Tarih: 27.03.2020 14:18

Dedeliğe güzelleme

Facebook Twitter Linked-in

Koronavirüs salgınında ölümle neticelenen vakalara dair Çin, İtalya ve İspanya’dan ulaşan sonuçların, en hakiki bilimsel yalan olan İstatistiğe vurulmasıyla, ilgili dikkatlerin öncelikle yaşlılara yöneldiği malumdur.

Zira, bilim adamlarının tanılarına göre, Koronavirüs’e yakalanmanın en büyük belirtisi nefes tıkanmasıdır; ciğerleri şu ya da bu nedenle yorgun olanların, bu tıkanmaya karşı dayanması doğal olarak zorlaşmakta ve bu nedenle ilk planda ihtiyarlarımız doğrudan “yorgun ciğerliler” olarak meselenin ilk muhatapları haline gelmekteler.

Nitekim, Türkiye’de de buna itibar edilerek, ilgili tedbirler cihetinden ilk yasak, altmış beş yaş üstündeki yaşılılara uygulanmıştır.

Bilimsel dil duygudan arındırıldığı için, nezaketten, nüans zenginliğinden de yoksundur. Bizlerin, gündelik dilimizde aynı zamanda büyüklerimizle olan mesafe(sizliği)mizi de inşa eden nine, dede, pir, dedeyan, ihtiyar, yaşlı... vb. kelimelerin, sağlık biliminde de hiçbir karşılığı yoktur ve bir salgın durumunda bunların hepsi yaşlı-lık kelimesiyle ifade edilip geçilir.

Kaldı ki bu bahiste vaka kelimesinin kendisi bile son derece duygusuz, soğuk ve katı bir kelimedir.

“Koronavirüs vakasında dün on kişi öldü” denildiğinde, ölenler bir sayıya indirgenirken, bu nedenle sarsılan on aile, onlardaki acıyan kalpler, hüzünlenen gönüller; birinin babası, bir diğerinin dedesi, ötekinin ninesi, eşi, kardeşi, dayısı, teyzesi, amcası, yeğeni... olmak cihetinden inşa edilmiş bulunulan akrabalık, duygudaşlık, vefa, hatır ve hatıra... ilişkileri de kendiliğinden yoksanmış olur.

Bir şeyin yokluğu ya da olumsuzluğu ancak kendi cinsinden olan bir şeyle telafi edilebilir. Dolayısıyla, sağlık biliminin mezkur dilsel katılığı, soğukluğu, duygusuzluğu da yine ancak dil ile telafi edilebilir.

Bu manada, bizdeki mezkur uygulamanın başlangıcında, ne yazık ki, yaşlılıları kendilerinden kurtulunması gereken, atıl / yararsız bir insan grubu olarak niteleyen kültürlerin söylem tuzağına düşmekten kurtulamadık.

Neyse ki, çekirdek aile tipinin onca yaygınlaşmasına rağmen, aile tanımının hâlâ iki hatta üç kuşağın birlikteliği üzerinden yapılıyor olması sayesinde bu tuzaktan çabuk kurtulduk; polisçilik oynamaya meraklı kimi embesillerin birkaç ihtiyarımızı rahatsız etmelerinden öte ciddi bir vukuat olmadı, şükür. Bu müptezellerin hallerini tercüme cinsinden zaten söylemez miyiz hep: Güçlü olan merhametlidir; zalim olan korkaktır; susmasını bilenler en iyi duyanlardır; gevezelik edenler kendilerinden kaçanlardır; sabırlı olanlar nefislerine güvenenlerdir; sabırsızlar ruhen ödlek ve zayıf olanlardır; şımarıklar kendi varlıklarından utananlardır; ağırbaşlılar vakar, zevk ve neşe ehlidir.

Bizim yaşlılarımızla ilişkilerimizi belirleyen kültür, kavim anlamında milli tutumuzundan önce, din esaslıdır.

Türkçe meali “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.” şeklindeki İlahi buyruk (İsra Suresi, 17:23-24) ilgili kültür planında yegane şiarımızdır.

Nesiller arası ilişkiler bakımından bir silsileyi de ihtiva eden bu şiar, ebeveynden evlada doğru kesintisiz olarak akıp gider. Zanaatını miras aldığımız, meslekleriyle mesleklendiğimiz pirleri, sohbet halkalarında gönül ve dil zenginliklerinden nasiplendiğimiz ehli tarik dedeleri de ihtiva eden mezkur buyruk, böylece hayatımızın tümüne yayılarak belirler kimliğimizi, istikametimizi...

Yayılarak kuşatıcılığı artan bu idrak sayesindedir ki, önce bir çocuğu hayata hazırlamada anne / babalığın nine / dedeliğin bir bütünün parçaları olduğunu ve her parçanın kendi biricikliğiyle ebeveyn olma hakikatini tümlediğini biliriz. Nitekim, çocuğunu hayata hazırlama telaşından onu bihakkın sevmeye fırsat bulamayan anne / baba’nın bu eksikliği, nine / dedenin serazat sevigisiyle tamamlanır. Bu nedenle büyüklerimizin çocuk sevgisinin, ancak ihtiyarladığımızda torunlarımız sayesinde kemale erebildiğini söylemişler; bunu ağacı sevmekle meyvesini sevmek arasındaki farkı belirten bir mecazla pekiştirmişlerdir.

Bu esasların izinde, bizde yaşlı / ihtiyar denildiğinde, İdris nebinin marifetiyle, Lokman Hekim’in öğütleri yeniden dirilerek gençleşir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —