‘‘Bugün bayram / erken kalkın çocuklar / Giyelim en güzel giysileri / Elimizde taze kır çiçekleri / Üzmeyelim bugün annemizi’’
Hangi yaşta olursak olalım Barış Manço’nun şarkısını hepimiz hatırlarız.
Hiç değilse ben her bayram hatırlıyorum.
Şarkının sözleri, ebediyete uğurlanan bir anne için de yazılmış olabilir, ziyaret için yanına gidilmesini bekleyen bir anne için de…
Bugün maalesef ikisini de yapabilecek durumda değiliz.
Anne-babalar olarak her bayram birlikte olmaya alıştığımız evlatlarımızı ve yakınlarımızı uzaktan bile göremeyeceğiz. Her bayram uğramaya alıştığımız büyüklerimizin kabirleri de bizleri bekleyecek, ama orada olamayacağız.
Çocukların en güzel giysilerini giyeceklerinden de kuşkuluyum.
Adı yine bayram bugünün, ancak bayram yalnızca adda kalacak…
Yazarken bile insanın içi sızlıyor…
Bayramlar aynı zamanda geçmişin muhasebesinin, geleceğin planlamasının yapıldığı günlerdir. Bayram günlerinde hayatın tatille durmasının sebebi bu olsa gerek.
Neyin muhasebesini yapacağız? Geride bıraktığımız kayıp 1,5 senenin hesaba olumlu katabileceğimiz bir yönü mü var?
Dünya açısından durum böyle, bizler açısından durum daha da puslu.
İleriye dönük planlama bir tarafa, günü bile doğru dürüst değerlendirebilecek durumda değiliz.
Maalesef.
Doğası gereği insanlar sevmeden-sevilmeden yaşayamıyor. Sevgimizi karşımızdakine göstermemizin birkaç jesti var. 1,5 yıl o jestlerin tamamı hepimize yasaktı. Kimseleri kucaklayamıyoruz, karşımızdakini öpemiyoruz…
Sevgisiz günlerde bayramı idrak etmekteyiz.
Her yerde kan var.
Kan olmayan yerlerde de kavga var.
Virüs bile biz dünyalılara ortak bir kaderi paylaştığımızı hatırlatamadı. Her ülkede binler, onbinler, bazılarında yüzbinler salgın yüzünden hayatını kaybetti; toplam 3,5 milyon insanoğlunun canı virüsle yok oldu.
‘Ortak kader’ bu.
Ancak zengin ülkelerde yaşayanlar ile fakir ülke insanları arasındaki uçurumun derinliği bugüne kadar hiç bu denli belirgin olmamıştı.
Zenginler aşılandı, normal hayata dönme hazırlığında; fakirler ise aşısızlıktan her gün çok sayıda insanını kaybediyor.
Ne olacak şimdi? Zenginler virüs korkusuyla fakirleri ülkelerine sokmayacak, fakir ülkelerden uzak mı duracaklar?
Öyle bir dünyada zengin olmanın anlamı ne?
Fakirler bu yeni duruma isyan etmeyecek mi?
Dünya nasıl bir dünya olacak?
Yazdıklarımın bayram günlerinin beklediği türden olmadığının elbette farkındayım. Fakat bu bayramda bu hislerimi paylaşmayacağım da ne yapacağım?
Önümüzde bir dahaki dini bayrama -Kurban Bayramı’na- kadar yaklaşık 70 gün var. Bu 70 günü yalnız kendi durumumuzu iyi değerlendirip sorunlarımızı arkada bırakacak atılımlar için değil, dünyamızın sorunlarına kafa yormak için de değerlendirmeliyiz.
O zamana kadar geçireceğimiz günlerimize hazırlık olsun diye bir dizi soruyu peş peşe paylaşacağım.
Sorularım şunlar:
İnsanların iyiliği için mi gayretimiz, yoksa yaptıklarımız daha kötü bir dünyayı mı çağırıyor?
Uygarlığa katkımız ne?
Bizim için iyi şeyler düşünmeyenler bizi yakından tanıyınca pişmanlık mı duyuyorlar yoksa haklı çıktıklarını mı anlıyorlar?
Sorunların mı bir parçasıyız yoksa çözümlerin mi?
Yaşamak ve yaşatmak mı daha değerli bizler için, ölmek ve öldürmek mi? [‘Bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir’ ölçüsünü unutmayalım.]
Bilenler tarafında mı yer alıyoruz, bilmeyenler tarafında mı? [Burada da ölçü, ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ sorusunda yatıyor.]
İcatlar ve keşifler bizden mi çıkıyor, yoksa çıkan icatlar ve keşifleri yüksek pahalar ödeyerek edinmekle övünenlerden miyiz?
Ağzımızdan çıkanlar, yazdıklarımız insanları birbirine düşman mı ediyor, nefreti mi yaygınlaştırıyoruz, yoksa hoşgörüden, birbirimize anlayışla yaklaşmaktan mı yanayız?
İşte size üzerinde durulup tartışılmayı bekleyen bir dizi soru..
Bu da böyle bir bayram işte.