İnsanlar depreme nasıl tepki veriyorlar? Bir önceki hafta “algı boyutuyla depremi” değerlendirmiştik. Tekrar başa dönmek istemiyoruz, ama şunu hemen söyleyerek başlayalım: Depremin algı boyutu ile davranış boyutu birbiriyle çok yakından alakalıdır. Sosyolojide insanların şeylere “anlam yüklemesi”ni merkeze alan sembolik etkileşimci teoriye göre “insanlar şeylere anlam yüklerler ve bu anlamlara göre de davranırlar.” Şimdi bu önerme üzerinden gittiğimizde; eğer depreme “kader” diyorsak başka davranırız, “ihmal” diyorsak başka davranırız. Olaya “kader” diye bir anlam yükleyen insan, bunu “Allah’tan geldi, Allah’a rücu edeceğiz” diyerek sabır ve metanetle karşılar. Ama aynı depreme ihmal cephesinden bakan bir kişi, öfke ve isyan duygularıyla hareket eder.
Durum ne olursa olsun, davranış boyutuyla depremi konuşurken üç aşamalı bir süreç içinde yaklaşmalıyız:
- Deprem öncesinde insanlar nasıl davranıyorlar?
- Deprem sırasında ne yapıyorlar?
- Depremden sonra ne yapıyorlar?
Bilindiği üzere ülkemiz deprem kuşağında yer alan bir ülke ve özellikle belirli hatlarda deprem riski yüksek ve olduğunda da büyük hasarlar vermektedir. Ülke ve toplum olarak ilk defa deprem yaşamıyoruz. 1900-2000 yılları arasında farklı zaman ve mekanlarda 70 kez deprem olmuş ve bunların 16’sı, 7 üzerindedir. Tüm bu depremlerde binlerce insan yanında maliyeti çok yüksek maddi hasarlar yaşadık. Bu depremleri 2000’li yılların başında doğan ve büyüyen dijital kuşak pek bilmez. En fazla bildiği şey, ebeveynlerinin anlattıklarından ibarettir. Bunlar da yeni kuşaklara bir masal bir gelmektedir.
Son yirmi üç yılda 38 kez deprem atlattık. 6 Haziran 2000 yılında Çankırı’da bir deprem yaşanmış ve sadece üç can kaybı olmuştur. O günden bugüne Bingöl ve Van depremlerinde 100’ün üzerinde insan kaybı yaşanmıştır. Bu son deprem, tam bir felaket ve yüzyıllık deprem tarihimizde bir benzeri olmayan bir hadisedir.
Peki, bu kadar sık bizi sallayan ve geldiğinde de ağır hasarlar veren depremlere karşı ne yaptık? Ne kadar hazırlıklıyız?
Bu son deprem, öncekilerden ders çıkarmadığımızı ve aklımızı başıma almadığımızı net bir biçimde ortaya koyuyor. Şu son 3 hafta boyunca bölgeden gelen haberlerden neler neler duyduk ve kulaklarımıza inanamadık. Sözde deprem yönetmeliğine uygun yapıldığı söylenen birçok yeni yapı bina çöktü, pek çok binanın kolonlarının kesilmiş olduğunu hayretler içinde kalarak öğrendik, çürük binalarda insanların hala yaşadığını tespit ettik, kendilerine güvenmiyor olacaklar ki, birçok müteahhidin yurt dışına kaçma teşebbüsünde olduğunu gördük.
Ne yazık ki toplumsal hafızamız çok zayıf, daha dün yaşanan depremleri ve acıları hiç yaşamamış gibi yolumuza devam ediyoruz. Apartmanlarının kolonlarının kesildiğini gören sakinlerinden hiçbirinin kılı kıpırdamıyor, maliyeti düşürmek ve karı azamileştirmek için müteahhitler adi malzeme ve kum kullanmaktan kaçınmıyor, yeni ev alan vatandaşlar aldıkları evlerin depreme ne kadar dayanıklı olduğunu sorgulamıyorlar, çürük evlerde oturan vatandaşlar hiçbir gayret sarf etmeden oturmaya devam ediyor, daha da önemlisi yerel yönetimler ve merkezi otorite kentsel dönüşümü hızlandırmak için hiçbir gayret sarf etmiyor. Kentsel dönüşümü engelleyen yasal engelleri aşmak için hiçbir parti ve milletvekili yasa teklifinde bulunmuyor.
Tüm bunlar bizim deprem öncesi davranışlarımızın hatalı, ihmalkâr ve hatta duyarsız olduğunu gösteriyor. Deprem bilincimiz ve bir şey olmadan önce tedbir alma yeteneğimiz ve becerimiz çok zayıf. Gelecek temelli değil, ana odaklı bir yaşam yaşıyoruz. Tezekkür kabiliyetimiz, yani geçmişi anımsama ve değerlendirmeye yönelik düşünme biçimimiz yok. Nasıl olsun ki, Cumhuriyet döneminde dilde arındırma politikası izleyen kadrolar ve aydınlar “tezekkür” kelimesini sözlüğümüzden çıkardılar. Osmanlıca’ da sadece “T” harfiyle başlayan yedi tane düşünmeyle ilgili kelime var ve bunları hiç kimse bilmiyor. Tefekkür, Tezekkür, Tedebbür, Tefakkuh, Teemmül, Tefehhüm ve Tahayyül gibi düşünmeyle ilgili kavramların hepsini silip attık. Siyasi ve pedagojik otoriteler, yeni kuşaklara düşünmeyi öğretmek yerine, düşünmeden uzak tutmaya çalıştılar. Ezberci, taklitçi ve fırsatçı bir eğitimle insanları yozlaştırmaktan başka bir şey yapmadık.
Deprem öncesi aşamada nasıl davrandığımız ya da davranmadığımız açık. Peki deprem sırasında insanlar ne tepkiler veriyorlar? Bu tepkiler bilinçli tepkiler mi yoksa refleksif tepkiler mi?
Gümüş ve Gömleksiz (1998) tarafından Adana depremi sonrasında yapılan bir araştırmada “Deprem sırasında ne yaptınız?” sorusuna katılımcıların yüzde 55’i “dışarı kaçmaya yöneldim” derken, yüzde 12’si “hareketsiz kaldım” demektedir. İstanbul depremi sonrasında 2500 civarında katılımcıyla yapılan araştırmada “Aile fertleri deprem anında ev veya işyerinde ne yapacaklarını biliyorlar mı?” sorusuna yüzde 72,4 “evet” derken, yüzde 27,6 “hayır” demiştir. Aynı araştırmada “Bir deprem anında kapalı alanlarda (sinema, süpermarket, çarşı ve spor salonları gibi) nasıl hareket edeceğinizi biliyor musunuz?” sorusuna daha yüksek düzeyde (yüzde 33) bir kesim “hayır” cevabını vermiştir.
Bu veriler bize iki şey söylemektedir: İlk olarak bilgi ile davranış arasında bir fark bulunmaktadır. Kişilerin bir şeyi bilmesi, olay olduğunda o bilgiye göre davranacakları anlamına gelmemektedir. İstanbul araştırmasının gösterdiği gibi insanlar büyük çoğunlukla deprem sırasında ne yapacaklarını biliyorlar, ama Adana depremi verileri davranışların bilgiyle uyumlu olmadığını gösteriyor. “Kaçmak ve hareketsiz kalmak” refleksif hareketlerdir.
İkinci olarak hem kaçmak hem de hareketsiz kalmak uygun tepkiler sayılmaz. Depremler kısa süreli (1 ile 90 saniye arasında) sarsıntılar olduğu için kaçmak ve hareketsiz kalmak sağlıklı değildir. Uzmanlara göre başınızı elle veya başka bir şeyle (yastık veya kitap gibi) koruyarak güvenli bir yer bulup sarsıntı geçene kadar beklemektir. Düşmemek için bir yere tutunmakta önemlidir. Ama en iyisi, önceden düşünülmüş bir yaşam üçgeni oluşturup deprem anında onun içine girmektir.
Üçüncü aşamada, deprem sonrasında insanlar ne tür tepkiler vermektedir?
Sınırlı sayıda kişiyle yapılan nitel bir çalışmada (Ümmüşerif Gülmez; 2008) insanların en fazla dua ve zikir yaptıkları, korku, panik ve şok yaşadıkları tespit edilmiştir. İstanbul depremiyle ilgili araştırmada insanlar “muhit değiştirme, başkalarına yardım ve destek verme, eve girememe, kıyafet ve banyo-tuvalet alışkanlıklarında değişme” gibi birçok tepkiler verdiklerini söylemişlerdir.
Zikir ve dua, deprem sonrasında insanların en fazla yaptıkları şeydir. Hatta depremin etkileri üzerine yapılan araştırmalarda deprem sonrası kişilerin dini hayatında radikal dönüşümler olmakta ve birden insanlar, varsa kötü alışkanlıklarını terk etmekte ve dini ritüelleri yapmaya başlamaktadırlar. Şu bir gerçek ki, dini uğraşlar ve eylemler kişilerin yaşadıkları travmaları hafifletmekte ve kendilerini rehabilite etmekte önemli bir rol oynamaktadır.
Deprem sonrası davranışlar, başka krizlerin akabinde yaşanan olaylarla da benzerlik göstermektedir. Mesela bir kişinin çok yakın birini kaybetmesiyle birlikte yaşadığı duygular ve geçirdiği matem süresi, aynen depremzedeler için de geçerlidir. Çünkü depremzedeler de hem yakınlarını hem de mal-mülklerini veya işlerini kaybetmektedirler. Kayıp yaşayan bir insanın tüm halleriyle bu anlamda hallenmektedirler.
Gelecek hafta depremi “etkiler boyutu”yla daha geniş bir çerçeve içinde konuşmaya devam edeceğiz inş.
Kaynak: Farklı Bakış