Tarih: 26.10.2022 12:10

Değişim Süreci ve Ortadoğu

Facebook Twitter Linked-in

Ortadoğu’da son dönemde meydana gelen değişiklikleri nasıl yorumlamak gerekir? ‘Arap Baharı’ ismi verilen ve Tunus’tan Suriye’ye birçok ülkeye tesir eden hadiselerin anlamı nedir?

Yeni dünya sistemi (ABD ve müttefikleri) bu hadiselerin gerçekte hazırlayıcısıdır. Nihai gayeleri Siyonist İsrail’in ve emperyalizmin bölgedeki çıkarlarının en üst düzeyde artırılarak devam etmesidir. İsrail devletinin sınırları bugün de henüz tespit edilmiş değildir. Bu durumun sebebini İsrail’in kurucu başbakanı Ben Gurion açık bir şekilde şöyle söylemektedir: ‘Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız. İsrail için önemli olan, her ne pahasına olursa olsun durmaksızın, toprak genişletme siyasetine devam etmektir.’[1] ‘Vaat edilen’ (Nil’den Fırat’a kadar) bütün toprakları işgal etmeden İsrail devleti asla durmayacaktır.

Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te çıkarılan Kivounim (Yönelişler) dergisinde (sayı: 14, Şubat 1982) yayınlanan ‘80’li Yıllar İçin İsrail’in Stratejik Planları’ isimli bir makalede Siyonizm’in uzun vadede bütün Arap ülkelerini parçalamayı hedefleyen ırkçı ve sömürgeci projesi dile getirilmektedir:

        ‘… Mısır’ın ayrı coğrafi bölgelere bölünmesi, 1990’lı yıllarda batı cephesinde bizim siyasi hedefimiz olmalıdır.

            Bir kere Mısır bu şekilde bölünüp merkezi iktidardan yoksun bırakıldı mı, Libya, Sudan gibi diğer uzak ülkeler de aynı parçalanmayı yaşayacaklardır. Yukarı Mısır bir Kıpti devletinin ve zayıf önemde küçük bölgesel kimliklerin oluşturulması, şimdilik barış anlaşmasıyla ertelenmiştir, fakat uzun vadede kaçınılmaz bir tarihi gelişimin anahtarıdır.

         …Irak ve Suriye’nin etnik veya dini kriterler temeline dayalı belli bölgeler halinde parçalanması, ilk aşamada bu devletlerin askeri gücünü kırdıktan sonra, uzun vadede, İsrail’in öncelikli gayesi olmalıdır.

            Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail’in hedef tahtasındadır. Onun dağılması, bizim için, Suriye’nin dağılmasından daha önemlidir, çünkü o yakın vadede İsrail için en ciddi tehlikeyi temsil ediyor… Araplar arası her çeşit çatışma bizim için faydalı olacak ve bu parçalanmanın saatini hızlandıracaktır…

           Bütün Arap Yarımadası içeriden gelen baskılar sonucunda aynı türden bir dağılmaya mahkumdur. Özellikle Suudi Arabistan bu durumdadır, çünkü iç çatışmaların vahimleşmesi ve rejimin düşüşü, güncel siyasi yapıların mantığı gereğidir.

           Ürdün gelecekte stratejik bir hedeftir. Uzun vadede bizim için artık bir tehdit teşkil etmeyecektir, hele dağılmasından sonra…’[2]

          Bu makale de açıkça belirtmektedir ki, Yahudilerin asıl hedefi bütün Arap devletlerini (öncelikle de Irak ve Suriye) zayıflatmak, parçalamak ve güçlerini yok etmektir. Dört bin yıldır bu bölgede ikamet eden Arap nüfusu kovup, topraklarını işgal etmektir.[3]

          Haçlı-Siyonist ittifakı ve onların işbirlikçileri tüm bu hedefleri Yahudiler adına gerçekleştirmektedirler. ABD’nin Irak’ı işgali ve bilahare ‘Arap Baharı’ deyimiyle ifade edilen süreç bir dizi Arap ülkesini olumsuz bir şekilde etkilemiştir. En mühim kayıplar Irak ve Suriye’de olmuştur: Toplumsal dayanışmanın bozulduğu, demografik yapının değiştiği, Sünni karakterlerinin yok edildiği iki ülke vardır bugün. Irak ve Suriye Şiilere teslim edilmiştir.

            1982’de Suriye’de, Sünni bir İslam devleti kurmak için mücadele eden Müslüman Kardeşler (Hama kıyamında) 60 bin şehit vermişlerdir. Türkiye ve İran’ın desteğini alan ABD’nin Suriye’de Müslüman Kardeşler hareketini yok etme planı işlemiş; Müslüman Kardeşler kitlesi Suriye’de bir katliama uğramıştır. Aynı şekilde son dönemdeki hadiselerde de ABD ve müttefikleri İslami harekete ve Irak ve Suriye’deki Sünni topluma büyük kayıplar yaşatmışlardır. 2003’te Irak’ta İran’ın ve 2011’de Suriye’de Türkiye’nin desteğini alan dünya sistemi, İsrail’in varlığı ve batının çıkarları açısından tehdit olarak görülen İslami hareketi ve Sünni Arap toplumunu katliam ve sürgünlerle yeryüzünden silinme noktasına getirmişlerdir.

          OYUNLAR VE PROJELER

          İngiltere ve Siyonist sermayenin ortaklığı ile kurulan dünya sistemi ikinci dünya savaşından sonra ABD’nin elinde daha acımasız ve öldürücü projeler üreten bir yapı konumuna gelmiştir.

          ‘Yeni Roma’ ABD’nin İslam alemine ilgisi devam etmektedir. ABD ve müttefikleri, Ortadoğu üzerinde sürekli yenilenen plan ve projeleri ile etki alanlarını genişletmektedirler: Müslümanları bölmekte, orduları ve yöneticileri satın almakta, soykırım ve savaşlar düzenlemekte ve bölgedeki maşalarını kullanarak hedeflerine ulaşmaktadırlar.

           1979 Şubat’ında İran devrimi meydana gelmiştir. Şah’a değil ABD’ye bağlı olduğunu gösteren ve bölgenin en donanımlı ordularından olan İran ordusu, ABD’nin telkiniyle elbette, Şii devrimin önünde durmamış aksine devrime yol vermiştir. İhtilalden sonra İran yönetimleri de ABD ve İsrail’in çıkarlarına uygun olarak, Şiilik kimliği üzerinden politikalarını sürdürmüş ve böylece İslam dünyasında Sünni-Şii kamplaşmasının oluşmasına neden olmuştur. Görünür plandaki tüm aksi söz ve fiillere rağmen dünya sistemi ve İran rejimi ortak çıkarları noktasında gizli bir birlikteliği günümüzde de yürütmektedir.

           1979’un sonunda Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etmiştir. Aslında arka planda yine dünya sisteminin tertip ettiği bu hadise (ABD’nin  Batı Almanya’ya -Moskova menzilli- Pershing füzelerini konuşlandırdığı gün Rusya Afganistan’a girme kararı almıştır) daha sonra meydana gelecek önemli değişikliklerin hazırlayıcısı olmuştur: On yıl kadar süren bu işgalin ardından, dünya sistemi açısından elverişliliğini yitiren Sovyetler Birliği dağılmıştır; İslam ülkeleri Afganistan’da mücahitlere yardım etmek için yıllarca bütün enerjilerini, maddi ve manevi bütün kaynaklarını bölgeye aktarmışlardır. En önemlisi de Müslüman ülkelerden gelen ve cihat arzusuyla yanıp tutuşan yüzbinlerce genç bu topraklarda şehit düşmüşlerdir. Böylece ABD temel bir hedefine ulaşmıştır: Mısır veya Suriye’de gerçekleşebilecek Sünni bir İslam devriminin önüne geçilmiştir. ABD ve Siyonistlerde oyun bitmez: Afganistan’da Mücahitlerin arasına onlara yardım bahanesiyle sızan ABD, zaman içinde bölgedeki tüm yapılarla ve kişilerle ilişki kurmuş; onları kendi emellerine hizmet edecek şekilde biçimlendirmiş ve örgütler planında kurguladığı düzeni adım adım uygulamıştır.

         11 eylülden tutun, Afganistan ve Irak işgali, Ortadoğu’daki Arap Baharı sürecinde meydana gelen hadiseler (Irak ve Suriye’de ortaya çıkan DAİŞ ile ilgili olaylar vb.); hepsi ABD’nin Afganistan’da kurduğu ve kontrol ettiği örgütler eliyle hazırlanmış ve yerli işbirlikçilerin yardımıyla da tatbik edilmiştir.

         2010’da ‘Arap Baharı’ adıyla sahaya yeni bir oyunun sürüldüğünü görüyoruz. 14 Aralık 2010’da Tunusun Sidi Buzid şehrinde ekonomik adaletsizlik ve yolsuzluğa yönelik ilk protestolar oldu. 17 Aralık’ta bir genç kendini ateşe verdi. 18 Aralık’ta protestolar tüm ülkeye yayıldı. Tunus devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, ordunun (elbette yine ABD’nin telkiniyle) rejimden desteğini çekmesi üzerine, 14 Ocak 2011’de ülkeden kaçmak zorunda kaldı.

          İngiltere’de sürgünde yaşayan Raşid el-Gannuşi 30 Ocak 2011’de Tunus’a döndü. Gannuşi, 1972’de önce gizli bir teşkilat olarak kurulan, 1981’de ‘İslami Yöneliş’ hareketi olarak duyurulan ve 1989’da Nahda (Diriliş) ismini alan İslami hareketin kurucusudur. Gannuşi aynı zamanda Müslüman Kardeşler teşkilatının küresel irşat bürosu üyesidir. Tunus’ta 23 ekimde yapılan meclis seçimlerini Nahda kazandı. 23 Aralık 2011’de Nahda genel sekreteri Hamdi Cibril Tunus başbakanı olarak atandı. Bu şekilde bakıldığında sanki ‘inanılmaz hızlı bir başarı öyküsü’ gibi görünmektedir. ‘Yasemin Devrimi’ adı verilen bu yumuşak ve ‘başarılı’ geçen sürecin ne kadar aldatıcı olduğu; 26 Temmuz 2021’de ordunun desteğini alan Cumhurbaşkanı Said’in İslami harekete karşı yaptığı darbeyle anlaşılmıştır. O halde belirli bir süre için de olsa Tunus ordusu (ABD’nin planına sadık kalarak darbe zamanını beklemiştir) ve dünya sistemi neden Raşid el-Gannuşi’nin ‘bir başarı hikayesi’ yazmasına izin vermiştir?

      Tunus’tan sonra Mısır’da 25 Ocak 2011’de Tahrir meydanında protestolar başladı. ABD başkanı Obama Mübarek’i istifa etmeye çağırdı. 12 şubatta Mübarek istifa etti. 23 Mayıs 2012’de cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. 24 Haziran 2012’de Mısır’ın yeni cumhurbaşkanının Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin adayı Muhammed Mursi olduğu ilan edildi. Süreç malum şekilde ilerledi. 3 Temmuz 2013’te askeri darbe ilan edildi. Müslüman Kardeşler acımasız bir şekilde katledildi.

       Mısır’da Müslüman Kardeşler başlangıçta gösterilerde yer almadı. Destek verdikten sonra da protestolar boyunca hep geri planda kalmayı tercih etti.[4] Daha sonra cumhurbaşkanlığı için de aday göstermek istemedi. Bu dönemde Türkiye’nin Müslüman Kardeşlerin sahaya inmesi ve kendi adayını seçtirmesi için büyük bir çaba harcadığını görüyoruz; ABD’nin planladığı oyun için artık bütün hazırlıkların tamamlandığını tespit ediyoruz. İşte Tunus’ta Gannuşi ve İslami hareket kadrolarına gösterilen hoşgörünün de Mısır’da İhvan hareketini ürkütmemek için yapıldığını düşünüyoruz. Tunus’ta yaşanan ‘yasemin devrimi’ Mısır halkına ‘biz de yapabiliriz’ duygusunu vermiştir. Nahda ve Gannuşi’nin muhteşem ‘başarı’ hikayesi İhvan kitlelerine bir ilham kaynağı olmuştur. 

      Mısır’da sahnelenen ve Haçlı-Siyonist mahfillerde yazıldığı aşikar olan ‘iki perdelik oyun’ Müslümanların ibret alması gereken bir hadisedir. İlk bölümde İhvan gönüllüleri alana sürüldü. Kurgulanmış seçimlerle Müslüman Kardeşlerin yönetime geçmesi temin edildi. 2013’te oyunun ikinci perdesinde ise İhvan kadroları, bütünüyle ABD’nin kontrolündeki, Mısır ordusu tarafından gerçekleştirilen, askeri bir darbeye maruz kaldı. Ve (Tıpkı 1982’de Suriye İhvanına yapılanlar gibi) özellikle sindirmek, yıpratmak ve yok etmek amacıyla yapıldığı çok açık olan bir gösteri şeklinde de savunmasız Müslümanlar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar; bütün İhvan kitlesi acımasızca katledildi. Mursi de zindanda ölüme sürüklendi.

       ‘Arap baharı’ olayları, Haçlı-Siyonist güçlerin saklı maksatlarına uygun bir şekilde en büyük zararı İhvan hareketine ve Sünni Müslümanlara vermiştir. Hadiselerin etkilediği Libya ve Yemen’de bir kaos ve iç savaş hali meydana gelmiştir. Mısır’da İhvan hareketi cinayetlerle bitme noktasına getirilmiştir. Suriye, ülkeyi bölmek için, dini ve etnik azınlıklara teslim edilmiştir; emperyalist güçlerin 82’de Hama direnişinde mücadele gücünü gördükleri Sünni Arap toplumu katliamlar ve sürgünlerle yok edilmiştir.

        YENİ BİR DÜNYA KURMAK

       ‘Gelin Tih Çölü’nün karanlıklarından çıkalım!’[5]

       Muhammed Kutub günümüzde İslam ümmetinin Tih’in karanlıklarında yolunu gösteren bir hidayet rehberi olmaksızın dolaştığını söyler. Müslümanlar bir sınav vermektedirler. Tıpkı geçmişte başka bir ümmetin de Tih ile müptela kılındığı, sınandığı gibi.[6]

       Müslüman toplumların yaşadığı problemler giderek düzelmemekte, aksine görünür bir şekilde yoğunlaşmaktadır. Ortadoğu’da daha bariz olmakla birlikte bütün İslam dünyasında tespit edilen bunalımın kaynağı nedir?

  1. İnsan ve medeniyet anlayışımızın batıdan farklı olmasıdır.
  2. Emperyalist güçlerin girişimleridir.
  3. İslam ülkelerinin askeri ve ekonomik açıdan zayıf olmasıdır.
  4. Müslümanlar arasındaki bölünmedir. Sünni ve Şii bloklar oluşmuştur. İran Şii karakteri belirgin bir siyaset izlemektedir. Türkiye hilafeti iptal etmiş, laik bir rejim tesis etmiştir; NATO üyesidir, AB üyesi olmak için çalışmaktadır. ABD, İran aracılığıyla Ümmeti bölerken, Türkiye üzerinden de Sünni dünyayı manipüle etmektedir.
  5. Batı’nın düşmanlık ve intikam duygularıdır.
  6. Siyonist İsrail devletinin varlığıdır.
  7. İslam dünyasının özgürlük arayışıdır.

     İslam’ın ilk dönemlerinde bilginin etkisi çok güçlü ve yaygındır. İlim kavramı İslam’da merkezi bir öneme sahiptir. Şekillendirici bir araç olarak ilim, Müslümanların medeniyet görüşünü şekillendirmiştir.

     Klasik dönemde (7-12. yüzyıl) Müslümanlar -Kur’an ve Hz. Peygamber’in(sav) hadisleri temelinde- bilgiye toplumun ve eğitimin her düzeyinde yer veren büyük bir medeniyet inşa etmişlerdir.

      İlk nesiller, İslam’ın dışındaki uygarlık donanımlarından hiç birisine sahip değildiler. İslam’dan önce bilimle hiç ilgisi olmayan topluluklar, bilim ve felsefe alanındaki çalışmalarda İslam’la güçlü bir motivasyon kazanmışlardır. Kur’an ile öğrenmeye yönelik davranışların gelişmesi ve İslam’ın getirdiği fikir yapısı, tarihte çok kısa sayılacak bir sürede, düşünce, bilim ve teknoloji alanında önemli bir atılımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öte yandan Batı ise Kilise’nin dünya ve gerçeklik hakkındaki düşüncelerinden uzaklaşarak (Endülüs yoluyla Müslüman bilginlerden bilimsel deney yöntemini öğrenerek) ancak bilimsel konularda bir gelişme kaydetmiştir. Dolayısıyla İslam medeniyetinin temelinde Kur’an ve Tevhidi düşünce varken, Batı uygarlığının temelinde sekülerizm ve din (Hıristiyanlık)’e karşıt bir tavır alma vardır.

      Batı uygarlığı, Tevhit merkezli İslam medeniyetine yabancıdır. Tarihten ve dünya görüşlerinden kaynaklanan sebeplerle Batılılar İslam’a ve Müslüman toplumlara kin, nefret ve düşmanlık duyguları beslemektedirler.

     Günümüzde İslam toplulukları var olan batı taklitçisi rejimlerde dinlerini tam bir özgürlükle yaşayabilecekleri bir ortam bulamamaktadırlar.

     Tüm bu hususları düşündüğümüzde Müslümanlar üst üste binmiş karanlıklarla kaplı bu iman ve eylemden yoksunluk çölünden nasıl çıkacaklardır?

      ABD ve müttefikleri, emperyalizme ve İsrail’e karşı direnen Sünni toplumları çıkarlarının önünde duran en kuvvetli set olarak görmektedirler. Müslüman Kardeşler hareketi bu topluluklara örneklik teşkil edebilecek yetkin bir modeldir. Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub bu hareket içinde, birbirlerini tamamlayan, en önemli isimlerdir.

      Müslümanlar, İslam medeniyetinin kaynakları olan Kur’an ve Sünnetteki anlayıştan zaman içinde uzaklaşmışlardır. Kur’an’dan öğrendikleri temel kavram sistemleri bozulmuştur. İslam toplumunun bu manevi çölden çıkması ve yeni bir dünya (İslam ahkamının uygulandığı bir devlet) inşa etmesi ancak, Kur’an-ı Kerim’in Tevhit, bilgi ve cihat gibi temel kavramlarına sahip çıkmasıyla mümkün olacaktır.

 

                      KAYNAKÇA

 

  1. Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, çev. Cemal Aydın, Timaş yay., İstanbul 2018
  2. Muhammed Kutub, Tih’ten Çıkış, çev. M. Beşir Eryarsoy, Buruç yay., İstanbul 2019
  3. Cemal Kazak, Devrimden Darbeye, Pınar yay., İstanbul 2018
  4. Ali Akgün, Benna, Kutub ve İhvan, Çıra yay., İstanbul 2021
  5. Fatih Okumuş, Tunus ve Mısır, Mana yay., İstanbul 2015
  6. Asaf Hüseyin, Batının İslam’la Kavgası, çev. Mesut Karaşahan, Pınar yay., İstanbul 2017

          

[1] R. Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, çev. Cemal Aydın, Timaş yay., İstanbul 2018, s. 67

[2] a. g. e. s. 461

[3] a. g. e. s. 136

[4] Cemal Kazak, Devrimden Darbeye, Pınar yay., İstanbul 2018, s. 71

[5] Muhammed Kutub, Tih’ten Çıkış, çev. M. Beşir Eryarsoy, Buruç yay., İstanbul 2019, s. 9

[6] Muhammed Kutub, a. g. e., s.10 ( Kur’an Hz. Musa zamanında Yahudilerin Rabbani emre karşı gelmeleri nedeniyle bu durumun oluştuğunu bildirir: ‘O yerde(Tih’te) kırk yıl süre ile şaşkın şaşkın dolaştılar’ (5/26)

 

Kaynak: farklı bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —