Fikirlerden çok kişilerle meşgul olmayı seven bir toplum olduğumuz için, Davutoğlu’nun açıkladığı programdan ziyade, AK Parti iktidarındaki görevlerine bakılıyor, bazı çevrelerde aleyhte bir faktör sayılarak “bagaj” diye niteleniyor.
Tabii ki önemlidir, fakat ben “tecrübe” diye bakmayı doğru buluyorum.
RASYONEL POLİTİKA
Davutoğlu o tecrübelerin de katkısıyla, konuşmasında “popülist hamaset” olarak nitelediği politika tarzını eleştirdi, “rasyonel” kavramını vurgulayan bir siyaset ve diplomasi tanımı yaptı.
Dış politika anlayışını “barış diplomasisi” ve “çok boyutlu esnek rasyonel diplomasi” olarak niteledi. Dış politika hedefini de şöyle tanımladı:
“Milletimizin uluslararası alanda onurlu bir yer edinmesi temel hedefimizdir.”
Cumhuriyet Türkiye’sinin de temel prensibi olan bu rasyonel politika tanımı; bugün AK Parti’de hala kullanılan ‘ümmet, gönül coğrafyamız, bu topraklar dar geliyor, Lozan’ı yutturdular’ gibi hamasi söylemden çok farklıdır.
Türkiye’nin şüphesiz güçlü ve kurumlaşmış bir modern diplomasi geleneği vardı; bunun adı “Hariciye”dir ve son yıllarda zaafa uğramıştır.
Davutoğlu bunu şöyle eleştiriyor:
“Son dönemde kişiselleştirilen ve yetkisiz aktörlerin devreye girmesiyle kurumsal niteliği zaafa uğrayan diplomatik ilişkilerin, köklü devlet tecrübemize dayalı bir şekilde yeni bir ahenge kavuşturulması zaruridir.”
GÜÇLER AYRILIĞI
Davutoğlu başbakanlığı döneminde şöyle diyordu:
“Herhangi bir şekilde gücün tekelleşmediği, güçler ayrılığı prensibinin en iyi şekilde gerçekleştirildiği bir anayasaya ihtiyacımız var.” (5 Ocak 2016)
Üç yıl sonra partisinin kuruluş toplantısında, aynı çizgide, şöyle konuşuyordu:
“Güç yozlaşması ve gücün tekelleşmesi birçok sapmayı doğurur. Buna karşı çare, güçler ayrılığı ilkesine dayalı demokratik hukuk devletidir. Güçler ayrılığı ilkesine dayanan yeni anayasal düzenimizde demokratik hukuk devleti ve milli irade perspektifiyle denetlenmeyen hiçbir güç olmayacaktır. Güçler ayrılığı garanti altına alınmalıdır…”
Davutoğlu haklı olarak CB hükümet sisteminde güç tekelleşmesi olduğunu, parlamentonun ve yargı bağımsızlığının zayıfladığını belirtiyor.
CB SİSTEMİ
CB hükümet sistemi, 15 Temmuz darbesinin yarattığı şok döneminde, enine boyuna tartışılmadan, geniş mutabakat sağlanmadan MHP’nin ani desteğiyle ve ancak yüzde 52 oyla referandumdan geçirilebildi.
Türkiye’yi 21. Yüzyılda yönetecek sistemin kamuoyuna Osmanlı fetihleriyle propaganda edilmesi, hamasetin rolü hakkında bir fikir vermeye yeter.
Güç tekelleşmesinin yanında tekniği de iyi hazırlanmadığından sistem çabuk metal yorgunluğuna uğradı. Ömer Çelik’in deyişiyle “kireçlenme”ler bir yıl gibi kısa bir sürede ortaya çıktı. Milletvekilleri kendilerini “Züğürt Ağa gibi” görmeye başladılar.
CB sisteminin daha hızlı ve etkin çalışacağı söylenmişti; devlet tecrübesine sahip Davutoğlu’nun tespiti şudur:
“Yeni sistemle birlikte; karar alma süreçlerinde ve yetki kullanımında yaşanan daralma yönetimde ciddi bir verimlilik, etkinlik ve güven sorunu ortaya çıkarmasının yanında, demokratik standartlarda da sert bir düşüşe yol açmıştır…”
Evet, 11. Kalkınma Planı’nın tarihimizde ilk defa gecikerek, hem de bir yıl gecikerek hazırlanması bunun kanıtlarından biridir…
Davutoğlu “demokratik parlamenter sistem” diyor.
CHP hiçbir zaman başkanlık sistemini istemedi.
Meral Akşener liderliğindeki İYİ Parti’nin temel ilkelerinden biri “rasyonelleştirilmiş parlamenter sistem”dir.
Ali Babacan da TV’de “Parlamenter sisteme geçmek, güçler ayrılığını tesis etmek gerekiyor” diye konuştu.
Saadet Partisi Lideri Temel Karamollaoğlu “kuvvetler ayrılığı”nı en çok vurgulayan liderlerden biri.
TOPLUMSAL DİNAMİKLER
Gücün tekelleşmesini gördükten sonra, toplumda parlamenter sistem, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, basın hürriyeti yönünde çok güçlü talepler gelişiyor.
Davutoğlu’nun deyişiyle “hamasetin özgün kavramları tükettiğini” toplum artık fark ediyo, sakin rasyonel dil isteniyor.
Dünden bugüne, “kısıtlayıcı laiklik anlayışı da, dine siyasal düzen içinde işlevsel bir rol tanımlama çabası da” denendikten sonra toplumda artık bu ikisinin de dışında “özgürlükçü laiklik” arayışı güçleniyor.
Türkiye’nin yarınlarını, öncelikle şehirlerde güçlenmekte olan bu özgürlükçü toplumsal dinamikler belirleyecek.