TSK´nın Türkiye´yi tehdit eden/edecek gelişmelere cevap verebilecek güçte olmadığını söyleyen Pekin, yıllardır beklenen yeniden yapılanmanın hâlâ gerçekleştirilemediği belirtti.
İşte yazının ilgili bölümü;
Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri´nin (TSK) yeniden yapılanması devamlı gündeme geldi. Soğuk Savaş döneminde ülke savunması önemli ölçüde NATO´ya bırakılmış ve TSK NATO planları doğrultusunda geliştirilmiştir, birliklerinin konuşlandırılması da NATO savunma esaslarına göre yapılmıştır. Zira önemli ölçüde yaya unsurlardan oluşan TSK hareket kabiliyeti yetersiz olduğu için büyük ölçüde bir savaş durumunda işgal edeceği yani görev yapacağı mevzilere yakın yerlerde konuşlandırılmıştır. Aynı şekilde mayın depoları ve mühimmat depoları da kullanılacakları bölgelere yakın olarak yapılmıştır. Kara Kuvvetleri gibi deniz ve hava kuvvetleri de NATO´nun bize biçtiği görevler kapsamında geliştirilmiş ve NATO planlarına uygun konuşlanmıştır.
Bu güdümlü ve ülke savunmasını NATO planlarına/stratejilerine endeksleyen politikalar dışında Türkiye´nin milli çıkarları doğrultusunda üç önemli gelişme olmuş ve Türkiye milli çıkarlarını korumak için üç konuda güç geliştirmişti. Bunlardan birincisi, Kıbrıs ile ilgiliydi. TSK 1960´lı yılların eksikliğini tamamlamış ve 1974´e gelindiğinde Kıbrıs Barış Harekâtı´nı yapabilecek kara, deniz ve hava gücüne ulaşmıştı. Türkiye uzun bir süre sonra ilk defa millî çıkarını elde etmeye fırsat verecek ve imkân bulduğunda ya da siyasi gelişmeler müsait olduğunda kullanabileceği bir güç geliştirmişti. Bu güç, Kıbrıs Barış Harekâtı´nın başarıyla sonuçlanmasını sağladı.
Aynı yıllarda başlayan Ege Denizi´ndeki tartışmalı konular, TSK´nın bu bölgedeki milli çıkarlarımızı korumak açısından yeni tedbirler almasını gerektirdi ve Ege Ordu Komutanlığı tesis edildi. 1984´te başlayan PKK terörü, 1991´de ABD´nin Irak´a müdahalesi sonrasında çok büyük boyutlara ulaşması ve TSK´nın terörle mücadele konusunda yeni güç geliştirmesine neden oldu, TSK terörle mücadelede çok önemli yeteneklere sahip oldu. Terörle mücadele konusunda güç geliştirmemiz ve önemli yeteneklere sahip olmamız, Soğuk Savaş´ın sona erdiği ve dünyanın farklı bir döneme girdiği yıllara denk gelmişti.
Tüm eğitim sistemi ABD´den uyarlanmıştı
Soğuk Savaş yıllarında bütün eğitim ve öğretim sistemimiz, Harp Okulu ve kurmay subay eğitimimiz dahil ABD sisteminden alınmış, adeta ABD sistemine entegre edilmişti. Talimnamelerimiz ABD talimnamelerinden tercüme edilmiş, belirli ölçülerde TSK´ya uyarlanmıştı. İstihbarat olarak tamamen ABD ve NATO´nun ürettiği istihbarata bağımlıydık. Söz konusu istihbarat dokümanları planlarımızın yapılmasında ve güç geliştirmede temel unsur olarak alınıyordu. İstihbaratı millî olarak üretemiyor, bırakın üretimi katkıda bile bulunamıyorduk. Yani NATO´nun daha çok ABD kaynaklarına dayanarak hazırladığı istihbarat dokümanlarını esas alıyorduk. Hal böyle olunca ister istemez güç geliştirmemiz, millî çıkarlardan çok NATO´nun öngördüğü esaslar doğrultusunda oluyordu.
Soğuk Savaş´ın bitmesi TSK ve komuta kademesini hâlâ uyandırmamıştı. Varşova Paktı´nın dağılması, Sovyetler Birliği´nin sona ermesi bile hâlâ Soğuk Savaş dönemi doktrinleri doğrultusunda yetişen subayları ve generalleri yeterince etkilememişti. TSK´nın birlikleri genel savunma planları gereği çok geniş bir alanda konuşlandırılmıştı. Ancak Soğuk Savaş´ın öğretileri komuta kademesini öyle etkilemişti ki bu parametreler dışında fikir üretemiyorduk. 1991´de ABD´nin Kuveyt işgali dolayısıyla ortaya çıkan görüntü, bütün çıplaklığı ile TSK´deki yeniden yapılanma ihtiyacını gözler önüne sermişti.
Görülmek istenmeyen yetersizlikler
Peki, neydi görülen ya da görülmek istenmeyen? Yapılan plan ve alınması gerekli tedbirler kapsamında Irak sınırına gönderilen tümenin hareket kabiliyeti yetersizdi. Buna ek olarak tümen bölgeye geldiğinde harbe hazırlık durumunun da yetersiz olduğu anlaşılmıştı. Soğuk Savaş döneminin gerektirdiği şartlarda eğitilip, donatılmış olan tümen bir taarruz harekâtı için yeterli değildi.
Bu durum karşısında ne mi yapıldı? Söylememe bile gerek yok, ilk kurban tümen komutanı oldu. Sonrasında sorunun bir bütün olarak ele alınıp incelenmesi gerekirken, tümen kuruluşundan tugay kuruluşuna geçildiği takdirde problemin çözüleceği kararına ulaşıldı. Yani daha önce ordu, kolordu, tümen, alay, tabur şeklindeki yapıdan ordu, kolordu, tugay, tabur şeklindeki bir yapıya geçilmesinin söz konusu sorunu çözeceği düşünüldü.
Tugay demek, her an muharebeye hazır, değişik sınıflardan oluşan bir muharebe grubu anlamına geliyordu ve kuruluşundaki üç veya dört tabur görev kuvveti ile hareket kabiliyeti yüksek bir birlikti. Ancak planlanan sayıda tugayın oluşturulması mevcut malzeme, silah, teçhizat ve personel ile mümkün müydü? Ona da bir çözüm bulundu ve tugayların bazı birlikleri ?eksik´ veya ?seferde teşkil edilecek´ kaydıyla kuruldu. Birçok tugayımız vardı ama çoğu eksikti.
Kara kuvvetlerindeki bu reorganizasyon 1992´de bir yıl içinde yapıldı. Her şey karmakarışık hale geldi ve teröre mücadele konusunda maalesef yeterli güç tahsis edilemedi.
Peki, bu durum kara kuvvetlerinin sorununu çözdü mü? Tabii ki hayır. Daha kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç vardı ve bütüncül bir yaklaşım gerekiyordu. Ancak bu konuda komuta kademesinde önemli tereddütler vardı. Sorunların bütüncül bir yaklaşımla ele alınması konusunda yapılan çalışmalar akamete uğradı.
Aynı olmasa da benzer sorunlar hava ve deniz kuvvetleri için de geçerliydi. Türkiye´nin hava savunması hava kuvvetlerine verilmişti. Ancak günümüzde sadece uçaklarla hava savunması ve füze savunması yapmak mümkün değildi. Hava ve deniz kuvvetlerimiz Türkiye´nin millî çıkarlarının korunması, bölgemizde ortaya çıkan ve Türkiye´yi tehdit eden/edecek gelişmelere cevap verebilecek güçte değildi. Daha güçlü bir Türkiye için daha güçlü bir silahlı kuvvetlere ihtiyaç vardı. Diğer taraftan söz konusu güç geliştirme, ülke ekonomisini de tahrip etmemeliydi.