Değerlerin Değişimi ve Ederi Üzerine

Muhittin Bağcı Yazdı;

Değerlerin Değişimi ve Ederi Üzerine

Yeryüzü ahalisinin umumi görünüşü her dönem ayrı bir anlam ve iz bırakır tarihe. Endişeli çehreler, meraklı çehreler, sorular sormuşta cevabını bulamamış çehreler, umuda tutunup tutunup düşen ve sonra tekrar tutunan çehreler, hiçbir şeye tasalanmayan, daima şaşmadan ilerleyen, vatanperverliği ve dindarlığı hap gibi yutan, itiraz etmeyen, bağıranlarla bağıran, susanlarla susan, alkışlayanlarla alkışlayan yığınlar… Her lahza bir menfaatin rüzgârıyla savrulan ya da başka birinin menfaatinden tırpan yiyen yığınlar. Seyri ürküten, içinde bulunulması korkutan, çoğaldıkça değerleri azalan yığınlar.

Toplumu bir arada tutan ve toplumsal hassasiyetleri belirleyen değerler denildiğinde öncelikle eşitlik, özgürlük, adalet, liyakat, nezaket, saygı, dürüstlük gibi evrensel değerler gelir aklımıza. İnsanların yaşamlarını bir arada sorunsuz devam ettirmelerini sağlayan siyasal, toplumsal, kültürel, ahlaki ilkeler ve kurallar bu değerler üzerine inşa edilir.

İnsanların genelde kabullenerek benimsediği, yaşamı düzenli ve anlamlı kılan bu ilkeleri ve kuralları; fertler, yekpare bir şekilde hayatlarına uyguladıklarında bütünlük tamamlanır. Ahalinin yekpare bir şekilde bütünlüğünü tamama erdiren ise bu değerlerin varlığının yanında onlara atfedilen, anlamı, önem derecesi ve işlevselliğidir. Varlığı kabul edilen bu değerlerin anlamı, önem derecesi ve işlevselliği yaşam alanında birbirine yakın derecede karşılık bulursa, yani ederi her zihinde ve yaşamadaki varlığına uygun kıymetlendirilirse adaletin, fedakârlığın, ahlaki değerlerin, özgürlüğün, liyakatin, nezaketin, saygının, dürüstlüğün ve insani yükselişin mükâfatı, her alanda “Ahsen-i takvim” olarak kendini gösterir.

Yaşamımıza yön veren kendi değerler sistemimizi, toplumda gezinen değerleri, yaşamın temel prensiplerine göre yorumlayarak, tahlil ederek ve süzerek oluştururuz. Bunu başaramazsak etrafımızda dolaşan, başkalarınca tanımlanan ve şekil verilen değerleri, farkına bile varmadan benimser, kendi değerlerimizmiş gibi kabullenir ve onun güdümü altına gireriz. Zira hangi değerlere sahipsek bizi yöneten odur. O değerlerle yaşanır, o değerlerle var olunur. Ve o değerler kuşaktan kuşağa aktarılır.

Toplumlar değerleriyle var olurlar, insanlar değerleriyle yaşarlar. İnsanlık tarihinin birikimi aslında değerler birikimidir.

Hepimizi tek tek yöneten temel değerlerimiz; isteklerimiz, ideallerimiz ve ihtiyaçlarımızla nitelik kazanır. Bu nitelik aslında onun ederinin de belirleyicisidir. Değerlerin işlevsel etkisi bu nitelik veya ederle hayattaki yerini alır.

Toplumsal değerlerin varlığı kolay kolay yok olmaz ama değişime uğrayabilir. Bu değişim kimi zaman, hayatın olağan akışında, doğal süreçte yaşanır, kimi zaman zorlayıcı veya özendirici süreçlerde yaşanır. Bu durumda kimi değerler güncelin gerisinde kalır, kimi değerlerin içi boşalır anlam ve önem derecesi eksilir, kimi değerler yerini yenisine, günceline terk eder. Değişime uğrayan değerler kendi benimsediğimiz temel değerlerimizin yaşam içindeki niteliğini de etkiler.

Değerlerin değişimindeki deformasyon, en derin şekliyle istek, ihtiyaç ve tüketim zincirinde yaşanır. Ardından hayatın içindeki etkileşim ve iletişime yansır.

İsteklerimiz, beklentilerimiz, hedeflerimiz toplumsal güç kaynaklarının oluşturduğu etkilerin güdümüne bırakıldığı an; tutunduğumuz, anlam bulduğumuz, sığındığımız, kendimizi ifade ettiğimiz, kendimizi iyi hissettiğimiz, yaşamımızı şekillendirdiğimiz temel değerlerimizin niteliği niteliksizleşmiş, ederi de eksilmiş demektir. Bu durumda; örneğin, tüketim dünyasında; insanın yerini müşteri, emeğin yerini para, hizmetin yerini kar alır. Toplumda; sevginin yerini şirin görünme, saygının yerini sayıyor görünme, dayanışmanın yerini üstün olma veya üstün olana bağlanma alır. Üstün olma eşitlikten çok daha yukarda bir değere tekabül eder. “Haklı olmak”, “güçlü olmak’tan” çok sonra gelir. Paylaşımda ve dağılımda ahalinin özgürlüğü hariç tutulur. İnsanlara hedef olarak “başarı” gösterilir, ama başarının tanımı, resmi tanımın dışına çıkamaz. Bu durumda artık her değer değerli değildir. Tutarlı yaşamın değerler manzumesi çizilmiştir. Listesi çıkarılmıştır.

Sırdaşı oldukları cemiyetin bu iç yüzünü apaçık görüp istihkar eden kimileri, değerlere karşı gelişen duyarsızlık ve ahlâksızlığa nizam vermek için bu değerler erozyonu ile boy ölçüşmeye yönelirler. Ancak bıkkınlık derecesine kadar boy ölçüşen bu kimseler hayrete düşerler, ümitsizliğe kapılırlar. Mücadeleden usanıp, gizli bir uyuşma neticesinde cemiyetteki fesatla kaynaşır, kendi kendini yıpratır, ahlâkî kayıtlardan uzaklaşırlar. Zamanla hiç bir şey hissetmez olur ve değerlerini tahrif eden kaideleri, gelişi güzel tatbik ile iktifa ederler. Hislerindeki isabeti muhafaza edemezler.

Böyle bir ortamda insan, ihtiras ve menfaatlerin savaş arenasıdır. Orada, saf ve temiz hisler nadir bulunur, tezahür eden hisler tanımsızdır. Nezih dostluklar beklenti ve çıkar ortaklıklarına ram olur. Ölçüsüz sadakatler ulvileşir. Düşünceden eser kalmamış, fikirler halvet odası cilveleşmelerine dönmüştür. İlim sermayeye kurban edilerek taklitlere intikal etmiştir. Formüle edilmiş gör­üşler, zihinleri orijinal fikir üretme zahmetinden kurtarmıştır! Durmadan vakit kaybedilir. Kucaklaşmaların arkasında derin bir ilgisizlik, nezaketin altında devamlı bir istihfaf saklıdır. Sığ nükteler, başıboş laflar, ötekinin berikinin çıkıntılarını çekiştirmeler ve sonra canhıraş beylik lâflar konuşmaların özünü oluşturur. İnsanı ve insanlığı üzerinde taşıyan değerler, zihinsel fay hattının kırılmasıyla oluşan ruhsal afet bölgelerine dönüşmüştür.

Devamı >>>