Değerlerimizin Yaşatılması

Şakir Diclehan Yazdı;

Değerlerimizin Yaşatılması

Hem insani ve hem de İslami bazı değerler vardır ki, bunların yaşatılmasında büyük yaralar vardır. Zamanın, değerinden bir şey eksiltmediği, kalıcılığını koruyan değerler, sırf eski olduğu için asla hor görülmemeleridir.

Yenilik de ancak koskoca bir insanlık değerler tablosuna bir ek, bir katkı, en azından bir renk, bir hava getirmişse, üzerinde durulmaya değer, yani kalacak bir şey getiren yenilikler bizi etkilemelidir.

Anadolu’da hala korunan ve titizlikle uygulanan bazı adet ve gelenekler vardır ki, uygulamaları, insanı mutlu ve bahtiyar etmektedir. Tüm sene boyunca çalışan ya da işe gidip gelen insanlar, bir deniz kenarında ya da bir yaylada dinlenme ihtiyacını hissederler.

İstanbul’un hay u huyundan uzaklaşmak için geldiğim bir kasabada sabahleyin adetim olduğu üzere yürüyüşe çıkmıştım. Fındık tarlaları arasında yürürken yere düşmüş elmalara gözüm ilişti. Alayım almayayım, helal midir, değil midir? Diye düşünürken yaşlı bir beyefendinin- mevsim gereği- fındık topladığını gördüm. Selam ve hayır dualardan sonra yere dökülmüş olan bu elmaları almanın helal olup olmadığı konusunda kuşkuluyum, ne dersiniz? Deyince buyurun komşuya gidelim, ona soralım dedi. Çünkü bahçe komşunun bahçesidir.

Bahçe içinde fındıkları kurutmaya çalışan bahçe sahibine selam verdikten sonra yere düşmüş elmaları alabilir miyiz deyince,  ne demek yerdekileri değil, ağaçtakileri istediğiniz kadar alın, helal olsun dedi.

Beni mal sahibine götüren ve konuşmasından beyefendi biri olduğu anlaşılan kişi, dur size bir poşet getireyim ve beraberce elmaları toplayıp poşete koyalım dedi ve gerçekten de dediğini yaptı.

Bu olay, kırk yıl önce Tokat/Niksar’da yaşadığım bir yaşanmışlığı hatırlattı bana. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki görevimi bırakmış, helal rızık için Irak’a ihracata başlamıştım. Şişe suyu talebi gelmişti Irak’tan. O zamanlar Türkiye’de sadece iki firma şişelenmiş su konusunda faaliyet gösteriyordu.  Birisi İzmir’de, diğeri de Tokat/Niksar’da idi.

Bir akşam otobüse bindim ve Niksar’a doğru yola çıktım. Amasya üzerinden sabaha karşı Niksar’a vardım.  Anadolu’da adettir lokantalarda sabahleyin çorba ikramında bulunurlar müşterilerine.  

Kendisiyle masayı paylaştığım kişi, bana,

– Herhalde yabancısınız deyince, evet sizin meşhur Ayvaz suyunu pazarlamak için geldim, dedim. Biraz sohbetten sonra izin istedi ve lokantadan çıkıp gitti. Ben kasaya yönelip borcumu sorunca,

-Efendim borcunuz yok. Ödendi, dedi. İşte Anadolu’da bu tür geleneklerdir ki, toplumun mutluluğunu sağlamaktaydı. Ahlak, bir ucu inançta, teoride, metafizikte, bir ucu uygulamanın sonunda, geniş kanatlı bir kartal gibi ruhumuza gölgesini salmış İlahi bir lütuftur. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Bunlar, anlatılıp geçilecek hikâyeler değil, ibret alınacak ve hayata geçirilecek örneklerdir.

Harun Reşit ile ilgili bir anekdot anlatılır. Harun Reşit, etrafındakiler ile ava çıkmış. Sonunda acıkmışlar, avladıkları hayvanları pişirmişler, yerken tuz almayı unuttukları anlaşılmış.

Halife, bir adamı, civar köylere tuz almaya göndermiş. Adama da tembih etmiş: “sakın parasını vermeyi unutma. Halifenin etrafındakiler:

-Efendim tuzdan ne çıkar? Köylüye, Halifenin alacağı tuz için para nasıl teklif edilir? Deyince Harun Reşit:

-Ben halife olarak bir köyden parasını ödemeden tuz alırsam, siz o köyün tamamını yağma edersiniz “diye cevap vermiş.

Dünyamızın, ülkemizin, insanlarımızın çektiği sıkıntı ve buhran, bir bakıma ahlak buhranıdır. Ahlakın gereğini yerine getirmek sadece İslami değil, insanidir de aynı zamanda…

 

Kaynak:Farklı Bakış