Sakin bir kafayla “Boğaziçi” konusunu yazarım diyordum. Yazı için bir takım ön hazırlıklar da yapmıştım. Ama ne mümkün?.. Bu ülkede her şey ne çabuk farklılaşıyor!..
Boğaziçi’nde olup bitenlerle ilgili paylaşımları izlerken zihnim, 80’li yıllara gidip geldi… “Var yasa, yok yasa, yeni yasa…” diye, sürekli değişen düzenlemeler karşısında zihnen eğlensek de gerçekte yaşadıklarımız bizden ne çok şeyi çalıyordu… Fakülte kapılarında “Giremezsiniz!” diyerek önümüze duvar olan “görevliler” zaman zaman, “ne yapalım yasa böyle, yönetmelik var!” gibi sözlerle vicdan yapıyorlardı, öğrenim haklarını kullanmak isteyen öğrencilere karşı.
Meclis koridorlarını arşınlamaktan, parti teşkilat ve merkezlerini ziyaret etmekten yılmış yorulmuştuk. Bazı vekiller bizimle görüşmemek için arka kapılardan kaçmaya çalışmış, bir kısmı insaflı davranıp “ne yapalım yasa böyle, yönetmelik var; bizim elimizden de bir şey gelmiyor!” gibi acziyet ifadeleri ile bizi dinler görünmüşlerdi. Biz de “böyle yasa mı olur, yasayı kim yapıyor, insanlar değil mi? Bu yasalar değişmeli, kaldı ki bu bir yönetmelik, bir gecede iptal edilebilir!” gibi kendimizce itiraz ve önerilerimizi dile getiriyorduk. İdarenin kendince “yasal” bulup dayattığı bir yasağa karşı, hak ve özgürlük bilinci ile direniyorduk. Boykottaydık ve aylar süren boykot esnasında hem yasakçılar hem de onların işbirlikçisi “mütedeyyin” bazı çevrelerce “militan”, “toplumun huzurunu bozan”, “kargaşa çıkaran”lar olarak nitelenmekten de kurtulamıyorduk. Uzun uğraşı ve fakülte idaresi ile süren pazarlıklar sonunda, en temel hakkımız gördüğümüz başörtüsü ile öğrenime devam imkânını elde etmiştik.
90’lı yılların sonuna doğru 28 Şubat süreci gerek öğrenciler gerekse iş hayatında olanlar için bir kıyım vesilesi olarak yeniden “yasal görünümlü” bir yasağı hayatımıza dâhil etmişti. Yine itiraz ettik; yine birçok sivil girişimlerde bulunduk ama yine “militan” ilan edilmiştik. Memuriyetten ihraçlar, devlet “kurumlarının huzur ve sükûnunu bozmak” ithamına dayandırılıyordu. Hatta halkın seçtiği milletvekili ki bugün mevcut hükümetin yurt dışı elçisi olarak görevlendirilmiştir, “devlete meydan okuyan” biri olarak meclisten atılmıştı. Ancak biz, o günün “devlet uluları” tarafından “militanlık” yapmakla suçlanırken, çoğunluk halkın “kahramanları” idik…
Evet, bütün bu olanlar sırasında ortada bir yönetmelik vardı; zaman zaman da “Yüce Meclis”ten çıkan yasalarla engelleniyorduk, başörtülü öğrenciler ve çalışanlar olarak. Ama bir yönetmeliğin olması, hatta bir “yasa”nın varlığı dayatılan tutumun doğruluğunu hele hele iyiliğini göstermiyordu. Evet, ortada bir yasa olabilirdi ama eşitlikçi ve özgürlükçü değildi. Demokratik bir katılımı sağlamıyor; her şeyden öte toplumsal vicdanı karşılamıyor hatta rahatsız ediyordu… Nerden baksanız tutarsız nerden baksanız haksız hukuksuzdu uygulamalar… Peki, Boğaziçi’nde ne olmuştu da bütün bunlar zihnime üşüşüvermişti?..
Boğaziçi’nde de “yasal” görünen ancak demokratik teamüllere uygun olmayan bir rektör ataması, öz saygı sahibi her kesimin itirazını ve haklı bir tepkiyi doğurdu. Aslında benzer birçok atamada olduğu gibi bir suskunluk ve sessizlik (!?), katılımcı ve eşitlikçi bir demokratik ilişki ve yönetişimi deneyimleyen Boğaziçililerden beklenemezdi ve öyle de oldu. Yapılan bu “yasal” ama “uygunsuz” atama işlemini ne hocalar ne de öğrenciler kabul ediyordu. Mevcut yönetim elemanları istifa ediyor, hocalar bu dayatmayı kabul etmediklerini ifade eden açıklamalar yapıyor, öğrenciler ise itirazlarını barışçıl bir yöntemle “boykot” biçiminde gösteriyorlardı. Toplumsal vicdan da önemli ölçüde öğrenciler lehineydi. Yapılan yanlıştan dönülmesi beklenirken, gençler “illegalleştirilip” barışçı itirazları “suç”laştırılmaya çalışıldı. Tıpkı yıllar önce biz başörtülülerin “illegalleştirilip” “militanlıkla suçlandığı gibi…
Geçmişte “gerici” ve “yobazca” bazı eylemler[1] devlet ulularının imdadına yetişiyordu; şimdi de ortaya çıka-rıla-n (!) bir çekim (?), tartışmanın ve haklı itirazların seyrini değiştirmeye yetmişti…
#AsagiBakmayacagiz; #KabulEtmiyoruzVazgecmiyoruz… etiketli Boğaziçili gençlerin paylaşımlarından söz ediyorum. Günlerdir üniversite avlusunda barışçıl bir eylem içinde olan gençlerin; bir “sanat sergisinde” kullanılmak için yapılan bir poster bahanesiyle derdest edilmeleri ve bir kısmının gözaltı hatta tutuklamaya maruz bırakılması karşısında verdikleri sesten söz ediyorum. Her ne kadar “hazır asker” pozisyonuyla her kıvılcıma kovayla ateş taşıma heveslilerinin çağrısı ile gerçekleşmiş görülse de bu gözaltı ve tutuklamalar, aslında mevcut yanlış uygulamaların sorumlularının, fırsatın kâra dönüştürülmesi bağlamında ne kadar da becerikli olduklarını da göstermekte.