Mısır Kralı Faruk, 16 Ekim 1951 günü kendisini “Mısır ve Sudan’ın Kralı” ilân ettiği zaman, uluslararası camiadan şaşkınlık dolu tepkiler yükselmişti. Tamamen sembolik değerde olan bu adım, Mısır’ın Nil Havzası üzerindeki egemenlik hayallerinin yeniden ifadesinden başka bir anlama gelmiyordu. Karar hiçbir ülke tarafından tanınmadı. İlginç olan, Kral Faruk’un hamlesine en sert reaksiyonu İngiltere’nin göstermiş olmasıydı. İngilizler, “Mısır, Sudanlıların kendi kendilerini yönetme iradesine saygı duymalıdır” diyordu. Oysa Sudan toprakları, 1899’dan itibaren fiilen İngiltere’nin tasallutu altındaydı.
Kral Faruk 1952’nin temmuzunda “Hür Subaylar” cuntası eliyle devrilip İtalya’ya sürgüne gönderildikten sonra, Mısır’da krallık rejiminden cumhuriyete geçildi. Yeni dönemin ilk cumhurbaşkanı General Muhammed Necîb, Sudan’ın bağımsız bir ülke haline getirilmesinde ısrarcıydı. Sudanlı bir annenin oğlu olarak Hartum’da dünyaya gelen Necîb için bu mesele, bir tür vatan davasıydı. Kral Faruk’a “Sudanlıların kendi kendilerini yönetme hakkı”yla itiraz eden İngiliz diplomatlar, Mısır’ın yeni yönetimine de direniş gösteriyordu. Taraflar arasında sürekli devam eden gerilim ve tartışma dolu bir pazarlık sürecinin ardından, Sudan’ın 1 Ocak 1956 itibariyle bağımsızlığına kavuşturulmasında mutabakata varıldı.
Ne var ki, bağımsız Sudan’ın başından krizler eksik olmayacaktı:
DARBELER SİLSİLESİ
17 Kasım 1958 günü gerçekleşen askerî darbe, sadece Sudan tarihinin değil, modern dönemde Afrika tarihinin de ilk başarılı darbesiydi. İlkti, ancak son olmadı. 1958-2021 tarihleri arasında, Sudan ordusu veya ordu içindeki bazı klikler, siyasî arenaya tam 35 kez müdahalede bulundu. 1959 (iki kez), 1966, 1970, 1971, 1975, 1976, 1977, 1985, 1990, 2008 ve 2021’de başarısız darbe girişimleri yaşandı. 1969 (üç kez), 1970, 1973, 1981, 1984, 1990, 1991 (iki kez), 1992 (iki kez), 1996, 2004 (iki kez), 2007 ve 2012’deki girişimler ise daha sahneye konulamadan bastırıldı.
1958’deki ilk darbeden sonra, 1969’da yönetime el koyan Cafer Muhammed Numeyrî 1985’te General Abdurrahman Sivâr Zeheb tarafından devrilinceye kadar iktidarda kaldı. General Sivâr Zeheb, Arap dünyasında “zâhid başkan” lakabıyla anılacak kadar, siyasî hırslardan ve makam sevgisinden arınmış bir insandı. Nitekim yönetimi hızlı bir şekilde sivillere terk ederek sahneden çekildi. Tam üç yıl önce, 24 Ekim 2018 Çarşamba günü, vefatı münasebetiyle bu köşede kendisini anlatmıştım. Yakın tarihin bu çok sıra dışı aktörüyle ilgili ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurları, o makaleye yönlendirmiş olayım.
SULAR DURULUR MU?
Sudan’ın bağımsızlıktan sonra yaşadığı bu tek gerçek demokratik süreç, 1989’da General Ömer Hasan el Beşîr’in düzenlediği yeni bir darbeyle nihayete erdi. Beşîr’in kendisi de, 30 yıldan fazla süren iktidarı sırasında yetki verdiği ve güçlendirdiği askerler kuşağı tarafından 11 Nisan 2019’da devrildi. Askerler, bir zamanlar mutlak biçimde itaat ettikleri Beşîr’i demir parmakların ardına hapsetti.
Ömer el Beşîr’in iktidardan uzaklaştırılmasından bu yana geçen yaklaşık iki yılda, Sudan’da bir darbe girişimi bir de darbe yaşandı. Öyle görünüyor ki, bundan sonra da rutin aralıklarla askerlerin müdahalelerini izlemeye devam edeceğiz.
KİMSE DIŞARIDA DEĞİL
Sudan’ın yakın tarihini askerî darbeler silsilesi üzerinden okuduğumuzda, şunu söylemek mümkün: Ülkede herhangi bir şekilde, ordunun kurduğu düzenin dışına çıkabilen herhangi bir siyasî aktör olmamış. Kitapları Türkiye’de ilgiyle ve merakla okunan meşhur mütefekkir Hasan Turâbî bile, dönem dönem askerî darbelerin sıkı bir destekçisiydi. Ülkenin genel atmosferine ordu hâkim olunca, hareket edebilmek ve adım atabilmek de başka türlü mümkün değildi zaten. Dolayısıyla Turâbî’yi kınamak yerine, onun zikzakları üzerinden Sudan’ın politik ve sosyal bünyesini okumaya çalışmak daha doğru.
Sudan, İslâm dünyasında askerlerin sistemin sahibi ve kendisi olduğu ülkelerden biri. (Listede Mısır, Pakistan, Cezayir gibi ülkeler var malum.) Bu açıdan bakınca, üst üste darbelerin yaşanıyor oluşu sürpriz değil. Mevcut düzenin günün birinde değişip değişmemesi ise, tamamen sosyal bünyeyi oluşturan kitlelerin talep ve ihtiyaçlarına, içerideki bütün aktörlerin bu düzenin değişmesini gerçekten isteyip istemediklerine bağlı.
İslâm dünyasına dışarıdan “demokrasi ithali”nin neden çoğu kez kaosa yol açtığı sorusunun cevabı da burada saklı.