Daralan Zihin Dünyaları

Ali Haydar Haksal- 05.03.2018

Daralan Zihin Dünyaları

Kiminle nerede nasıl bir arada olunacak, nasıl konuşulacak? Sorular ve sorunlar iç içe. Olması gereken soru sorma cesaretinin olması. Eğer soru sorulamayacak bir ortamda isek ciddî durumlar ile karşı karşıyayız. Gerilimin alabildiğine yoğun olduğu, insanın insandan çekindiği, konuşabilme, sohbet edebilmenin yoksunluğu, güçlünün elindeki olanakları sınırsız kullandığı, karşı tarafın ise iyice pustuğu varit ise bir dengesizlik olduğu kesin.

İnsanı koruma, kollama, kazanma, birlikte olabilme insanî bir sorumluluk. İnsan gaflette, yanlış bir yolda, ya da kendine göre bir dünyada ise ona ulaşmanın birlikte olabilmenin bir yolu mutlaka var ve olmalı. İnsanın insanı sevmesi birlikte olabilmesi çok da zor olmasa gerek. İnsanın muhatabı insan. İnsan ruhuna hitap edilebilecek bir kanal, bir damar, bir yol, girilebilecek bir kapı mutlaka var.

Yaratılmış olanların hiçbir şey nedensiz değil. Farklılıklar, insan çeşitliliği kâinatın zenginliği.

Düşüncenin, sanatın, şiirin geri planda olduğu bir zamandayız. Şiir veya sanat deyip geçemeyiz. İnsan ruhuna en çok etki eden bir dil. Peygamber sevgisinin ve aşkının vecde dönüşmesi şiir iledir. Bir naat, bir mevlit sayısız vaazdan çok daha etkilidir. Hakiki ve samimidir. Çünkü bu aşk ve vecd dilidir.

Eğer şiir hayatın içinden çekilmiş ise insan ruhunun inceliklerinden söz edilemez. Siyasanın sert ve katılığını ancak şiir ile eritebiliriz. İnsanın başına tokmakla vurur gibi indirilen her sözcük ruhu yaralar. Şiirsiz olanların halleri ortada. Dilleri ve üslupları ortamı yakıp yıkıyor. Onlara yıkım ameleleri dense yeridir. Yıkım işin kolayı.

Siyasa üreten değil tüketen bir alan. Siyasa mensuplarının, yöneticilerinin gücü de bir yere kadar. Çekişmenin, zıtlaşmanın, hayatın hemen bütün zamanlarını gerilime odaklamanın ömrü de bir yere kadar. Kişinin gücü, gücü kadardır. Ölümlüdür. En güçlü siyasi liderler veya komutanların ömrü bir romanın, şiirin, na´tın, mevlidin yanında bir hiçtir. Eğer tasavvuf gibi nefsi terbiye eden ya da benzeri ruh halini yaşamayanların varlığı hayatı çoraklaştırır. İnsana ruh veren manevi ortamların yoksunluğu hayatı çekilmez kılar. Hele hele bu tür ruhsuzlar yönetici ise.

Siyasa insanları çıkarcı ve pragmatisttir. Pratik, günübirlik düşünür, hatta düşünmeye zamanları pek olmaz. Çünkü okumazlar. Ellerindeki hazır kalıplar ile yetinirler. Bir de ölçü yabancılık içeriyorsa. Hatır, vefa yoksunluğu varsa?

Şiiri şiir olarak değil, slogan olarak kullanırlar. Çünkü onlar şiiri de bir araç ve malzeme olarak kullanırlar. Ruhuna vakıf olmazlar. Günümüz siyasa dili ile şiir örtüşmüyorlar. Birbirine zıt kutuplardır.

Bir toplumun sanatçı ve düşünürleri siyasa insanlarının güdümünde, onların gözlerinin içine bakıyorlarsa onlar alanlarını terk etmiş oluyorlar. Güdümleniyorlar. Onlar da siyasanın çıkarlarından beslenirler.

Sanat ve düşünce siyasa insanlarını beslemiyor ve yön vermiyorsa o zaman alanlar iyice daralmış oluyor.

Siyasa adamları; şairleri, düşünürleri sevmezler. Kendilerinde sanatçı ruhu yok. Osmanlı sultanları eleştiriliyor genelde. Onların her birinin birçok hüneri var. Halid Ziya Uşaklıgil Sultan Reşat´ın yanına kontrol altında tutmak için bir denetmen olarak yerleştiriliyor. Fakat etkilenen ve dönüşen Halid Ziya oluyor. Çünkü o da bir sanatçı. Sanatçı sanatçının dilini anlar, kaynaşırlar.

İnsanlar sözcükler ile de dayak yiyorlar. Bu, azarlanmanın ötesinde bir durum. Fuzuli´nin:

?Selam verdim rüşvet değildurdeyu almadılar? deyişi bin nasihatten daha iyidir. Belleklere yerleştiği gibi duruyor, unutulmuyor.

Bugün büyük düşünürümüz üstad Sezai Karakoç´tan kim ne kadar beslenir ve feyz alır? Durum ortada.