Tarih: 18.12.2017 18:20

DR. Remzi Pekdemir´i Ölümünün 37. Yılında Anarken

Facebook Twitter Linked-in

1. Paylaşım savaşında ?İtilaf Ülkeleri? galip çıkmış, Osmanlı´nın da içinde olduğu ?Müttefik Ülkeler? ise mağlup olmuşlar ve İmparatorluk dağılmıştı. Osmanlı bu savaşta Balkanları, Kafkasları, Hicaz ve Bilad-i Şam´ı da kaybetmiş. Fransız ihtilaliyle ?ulus devletler? süreci yeni kurulan devletlere rengini vermiştir. Osmanlı bakiyesi olarak, daha çok Osmanlı Paşaları, ulema ve hürriyet yanlısı aydınların öncülüğünde 1. Meclis kuruldu. 1. Meclisin Kurucu kadroları İslam´ın birleştirici ve inşa edici paradigmasıyla yepyeni bir devlet kurmak istiyorlardı.

Birinci Meclisin kurucu kadrolarının baskın İslami karakterleri, paylaşım savaşının galiplerini rahatsız etmişti. Bir sulh anlaşmasıyla ?yeni devlet? nihai halini alacaktı ki; galipler buna kendi renklerini vermek istiyorlardı. Lozan´da sürdürülen müzakereler bir türlü sonuçlanmıyordu. Kurucu irade içerisindeki batıcı kadrolar karşı devrimle; Osmanlıcı ve İslamcı kadroları tasfiye ederek yeni Türkiye savaşın galiplerinin istediği bir yöne evrildi.

Yığınlarca insanın gencecik yavrularını feda ederek, gözyaşlarıyla ve alınterleriyle kurdukları devlet, ellerinin altında kayarak gidiyordu. Ülke yeni bir cahiliye dönemi yaşıyor ve yeni kadrolarca İslam´ın temel değerlerine savaş açılıyordu. Ülke adeta uzun yıllar sürecek yeni bir fetret dönemine girmiş, yıllar birbirini takip etmiş, dünya 2. Büyük bir savaş daha yaşamıştı, büyük hercümerçler olmuştu, Birleşmiş Milletler, NATO ve VARŞOVA paktları oluşmuş ve dünya ?soğuk savaş? sürecine girmiş, kutuplaşmalar bu paktların menfaatlerine hizmet etmişti?  

Türkiye´de 1950´li yıllarda iktidar değişikliği olmuş, ebedi ve milli şef dönemi bitmiş ve yeni bir dönem başlamıştı. 1960 yıllarda ebedi şeflerin intikamı ağır olmuş ve bir darbe yaşanmış, devrin Başbakanı ve 2 Bakanı ebedi şeflere adeta kurban sunulmuştu. Toplumsal travmalar yaşanarak toplumun belli bir kesimi mağdur edilerek büyük acılar yaşanmış. 1970´li yıllara gelindiğinde muhtıralar olmuş, sistemin güçlü olduğu ve haddini bilmeyenlere hatırlatılmıştı! Bunlar yaşanılırken çok zaman geçmeden yine özellikle gençlik arasında hareketlilikler yaşanmaya başlamıştı.

1970´li yılların ortasına gelindiğinde; gençlik hareketlerinin ve bu hareketlerde kutuplaşmanın, mahallelerin ve kasabaların bölünmüşlüğünün zirve yaptığı yıllardır. Bu dönemde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) ve AKINCILAR gibi organizasyonlar Müslüman gençlerin ocağı olmuştu. Bu ocak meyvelerini verme evresine girdiği bir dönemi yaşıyordu. Daha cevval, kabına sığmaz gençler Akıncılardan birikmeye başlamıştı. Akıncıların genel çizgisinden biraz daha bağımsız bir çizgi izleyen Fatih Akıncıları aksiyonda öncü bir rol oynuyordu. İslamcı gençliğin öncü kuşağının sembolü haline gelen Fatih Akıncıları dikkatleri üzerine çekiyordu.

1970´li yılların ortasında Fatih Akıncılarını farklı kılan; teşkilatta bir fiil görev alan gençlerin adanmışlığı ve davalarıyla bütünleşmeleriydi. Fatih Akıncılarının kendi içinde bir insicamı vardı, teşkilatta her bir fert elbette önemliydi ama buna rağmen öne çıkan sembol isimler vardı.  Bu sembol isimlerden bir olan ve hareketin aksiyon yönünü temsil eden genç şehidimiz Metin Yüksel olurken, bu cesur yüreğin bir parçası olan, birbirlerini bütünleyen bilge kahraman Dr. Remzi Pekdemir ve daha nice kahramanlar adeta destan yazıyorlar.

Devrim kıvılcımlarının çakan şimşeği olancesur bilek Metin Yüksel 23 Şubat 1979´da hayatını şehitlikle taçlandırırken; çağımızın bilge kahramanlarından olan alim ve önder bir şahsiyetin dava arkadaşını kaybettiği zaman o tarihi cümlesinde; ?vücudumun bir parçasını kaybettim? ifadesini bulan mana; adeta birbirlerini tamamlayan ?cesur yürek´ve ?bilge kahraman´ı bize hatırlatıyordu.

18 Aralık 1980´de vefat eden,bu cesur ve bilge kahramanımız Dr. Remzi Pekdemir´in vefatının 35. Yıldönümünde, dava arkadaşı;Mustafa Demirci,13-04-2015´de kaleme aldığı yazısında duygularını ve şahitliğini aşağıdaki metinde ifade etmiş, bizde bu içten ve aşkın olan metni sizinle paylaşmış oluyoruz. Bu vesileyle şehidimiz Metin Yüksel´i, dava arkadaşı Dr. Remzi Pekdemir´i ve dava arkadaşlarının vefat edenleri rahmetle anıyor hayatta olanlara istikamet üzere hayatlarını devam ettirmelerini Rabbimizden niyaz ediyoruz. Sizi Mustafa Demirci kardeşimizin değerlendirmesiyle baş başa bırakıyoruz.

?Kendisini tanıyanların, onu bütün yönleriyle anlatabilmesi, tanımlayabilmesi, hakkıyla ifade edebilmesi gerçekten çok zordur. Bu zorluk, onu tam anlamıyla anlatabilecek, tarif edebilecek ve tanımlamayacak cümleleri kurabilmekten kaynaklanmaktadır. Hani insanların bazen büyük bir umutsuzluğa kapıldığı, karamsarlığın insanı çepeçevre kuşattığı, bütün çıkış kapılarının kendisi için adeta sıkı sıkıya ve tamamen kapandığını zannettiği anlar vardır ya, dünyası daraldıkça daralır ve insan boğulacak, patlayacak gibi olur ya, var oluşunun anlamsızlığını kabullenir ve ölüm, artık onun özlem duyduğu tek gerçek haline gelir. İşte tam o anda, birdenbire bu umutsuzluğu, bu karamsarlığı, bu daralmayı tamamen ortadan kaldıran çok ender, ender olduğu kadar da paha biçilmez bazı şeyler olur ya.

İşte Dr. Remzi, onu tanıdığımız o dönemlerde bu durumda olanlar için, o şeylerden biridir. Bir ümittir o, bir ışıktır insanı aydınlatan ve ısıtan. Bir iman kalesi, bir dayanak ve bir destektir o. Bir sığınaktır, bir limandır o büyük fırtınalardan kaçan ve kurtulmak isteyenler için. Bir şefkattir, bir sıcaklıktır o insanın ta içini ısıtan, umutlandıran, yenileyen, motive eden ve bileyen bir enerjidir, bir kararlıktır, bir inançtır o. Onunla tanışıp konuşan herkesin, onun hakkında kesin olarak varacağı ortak noktaların başında onun bu özelliği gelir. Onun için umutsuzluk, yıkılmışlık, çaresizlik, güvensizlik, yılgınlık ve isteksizlik diye bir şey yoktur. Bu tanımlardan o kadar uzak, o kadar uzaktır ki, belki de bu uzaklıktan ötürü olsa gerek, o, bu kavram ve kelimeleri, ya tamamen unutmuş veya bilinçli olarak hafızasından ebediyen silmiştir. Onun bu kelimeleri kullandığına hiç kimse şahit olmamıştır. Onun en çok kızdığı ve sinirlendiği anlar, onun yanında bu tür kelimelerin kullanıldığı anlardır. Birkaç dakika bile olsa onun yanında oturup, onunla konuşan bir kimse, eğer varsa bir sıkıntısı, üzüntüsü, ümitsizliği, yılgınlığı veya yorgunluğu bu hal ondan tamamen gider, artık o ümit dolu, güven ve huzur içinde ruhunun derinliklerinde bir hafiflik hissederek onun yanından geri döner. Onda yenilenir, tazelenir ve adeta yeniden dirilir ve dünyaya gelir.

Onu tanıyan her insan, çok, ama çok kısa zamanda dünyanın gidişatının değişeceğini, kötü insanların iyi insanlara dönüşeceğini, zulmün ortadan kalkacağını, sömürünün yok olacağını, İslâm devletinin kurulacağını, böylece insanlar, hürriyet ve barış içinde adalet ve doğruluğun hâkim olduğu yeni bir dünyada huzur ve mutluluk içinde yaşayacağına yüzde yüz inanır. Hayatını onun kadar aşkla, şevkle ve heyecanla dolduran bir başka insanı şahsen ben tanımadım.

Bu dönemde başkalarının da böylesine bir insanı tanıyacağını hiç sanmıyorum. İslâm dinine bu kadar inanmış, yüce Allah´a sonsuz bir güvenle bağlanmış, olağanüstü bir iç huzur yaşayan böyle sıradan bir insana rastlamak bu asırda gerçekten de Allah´ın, İslâm dinine güvenleri sarsılmış insanlara gösterdiği bir başka mucizesi olsa gerek. Son nefesine kadar Allah´a olan imanını başkalarına yansıtmak, onlara İslam sevgisini aşılamak, insanlara İslam´ın bahşettiği iç huzuru yaşatabilmek için çırpınmış ve böylece son nefesini vermiş olmak, bugün için birçok Müslüman´a sahip olmayan Ona has bir özelliktir. Bugün ben dâhil onu tanıyan herkes, ama istisnasız herkes onu çok ama çok arıyor. Onsuz dünyamızın son derece eksik, yavan, heyecansız büyük bir boşluk içinde olduğunu bütün zerrelerimizle hissediyoruz. Bilakis bunu yaşıyoruz.

Keşke O şimdi aramızda olsaydı diyoruz. Onu çok ama çok özlüyoruz. Onu rahmetle, minnetle ve şükranla kalbimizde yaşatıyoruz.?

Diyerek Mustafa Demirci kardeşimiz duygularını satırlara dökmüş. Bizde elan bu bile kişileri selamlıyor ve rahmetle anıyoruz.





Orjinal Habere Git
— HABER SONU —