Bir yanda “Suriyeliler giderse ekonomi çöker, onlar ayakta tutuyor, sanayi batar” diyen Özhaseki, Aktay gibi AK Partililer var.
‘Delik deşik, kontrolsüz, sonuna kadar açık kapı’ politikasını haklılaştırayım derken kaçak işçi çalıştırılmasını, ucuz emek sömürüsünü savunduklarının farkında olmayanlar...
“Ensar zannettiklerimiz köle tüccarı çıktı” dedirtenler...
Patlayan vatandaş işsizliğinin bir nedeninin de göçmenler olduğunu ağzından kaçıranlar...
Çaresizlikten, politikasızlıktan düşüncesizce konuşanlar...
Artan göçmen rahatsızlığının ekonomik nedenlerini istemeden açık eden, toplumsal tepkilerin sebebini bilmeden doğrulayan şaşkınlar...
Diğer yanda ise “Bu misafirlik çok uzadı, isterse bana faşist desinler ama gitmelerini istiyorum” diyerek göçmenleri ekmek, su vermemekle tehdit eden, yardımları kesen CHP’li Bolu Belediye Başkanı Özcan var. Destekçileriyle...
Ve bu iki uç arasında salınanlar, “çok seviyorsan al evinde besle”ciler, iktidar karşıtlığı adına ayrımcılık, nefret ve düşmanlığı kışkırtan gizli-açık şovenler...
Al birini vur ötekine...
Bir de yanlış politikaların suçunu, ölümden kaçarak bize sığınanlara yıkmamaya, zorunlu göçün yol açtığı sıkıntıların acısını kurbanlarından çıkarmamaya, oturup çözüm aramaya çağıranlar var.
Kılıçdaroğlu’ndan Akşener’e, Davutoğlu’ndan Babacan ve Karamollaoğlu’na...Muhalefet liderleri, bu sorumluluk ve sağduyuyu öne çıkarmaya çalışıyor.
Ama ülkesini cehenneme çevirenlerin sillesini yiyenlere, kaçıp sığındıkları yerde bir sille de kendisi vurmaya can atanları kesmiyor.
Hangi yanlış politikalarla bu çıkmaza sürüklendiğimiz, işte bu hayhuy arasında güme gitmesin.
Yanlışlardan birini, Gelecek Partisi lideri Davutoğlu hatırlattı.
Dediği şu:
2016’da AB ile varılan vize muafiyeti anlaşması yokuşa sürülmese, 2 buçuk milyon mültecinin takriben yarısını bir yıl içinde Avrupa alacaktı. Sonra da almaya devam edeceklerdi. Aralarında dağıtıp yükü bizimle paylaşacaklardı. Şimdiki gibi bize “para verelim ama siz bakın” diyemeyeceklerdi.
O kadar iyiydi de niye mi uygulanmadı?
Davutoğlu, sırf başbakan olarak kendisine yaramasın, başarısından siyasi prestij elde edemesin diye sürecin kasten sabote edildiğini söylüyor.
Şahsi çıkar hesabıyla, kör bir ihtiras uğruna milletin menfaatine çomak sokulduğu ithamı, ağır.
Fakat doğruysa, ülkeye ödetilen bu bedelin vebali çok daha ağır.
İçi alaylı dışı kalaylı bir İstanbul
Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansının yeni filmi, bir “İstanbul” klibiydi.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un danışmanı Tayfun Topal, Fatih Altaylı’ya fikrini sormak için yollamış...
Altaylı da fikrini, Habertürk yazısında okurlarıyla paylaştı. Şu başlıkla:
“Keşke böyle bir İstanbul yapsaydınız”.
Başlıktan da anlamışsınızdır. İzlediği şeyi çok beğenmiş. Ama tanıtım filmi yerine İstanbul’un gerçeği niye böyle yapılmadı diye iğneliyor.
Çünkü anlatılan yer, İstanbul’a pek benzemiyor.
Filmdeki şehir, kıpır kıpır ve dahi pırıl pırıl bir eğlence merkezi.
Altaylı da buna takılıyor.
Madem iktidarda, İstanbul’u eğlencenin başkenti olarak pazarlama arzusu var...Niye eğlenceye düşmanmış gibi ona uygun bir İstanbul istemiyor?
Kendi tabiriyle:
“Film, mevcut iktidarın yarattığı ve istediği İstanbul’u yansıtmıyor.
Madem iktidar böyle bir İstanbul’un daha cazip, daha güzel ve daha çekici olduğunu düşünüyordu; niye İstanbul’u böyle yapmadı?
Keşke böyle şık bir İstanbul’u sadece filmlerde değil, gerçekte de yapsaydınız.
Hayalinizdeki İstanbul bu ise bugünkü İstanbul ne!”
Gerçi soran olmadı. Yine de fikrimi paylaşmama engel değil sanırım.
Altaylı’ya katılıyor ve arttırıyorum:
Ne yani, bu filmin gelgel yaptığı turist, nereye davet edildiğinden bihaber mi? Makyajla allayıp pullasanız da aslını haberlerden bilmeyecek mi? Ya da gelince görmeyecek mi?
İçi alaylı dışı kalaylı bir memleket imajı vermek yerine, keşke içi dışı bir görünme yoluna gidilseydi.
İçe başka dışa başka bir yüz göstermek, ikili oynamak, içe de dışa da yanlış mesajdır.