Şakir Kurtulmuş; Kayapa´da devam eden kültür sanat etkinliklerinin 3. Haftasında çok sevgili Sadık hocamızla birlikteyiz. Telif Eserleri 60 civarında, bütün kitapları sadeleştirmeler, söyleşiler hepsi dahil 150´yi buluyor. Uzun yıllar TV´de programlar yaptı bildiğiniz gibi. Açık Deniz hala benim kulaklarımda çınlıyor, güzel bir iz bırakmıştır bende. Çok zevkle izliyorduk, izleyenler bilirler. Bunlar hep öncü programlar, bunlardan sonra hep peş peşe programlar çıktı aynı çizgide benzer birbirini destekleyen. Sadık Hocanın Açık Deniz programının hala örnek bir program olarak anıldığına şahit oluruz çeşitli ortamlarda sık sık. İnşallah daha güzel çalışmalar yapmaya devam edecek hocamız.
Bugün en son çıkan kitabı Deli Tomarı üzerine biraz söyleşeceğiz. Deli Tomarı üzerine ben yazılanları okudum. Çok değişik tanımlamalar ve yorumlar yapılmıştır mutlaka. Şimdi kendisinden dinleyeceğiz kitapla ilgili birkaç cümle söyliyelim müsadenizle sonra da sözü hocamıza bırakacağım.
Deli Tomarı, Profil yayınlarından 2018´de çıktı. Delilik olgusuna tasavvufi açıdan bakan öykülerden oluşuyor. ?Deliye deli deme, belki velidir? diyen Anadolu irfanı mahallesindeki, semtindeki delileri ?gül? diye tabir etmiş. Hali vakti yerinde olan her insana bir deliyi nişanlamışlar. Deli ile nişanlanan bir esnaf artık onun hayatından, geçiminden sorumlu olurmuş. Anadolu´nun pek çok yerinde bu gelenek hala sürmekte. Konya´da bir arkadaşımızı ?gül iftarına? götürmüşler. Gül iftarı deli değil velilere verilen bir iftarmış. Mahalle mahalle iken sokak sokak iken o bölgede yaşayan delilere gül denirmiş. Medeniyetimizin zarafetine bakar mısınız? Mahallenin bir süsü bir neşesi olarak görülürmüş. Bugün artık maalesef çok farklı bir konumdalar.Anadolumuzda böyle bir zenginliğimiz var bizim. Şimdi Sadık hocam,
Nedir bu delilerle olan ilişkimiz, deli ve veli bağlamından sözü açarak ilerliyelim,kitaptaki öykülere de değinerek anlatır mısınız...Buyrun söz sizde..
Sadık Yalsızuçanlar; Çok teşekkür ederim, hepinizi sevgi ve muhabbetle selamlıyorum. Kayapa ?güvercin? demekmiş, az önce dostlardan öğrendik. K. Maraş´ın Elbistan ilçesinde bir köyünün ismi. Bu güzel mekânı bize armağan eden dostlarımıza teşekkür ederiz.
Güvercin, turna diğer bilhassa göçmen kuşlar, güzel insanların imgesi olarak, dervişin imgesi olarak. Yunus Emre; ?dervişler uçar kuşlar, deniz kenarın kışlar? ifadesi geçer. ?Bir kuş olup uçmak gerek, derya deniz geçmek gerek? yani Hz. Mevlana´nın köyden şehre göç etmek gerek buyurduğu. Nefsi emareden insanın insan olması, kemale ermesi. Zaten kuş yer çekiminin bağlarından kopmuş, varlığın imgesi, nefsin alt katmanların kurtulması. Deliler ise aklın baskısından kurtulmuş insanlar diye tanımlanıyorlar. Bir tanım o yani, aklın tahakkümünden azade olmuş kişilere deli denir. Çok fazla tanım, spekülasyon vs var. Niyazi Mısri´den Deli Tomarına da motto olarak aldım, bir şiirinde geçer. ?Akil isen adını mecnuna tak? akıllı isen adını deliye tak, mecnuna tak. Deli olarak bilin, tanın, kendini deli olarak göster. Biraz melameti de ima eden bir şey aslında. Delilikle örtün diyor. Çok akıllıysan, kamilsen her kamilin bunu yapması gerekmiyor ama küre-i arzda bazı manevi vazifesi olan kişilerin delilikle örtünmesi de söz konusu olabiliyor.
Psikiyatri deliliği, insanın zihinsel yetilerinin bozulması biçiminde tanımlıyor. Muhakemesinin veya akli melekelerinin veya akıl yönetiminin bozulması şeklinde tanımlıyor. Fakat biz bazı delilerin çok fazla akıllı olduğunu görüyoruz. Eski bir tabir var; ukala-i mecanin diyorlar. Mecnun yine deli ile müteradif bir kelime, mecnun çılgın, çıldırmış. Akıllı mecnunlar, deliler. Bundan kinaye bir güzel bir deyiş de vardır. Atasözü ?delilik az akılla olmaz? diye. Biz kültürel, toplumsal, siyasal, bürokratik veyahut sosyal alanda devrimsel çalışma yapan insanların, yıkarak yeniden yapan insanların deli olduğunu görürüz. Bir ideal uğruna hayatı hiçe sayıyorsa bir insan o güzel bir deliliktir. Sokrates´i düşünün bir ideal uğruna hayatı hiçe saymış bir adamdır. Kendisini adamış insanlar var, mesela rahmetli cennet mekân Fetih Gemuhluoğlu. Yüce, akıllı bir insan fakat aynı zamanda bir çılgın insan, işte ukala-i mecaninden diyebiliriz. 1975 yılında Aydınlar Ocağı´nda yaptığı bir konuşmasında, dostluk üzerine, her şeye dost olmaktan bahseder. İnsanın Hakk´a dost olması, insanın dosta dost olması, tarihe, coğrafyaya dost olmak, komşuya dost, insanın kendisine dost, kendisiyle barışık olmayanlar insanlıkla dünyayla barışık olamazlar, diyor. İnsanın kendi bedenine, uzuvlarına dost, ormana, kuşa, kurda, ağaca dost olmak, diyor. Bu orman fakültelerine bir ağaç, bir cezbe vermek lazım diyor. Yaşar Kemal´e bakın, elinde bir bayrak orman fakültesi talebelerinin önünde yürüyor.
Aşk vermek cezbe vermek, aşkı seçiniz, cezbeyi seçiniz, şevki seçiniz sizin tövbelerinizden ne çıkar, günahlarınız bile eciş bücüş günah dahi işleyecekseniz aşkı seçiniz, şevki seçiniz. Ben aşksız insanlar görüyorum, vitrinlere bakıyorlar, şaşkın şaşkın dolaşıyorlar, köşe dönme peşindeler falan diyor. Onlara kırgınım bu yüzden. Onun yine ilginç bir sözü vardır bu konuşmada; akıl akılsızlara gerektir diyor. Akıllıysan aklı bırak aşka bak.
Ş. Kurtulmuş; Cahit Zarifoğlu´nun da bu manada şiirinde bir dize var; ?halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur? diyor. 70´li yıllarda?
Sadık Yalsızuçanlar; bu arada hepiniz deli tanımışsınızdır. Bendeniz yaş kemale eriyor artık. Dolayısıyla çocuklukla gençlik yıllarımda çok güzel deliler tanıdım. Malatya´da büyüdüm. Deli Tomarı´nın ilk öyküsü olarak da yazdığım kısa öykü Deli Bekir. Babam Malatya´da sinema işletmecisiydi. İsmi Abdurrahman´dı, Abdo derlerdi. Mezarımı Taştan Oyun Abdo filmini getirmişti, 3 ay kadar gösterimde kaldı. O yüzden ismi Sinemacı Abdo´ya çıktı. Biz erken oruç tutmaya başladık, ramazanlarda 5-6 yaşlarında hatırlıyorum. Babam ramazanda sofu olurdu. Zaten kitapta Ramazan´da sofu olan bir abinin hikayesi var Güllü Abi, ilginç bir adam. Güllü Abi, anne-baba yok, yetim öksüz. Çocukken üzerinden fayton geçmiş. Her iki profilden farklı görünürdü. Erzurum´da Arif Sağ bakardı ona, ofisinde kalırdı. Ramazan gelmeden İstanbul´a gideyim, bunlar oruç tutmazlar diyor. Oruç tutup, namazlarımı kılayım diye. 1970´li yılların ikinci yarısı. Milli Selamet Partisi il ve ilçe teşkilatları, vakıflar, bir gün de Milliyetçi Hareket Partisi teşkilatı iftara çağırmış. Gitmiş. Rozet takmışlar, üç hilal. Ertesi gün yine MSP´nin Akıncılar´ın mekanına gitmiş; Güllü Abi bu ne demişler, şöyle bakmış, burnu da ezilmiş fayton kazasından sonra geniz sesiyle konuşuyor. Bu üç aylar, Recep, Şaban, Ramazan demiş. Böyle çok zeki, çok fazla zeki çok tatlı güzel bir adam.
Tabi babam çok sağlam oruç tutardı. İstanbul´da kısmen Anadolu´da yoğun olarak hala var, hali vakti yerinde de olsa komşuya bir tabak yemek verilirdi. Babam çok cömert bir insandı, maalesef ben öyle değilim. Çok severdi fukaraları, sinema çalışanlarına mutlaka iftar verirdi, bizim ev müstakil, 10-12 odalı bir evdi. Çarşıya giderdik. Malatyalılar Teze Cami derdi, Yeni Camii çarşı merkezinde, belediye binası karşısında bedesten vardı. Teraviyi kıldıktan sonra giderdik, çay içerdik orada. Bir gün oturuyoruz sahura kadar beklerdik orada, babam tömbeki içerdi. Davulcuyla eve dönerdik. Bir gün hırpani kılıklı bir adam, giysileri perişan, saç sakal dağınık, biraz ürkünç görünümlü bir adam. Yaklaştı, babam da küçük iskemlede oturmuştu, Abdo adamsın, Abdo adamsın, dedi, babam da elini cebine attı, bir tomar para çıkardı. Verdi eline, Abdo adamsın diye uzaklaştı. Babam bakışlarımı yakalamış, Deli Bekir dedi, aklından başka her şeyini kaybetti.
Deli Tomarı´nda anlattığım Konya, Balıkesir, Kastamonu, Kayseri, Malatya, Dersim delileri var. Genellikle bunlar ya harabelerde yaşıyor ya tamamen sokakta yaşıyorlar ya da babadan kalma bir ev veya baraka gibi bir yerde yaşıyorlar. Genellikle yalnızlar, çoğu bekar, bazılarının trajik hikayeleri var. Aklını yitirmiş. Mesela âşık olarak yeni evlendiği karısı, gözünün önünde tandırda yanarak ölen bir deli var. Delirmiş, çıldırmış. Bir diğeri de sevgilisini yangında kaybetmiş, kendisi de ahir ömründe metruk bir vagonda yanarak öldü. Zaten yanık da bir adamdı, yanmış bir adamdı.
Dersim delisi ilginç, karısını kaybetmiş, çıldırıp dağa çıkıyor, ormanda yaşıyor. Ağaçlara ve çiçeklere veya çiçek açan ağaçların her birine bir kadın ismi veriyor. Çiçek ve kadın ismi veriyor. Onlara armağanlar veriyor. Onlara sevgiliymiş gibi davranıyor. Öyle bir Dersim Delisi var.
Timuçin Çevikol ağabeyin anlattığı bir deli var, Adana´da. Hafız diye biliniyor. Kur´an hafızı değil ama âmâ. Ailesini çok feci bir şekilde kaybetmiş, Adana´da boncuk, terlik gibi kadınlara yönelik şeyler satıyor. Yarı meczup bir halde, âmâ olduğu için de Hafız diyorlar. Çok temiz kalpli bir adam. Birine boncuk satarken ?bak n kadar güzel mavi boncuklar? diyo, karşısındaki kişi ?benim param yok? diyor, ?olsun, benim de param yok, sen al? diyor. Veya elinizde bir şey görüyor bakıyor diyor ki; ?bu ne kadar güzel? al senin olsunlar diyor, ?yok almam senin o, ama eskir mi bu, eskiyince bana versene? diyor.
Deli Tomarı´nda anlattığım delilerin bir kısmı benim tanıdığım, okuduğum, dinlediğim deliler. Sonra okuyarak öğrendiğim delilerden bir tanesini tanıyanları Kayseri Talas´ta buldum. Boyacı Cemal, aslında Mavi Boncuklu Baba diyorlar ona. Birbirinden güzel mavi boncuklar taşıyor. Sevdiği insanlara armağan ediyor. Boyacılık yapıyor. Adı Cemal değil ama ben cemal dedim. Cemal sahibi biri olduğu kesin. Kayseri´den Talas´a yürüyerek gider gelirmiş. Annesine bakıyormuş. Biraz kurgu yaptım, Ankara´dan baş kontrolör Kayseri´ye mali denetime gidiyor, onun gözünden anlattım. Bilirsiniz delilerin bir özelliği de cami civarından ayrılmazlar. İlginç bir şekilde namaz kılarlar. Kimisi sadece ayakta elini bağlar, kimisi oturur, kimisi sadece sürekli secde yapar, Cemal de ?Bismillahirrahmanirrahim, Allahu Ekber, Allahu Ekber? yanındakinin duyacağı şekilde. Yanındakine bakıyor, ?Allah´tan büyük dua mı var? diyor.
Boyacı Cemal de, ?Boyayalım, boyayalım, boyasına boyanalım? diye bağırıyor hep. ?Boyayalım beyim? olur diyor. Bu arada boyarken birisi aşk olsun baba, dedi, Boyacı Cemal; öyle âşık ol ki aşıklar sana âşık olsun, diye karşılık verdi. Onun üzerine adam büyüksün baba dedi. ?Büyük müyüm yük müyüm, büyük müyüm, yük müyüm? diye tekrarladı. Cemal kazandığı paranın az bir kısmını annesine ve kendine ayırarak, kalan parayı tanıdığı fakirlere dağıtıyor.
Bir de bunlar somut bir obje isterler ya bir tane sigara ver der mesela. O sizin de nasibiniz, on lira ver der mesela, on bir lira da dokuz lira da verseniz almaz. Onlarla çok takılmamak gerek kızdırmamak gerek ricaldense size zarar verebilir.
?Müminin ferasetinden sakının onlar Hakk´ın nazarıyla bakar? seyri sülük esnasında hücreden çıkan dervişin gözü bağlanır, şeyh efendinin huzuruna giderken gözü bağlanır. Bakışıyla baktığını devirebilir, yıkabilir, yakabilir, perişan eder. ?Beni yıkan bir nazar vardır? işte o buradan mülhemdir. Kem bir şekilde baktığında devirir. Huylarına suylarına gidilmesi gerekir. Bazıları da cemal baskın, yumuşak huylu olabilirler.
Neyzen Tevfik de Sütlüce´deki tekkede yetişmiş bir Bektaşi. Son ? yıllık irfan tarihimizin gördüğü göreceği en büyük kabadayı Melami. Muazzam büyük bir arif. Şiirleri edebiyat tarihimizde yer alması gereken tez yazılması gereken, modern şiir seçkilerine alınmalı, şiir tahlillerine alınmalı?
Geçer
Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyleyemez hande-i hürrem de geçer,
Devr-i şâdi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu´unun filimi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.
İbret aldın okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan,
Niyyet-i hilkatı bu aşk-ı cihan aradan,
Önü yokdan, sonu yokdan bu kuru da´vadan,
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne töre,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Ma´rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder, efsane-i Âdem de geçer.
Serseri Neyzen´in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi´ gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.
Bunun gibi çok güzel şiirleri var, Mehmet Akif´in hem demi, onun ahbabı, Mısır´da ve Bakırköy´de geçirdiği günlerde ilginç hadiseler var. Onların bir kısmını öykü formunda yazdım.
Şakir Kurtulmuş; nerden aklınıza geldi böyle bir kitap yazmak, bir de çok uzun bir zamandan beri hazırlık yaptınız mı yoksa yazmayı düşündükten sonra mı incelemeye başladınız?
Sadık Yalsızuçanlar; öncelikle delilikle ilgili bir kitap yazmayı düşünüyordum, bir kaçtan güzel kitap var delilikle ilgili. Zeki Bulduk ?Müstesna Deliler kitabı var. Sonra bir tarama yaptım, çocukluğumdaki delilerle ilgili.
Konyalı Bekara Ali Mustafa var, gerçek ismi Ferdi Şah. Bekara maskara demek. Eskiden ip sarılan tahta makaralar vardı, küçük. Bir tarafını düzlüyor, inceltip ağızlık haline getiriyor, diğer tarafa sigara takıp yak, diyor. Bir de eğilip çal diyor. Kendisini gramofon zannediyor. Sen parmağının koyunca o sırada şarkı söylüyor. ?İncecikten bir kar yağar, tozar Elif diye diye, deli gönül abdal olmuş gezer Elif diye diye? Karacaoğlan´dan o türküyü söylüyor. Ferdi´nin de Elif diye bir sevgilisi var Elif ölüyor. Ölmüş. Ferdi onun acısını yaşıyor, öyle enteresan.