değerlendirilebiliyordu. Boşanmaların artmasıyla birlikte her geçen gün tek ebeveynli hanelerin artmasını boşanma faktörüyle birlikte değerlendirdiğimizde çözülme sorunun bir parçası olarak görebiliriz. Evet çözülme diyeceğimiz, tehlike olarak gördüğümüz bir gidişat var ama küreselleşme, modernite ve modern ötesi dönemle tüm dünyada aile yapısı bir değişim içine girdi. Bizde kentleşmeyle değişimler gerçekleşti. Geniş aileden çekirdek aileye geçişin batı Avrupa'da sanayi toplumu olmadan da önce kapitalizmin doğuşuna uzanan bir geçmişe sahip olunduğunu ve yine Türkiye'de çekirdek ailenin kentleşmeden de önce olduğunu savunan görüşler mevcut. Biz yaygın olan görüşten yola çıkarak ifade edecek olursak ülkemizde batının sanayi toplumlarına göre değişimi tarım toplumundan kent hayatına geçişle çok daha sonra olsa da değişim aynı şekilde geniş aileden çekirdek aile yapısına doğru oldu.

Yani bu geçişlerle birlikte aile içi dinamikler değişti ancak tüm değişime rağmen toplumumuzda çekirdek aile yapısı batı toplumu gibi keskin sınırlarla ayrılmadığını gerçeğini büyük oranda iletişim, etkileşim, maddi manevi destek, dayanışma içinde olduklarını tamamen göz ardı etmemek gerekiyor. Çok şükür ki ülkemizde halen haneler ayrı olsa da aileler arası iletişim, dayanışma birçok boyutuyla devam ediyor. Ekonomik dayanışma, düğünler, doğumlar, ölümler, bayramlar, yıllık izinlerin büyüklerin yanında geçirilmesi, aile büyüklerinin kışın çocuklarının yanında kalması, aynı şehirde yaşayan büyük ebeveynlerin torunlarının bakımlarıyla ilgilenmesi, aile büyüklerinin alışverişi, ev temizliği, sağlık yardımına ulaşma gibi konularda iletişim ve dayanışmanın devam etmesi bizim aile yapımızın güçlü yanları. Öncelikle buraları ele almak lazım. Halen sürdürdüğümüz güzel etkileşimin, dayanışmanın daha fazlasının olduğu örnekleriyle ailenin güçlü yanlarını öne çıkarmalı bunun fark edilmesini sağlamalıyız diye düşünüyorum.

Aileye yönelik küresel bir saldırı diyeceğimiz kültürel geçişkenlikler, etkiler mevcut ve hepimiz kaygılıyız bunun başında da bireyselleşme, boşanmaların artması, şiddet, kültürel etkiler, dijital bağımlılıkla birlikte gelen iletişimsizlik ve izolasyon gibi pek çok konuda aile bir tehlike ile karşı karşı karşıya hatta sarsılıyor ama bu sarsılmanın önlenmesi için öncelikle aile bağlarımızın, toplumsal kabul görmüş kültür, gelenek ve göreneklerimizin güçlü yanlarını, güzelliklerini beslemeliyiz bu küresel saldırıya ancak böyle karşı koyabiliriz. Bunu da her şeye rağmen sürmekte olan güzel yanlarımıza dikkat çekerek iyiliği yayarak yapabiliriz. Sorunları yok sayalım demiyorum ama çözümün bir parçası olmanın yolu halen hiçbir toplumda olmayan güçlü yanlarımızın fark edilmesi olmalı.

Azınlıkları düşünün dünyanın neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar varoluşlarına anlam katan dini, kültürel, geleneksel tüm değerlerini yaşatmak için azami gayret sarf ederler. Bunu da bir arada kalarak başarırlar. Aynı bölgede oturur, kapalı toplum oluşturur kendi içinde yaşar ve sorunlarını kendi içlerinde çözer. Dış etkilere karşı alabildiğine korumacı, tedbirli, temkinli olurlar. İçinde bulundukları çoğunluk içinde yönünü, kimliğini kaybetmemenin yolu budur ve böyle var olmaya devam ederler ve kuşaktan kuşağa aktarımı kolaylaştırır. Azınlık psikolojisi ile yaşayalım demiyorum ama azınlık gibi hissettiren küresel kuşatmaya, aile yapısını dinamitlemeye yönelik her girişime karşı dikkati böyle elden bırakmayalım. Biz yaşatmazsak kaybolur sorumluluğuyla yaşatabileceğimiz tüm değerlerimize böyle sahip çıkalım diyorum.

Ve aile kavramı başta olmak üzere her konuda net olalım. Altını çizerek, üzerine basarak çocuklarımızın zihin dünyasına değer yargılarımızı nakşedelim. Bunun ilk basamağı da günümüzde üzerinde bin bir oyunun döndüğü tehlikenin odağında olan öncelik aile kavramı. Bu kavramın, bu kurumun, bu yapının teşekkülünü oluşturmanın şartlarını çocuklarımıza çok net öğretelim. Aile kurumu bir kadın ve bir erkekten oluşan çiftlerin evlilik akdiyle oluşturduğunu bu vesileyle maddi manevi tüm ihtiyaçlarını karşıladığı kurum olarak meşruiyetini evlilik bağından aldığını toplumun temelinin bu yapı olduğunu, bunun tüm küresel eylem ve söylemlere rağmen değişmez, değiştirilemez olduğunu küçük yaşlardan itibaren anlatalım. Eskiden belki böyle bir şeye ihtiyaç yoktu çünkü aksi düşünülemezdi ama bugünün dünyasında her şey mümkün olarak sunuluyorsa bizim kendi değişmez hakikatimize sahip çıkmada gevşekliğe hiç yer olmadığını görmemiz lazım. Kavramdan başlayarak aile anlayışının temelini atmamız lazım.

img-20250416-wa0033_1Çocuklarımıza çokça zaman ayırmamız gerekiyor. Bunu her şeyin üstünde görmeliyiz. Hiçbir bahaneye sığınmadan ilk önce onlara karşı sorumlu olduğumuzu kabul etmeliyiz. Bunun için ne çok çalışıyor olmamız bahane olmalı ne de başka faktörler. Onlar için maddi çalışmanın çokluğundan ziyade manevi çalışmayı öncelememiz gerekli diye düşünüyorum. Çok çalışıp çok koştururken arka planda bıraktığınız çocuklarınız, küçükken ayak bağı olmasın diye yanınıza almadığınız çocuğunuz, akranlarınızla birlikte vakit geçirirken odalarına yolladığınız çocuklarınız daha sonra o odalardan çıkmak istemiyor. Kendi özel alanını, kendi kültürel dünyasını oluşturmuş oluyor. Ve bugünün tehlikelerinden biri olan bireyselleşme başlamış oluyor. Elbette ki onların da ebeveynlerinin de sınırları olmalı ama bu sınırlar daha sonra aşılmaz hatlar oluşturmamalı, birbirinden koparmamalı. Çevremde gördüğüm bir gerçeklik var küçüklüğünde yanınızda tutmadığınız çocuğunuzu büyüdüğünde hiç tutamıyorsunuz çoktan ayrı yollardan yol almış oluyorsunuz. Aile içi dinamikler her geçen gün değişiyor. Hayat şartları ister geniş ister çekirdek olsun küreselleşmenin doğudan batıya, kırsaldan kente kuşatmasıyla roller değişiyor. Karı koca rolleri, çocuk ebeveyn ilişkileri sürekli bir etki altında her geçen gün parçalanmış aile ve tek ebeveynli aile sayısı artıyor. Eşler birbirine ebeveynler çocuklarına daha titiz daha dikkatle daha rikkatle yaklaşmalı. Çocuklar kopup gidiyorsa bu onlara yetirince aile bağını hissettiremediğimiz için. Telefonun ve televizyonun olmadığı sofralarımız, çay saatlerimiz, sohbetlerimiz olmalı. Birbirimizin gözüne baktığımız aile fertlerinin sesini teknolojiden evlerimize dolan bir sürü başka sesler arasından değil bizzat duyduğumuz dinlemelerimiz olmalı. Özenle hazırlanmış birlikte yapılan hafta sonları kahvaltıları, akşam yemeği sofraları, bayram buluşmaları çocuğa aile bağını hissettirecek eşlere evlilik bağını hissettirecek ortamlar oluşturulmalı. Emin olun gençler sohbeti seviyor yeter ki onu dinleyerek değer verdiğinizi gösterin. Onları gerçekten dinlersek konuşmaya, paylaşmaya açıklar. Dinlenmeyeceklerini düşündükleri için kendilerini iletişime kapatıyorlar. Eleştiri, nasihat bombardımanından kendilerini korumaya çalışıyorlar. Çocuklarımızla küçük yaşlarından itibaren birlikte çokça zaman geçiren aileler çocuklar büyüdüğünde de zaman geçirebiliyor. Ebeveyninin çevresi ile olan ortamının içinde olan, ilişkilerini paylaşan çocuklar, ileriki yaş dönemlerinde hem ebeveynlerinin ortamlarına hem topluma daha kolay uyum sağlıyorlar. Sizinle aynı yöne bakabilmelerini, sizinle zaman geçirmelerini, çevrenizle ilişki kurmalarını istediğiniz çocuklarınızı daha küçüklüklerinden itibaren kabuklarından çıkarmanız gerekiyor. Kurmak istediğiniz bağ için büyümelerini beklediğinizde maalesef çok geç kalmış oluyorsunuz. Aile dediğimizde ya karı ya çocuk ebeveyn ilişkisini ele alıyoruz. Halbuki aile bir bütün. Bütüne baktığımızda o ailede neler olup bitiyor, herkes olması gereken yerde mi, herkes üzerine düşeni yapıyor mu buna bakmamız gerekiyor. Parçalı ele alışla, parçalı düşüncelerle aileyi bütün olarak koruyamayız.

Bildiğiniz üzere 2025 yılı Aile yılı ilan edildi. Devlet bünyesinde böylesi bir kararın alınmasını nasıl karşılıyorsunuz? Beklentileriniz nelerdir?

Bir ülkede aile yapısı ne kadar sağlamsa toplumsal düzen o derece sağlam oluyor. Güçlü aile yapısı bir ülkenin refahı için önemli olduğu kadar güvenliği için de o denli önemli. Kaos ortamlarında, savaş ortamlarında güçlü aile yapısına sahip toplumlar daha çabuk toparlıyor. Çünkü kaybedecek çok şeyleri oluyor ve bu duyguyla toplumsal birlik beraberlik düzen ve refah için daha çok gayret ediyor. Dayanışma daha güçlü oluyor. Ailelerinin geleceğini ülkelerinin geleceğinden ayırmıyorlar. Ülkemizden örnek devlet ne zaman ekonomik çıkmaza girse aile içi dayanışma ile bu süreç atlatılır. Ya memleketten gıda yardımları gelir yahut bir arada yaşamaya karar verilir, borcu olanın borcu kapatılır bunun gibi pek çok destek aile üyeleri arasında gerçekleşir. Bu anlamda toplumun düzeni dediğimiz zaman bunu sadece güvenlik açısından değerlendirmiyoruz tabi. Toplumsal normların, değer yargılarının, köklerinizin ait olduğu kültürel, geleneksel değerlerin korunduğu beslendiği ve büyütüldüğü bunun için çaba harcandığı çağın gerisinde kalmadan ama köklerden de kopmadan yapılacak her bir çalışma çok kıymetli bir değer olarak aileyi ön plana çıkarmak buna dikkat çekmek de bunun başında geliyor. Bu yılın aile yılı olmasının çıktılarını elbette daha sonra alacağız. Kimi kısa vadeli kim uzun vadeli olacak. Ama görülen o ki aile gündemde kalacak. Bunu çok kıymetli buluyorum. İşte bizim yaptığımız gibi söyleşiler, seminerler, paneller, dergiler, kitaplar, sosyal medya içerikleriyle aile değerine dikkat çekilecek gözden kaçanlara daha fazla odaklanacak, fark etmediklerimizi fark edeceğiz. Ve pek çok kıymetli çalışmanın yapılmasına öncülük edecek, her çalışma bir diğerine ilham olacak.

Daha çok birey odaklı milli ve manevi değerlerin üzerinde durulması. Değerlerinizi bilip, yaşayıp, sahip çıktığınızda haklar ve sorumluluklar, sınırları belirleyecek çalışmaların anaokuludan başlayarak çeşitli sosyal sorumluluk projeleriyle tüm eğitim hayatı boyunca devam etmesi. Belediyelerden, okullardan, camilerden, emniyet teşkilatına toplumla birebir olan tüm kamu kurum ve kuruluşlarında bir seferlik hali olmalı. Sadece kötüyü, sadece suçu ve suçluyu, sadece cezayı konuşarak insan yetiştiremez, ailevi toplumsal düzeni sağlayamayız. İnsanın özümseyeceği cezası ya da ödülü olmasa dahi tercihini değerlerden, değer yargılarından hareket edeceği hale gelmesi hedefimiz olmalı. Aranızda selamı yayın buyuran peygamberimiz (sas) "İnsanların Yüce Allah (cc) katında en hayırlısı, önce selâm verenleridir." "Evlerinize selam vererek girin", "Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır." Buyurmuştur. Daha pek yerde selamlaşmanın üzerine durmuştur. Selamlaşma iletişimin ilk ve güvenli adımıdır. Atalarımız "Bir selam bin belayı def eder." Demişlerdir. Küçücük bir adım bir selam bir tebessüm bütün önyargıları bertaraf edip güven ortamı sağlayacaktır.

 

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —