Dalgalar peşi sıra gelir

Ali Haydar HAKSAL

Dalgalar peşi sıra gelir

Hayat rastlantılarla yürümüyor. Hemen hiçbir şey bir tesadüfe bağlanamaz. Nedensiz bir şeyden söz etmek ne kadar doğru olur? Şartları oluşturanların arka planı bilinmeden bir hükümde bulunmak sağlıklı sonuçlar doğurmuyor.

Günümüz ilişkileri çıkar üzerine. Çıkarları bozulanlar yeni kapılar ararlar. Bundandır ki insanların dalgalar hâlinde savruluşları doğal. Siyasal dalgalanmalar artık ideolojik değil çıkar duygusu bütün bunları ortadan kaldırdı. Geçmişte çok keskin siyasal görüşleri olanların çok azı kaldı. Diğerleri oradan oraya savruluyorlar. İdeal değerler de yok. Yakın zaman siyasal partilerdeki hızlı akışlar bunun açık göstergesi.

Irkçılığı önceleyenler; geçişlerde kalın duvarlar örüyorlar, perdeler geriyorlar. Bu perdeler ortadan kalksa durum çok daha değişik olur.

Dalgalar geldikçe ardından bir yıkım bırakır. Geçmişi siler yerine yenisi gelir. Bu, bununla kalmaz ardı sıra yenileri gelir. Dalgaların hızı durumları belirler bir bakıma.

 

Türkiye´de keskin sağ sol ayrışmaları geride kaldı. Kesimleri buluşturan ve bundan harmanlanarak bir yapı oluşturmak da iyi sonuçlar vermiyor. Bir araya gelen çıkarcı kişiliklerin iç çekişmelerine tanık olunur. Kim bir yerde kendine yer buluyorsa orada bulunur, güç güç olduğu sürece kalıcı olur. Yeri ve zamanı gelince bir başka güçlü dalgaya kapılır. Özalizm dünya görüşünün bir süreci de denilebilinir buna.

Son zamanların çekişmeleri de bunun tam bir göstergesi. Sol diye bilinen siyasal yapı çevresinde bulunan çok güçlü kimi insanlar karşı tarafa geçti. Bugün için de durum bir bakıma aksini gösteriyor. Bunları bu insan tipleri içinde yadırgamamak gerekiyor.

Bir yerde yer kapmak bir iş ya da bir meslek. Geçmişin keskin ülkücüleri dövüştükleri, birbirlerinin kanını akıttıkları bir oluş içinde yer alabiliyorlar. Ve içselleştiriyorlar.

Buna ister idealsizlik deyin ister davasızlık ne yazık ki durum bu. Müslümanlar açısından kaygı verici olan da bu. İlkesizlik ve dalgalara kapılmak. Güçlü olanın yanına savrulmak. Çileyi göze alamamak. Sabırla evinde, ocağında olmayı bilememek. Bu bir vazgeçiş.

 

Numan Kurtulmuş Saadet Partisi´nin İstanbul İl Başkanı olduğu yıllar. Ben de yönetimdeyim. Önemsediğim iki önemli anekdot var. Kişiler hayatta olduğu için anlatmakta bir sakınca görmüyorum. Cevap haklarını sağlamak adına.

İlki, Erzurum Aşkale ilçesi AGD bir yarışma düzenlenmiş, üstat Necip Fazıl üzerine bir konferans vermek üzere davet edilmiştim. Program başlamadan önce bir çay bahçesinde oturuyoruz. Numan Kurtulmuş, Ahmet Demircan, Lütfü Esengün ve Suat Pamuk geldiler. Sohbet ettik, onlar Erzurum´a geçti. Biz de programımızı yaptık akşam Erzurum il divanı veya kongresi var. Oraya geçtik. Siyasal konuşmalar yanında, beni de Milli Gazete yazarı olarak konuşmaya davet ettiler. Çok kısa bir konuşma yaptım.

Geçmişte yaşanan, klasik eserlerde geçen bir meseli anlattım. Bahis mesnevide de geçer. Adamın biri, yatalak olan yaşlı babasına bakmaktan yorulur ya da bıkar. Bir gün onu bir küfeye koyar sırtına alır götürür bir dağ eteğine bırakır, küfeyi de oraya bırakır. Ayrılırken, babası peşinden seslenir: ?Oğlum o küfeyi beraberinde götür.? ?Neden?? diye sorar oğlu. ?Çünkü o küfe ile ben de babamı getirip bu dağ eteğine bırakmıştım.?

Bir diğeri de partinin il yönetim toplantısında genel değerlendirmeler yapılırken söz aldım. AK Parti ile büyük bir kitlenin savrulduğunu, geriye gençler ile yaşı ellinin üzerinde olan bir kısmının kaldığını. Gençlerin, bilgi, düşünce, siyasal tarih bilinci, genel tarih bilinci, medeniyet düşüncesi gibi konularda iyi beslenmesi gerektiğini. Eğer bunlar yapılamaz ise içimizden yeni bir AK Parti veya benzerinin çıkacağının kaçınılmaz olduğunu belirttim. Aslında daha başka anekdotlar da var. Bugün için ayniyle benzer durumlar yaşanıyor. Kimse ne babayı, ne davayı, ne inancı önemsiyor. Gücün dalgaları yeni savrulmalar getiriyor ve getirecek. Kaçınılmaz bir durumdur bu.