Ordu siyasetin içinde mi, dışında mı?
Orduya siyaseti sokan İttihatçılardır. İttihatçı subaylar imtiyazlı muamelesi görmüştür. Liyakatı devre dışı bırakan bu uygulamanın ciddi kırılmalar meydana getirdiği, İttihatçı-İtilafçı çatışmasını beslediği malûmdur. Balkan Harbi ordu-siyaset ilişkilerinin nasıl bir felakete yol açacağını gösterdi. Cumhuriyetçiler orduyu siyasetin dışında tutmak iddiasıyla ideolojinin emrine verdiler. İdeoloji CHP’nindi, tek parti devrinde bu çok hissedilmedi, fakat demokrasiye geçildikten sonra ordu demokrasinin değil ideolojinin safında kaldı.
Tek partinin bugünkü reisi Kemal Kılıçdaroğlu’nun komuta kademesine had bildiren konuşması işte bu çerçevede değerlendirilmelidir. Şu söylenmek istenmektedir: Asker bizim ideolojik dairemizden çıkarak farklı görüşte bir cumhurbaşkanını alkışlayamaz!
Kılıçdaroğlu’nun zaman zaman devlet kurumlarını teftiş iddiasıyla kapı önlerinde yaptığı konuşmalar da hatırlanırsa, CHP’nin bürokrasi üzerindeki hakimiyetinin sarsılmasından rahatsız olduğu anlaşılabilir. Esasen bürokrasi CHP’nindir, Anayasa ve mevzuat altyapısı da bunu gerektirmektedir. CHP’li olmayan bütün hükümetler bu mevzuat altyapısını belli ölçüde kaale almayarak yönetirler. Sivil bürokraside CHP hakimiyeti belli ölçüde değişmiştir, fakat bürokrasinin tek parti ideolojisi zemininde işleri yürüttüğü unutulmamalıdır. Askeri bürokrasi ise hepten tek parti ideolojisinin “askeri”dir. “Mustafa Kemal’in askeriyiz” kalıpsözü, bu vakıaya işaret eder.
Darbe süreçlerin de bu bağlılık net olarak görülür. Türkiye’de bütün darbeler ilke ve inkılaplar adına yapılmıştır. Bu ilke ve inkılapların CHP’nin ilke ve inkılapları olduğundan şüphe yoktur. Anayasa’ya da sokulmuş olan bu ilke ve inkılaplar CHP’nin bayrağından tecessüm ettirilmiştir. 27 Mayıs darbecilerinin hükümeti devirmek için en esaslı gerekçesi Anayasa’nın ihlali idi! Anayasa’daki ilke ve inkılapların ihlali!
Şimdi CHP cenahından “cumhurbaşkanı partilidir, dolayısıyla onu alkışlamak bir parti başkanını alkışlamak anlamına gelir”, denilebilir. Bugün cumhurbaşkanının partili olması ayrı bir meseledir, fakat Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren partili bir cumhurbaşkanına sahip olmuştur. Mustafa Kemal aynı zamanda CHP’nin reisi veya ebedi şefi idi! Parti ile devlet iç içe geçirildiği için, valiler, kaymakamlar da bulundukları yerlerde parti reisleri olabilmiştir. Sonradan görünüşte bu iç içelik giderilmişse de bürokrasi üzerinde ideolojik hakimiyet CHP’de kalmıştır.
Cumhuriyetin 100. Yılındayız, Türkiye’de sürdürülmekte olan cumhuriyet anlayışını gözden geçirmenin tam zamanıdır.
Türkiye’nin ideolojik olarak tek parti cumhuriyeti görüntüsünü ortadan kaldırmak şarttır. Bu ancak Anayasa’dan altı okun, yani ilke ve inkılapların çıkarılması ile mümkündür.
“Atatürk cumhuriyeti” vurgusu, Türkiye’de demokratik cumhuriyet anlayışını gölgelemektedir. Bu yüzden “Atatürk cumhuriyeti” sloganı terk edilmelidir. Hatta demokratik olmayan cumhuriyet, kimin adıyla anılırsa anılsın reddedilmelidir. Cumhuriyet gerçek manasını 1950 seçimlerinden sonra kazanmıştır. 1950 öncesi totaliter, hatta diktatöryal bir cumhuriyetti. Seçim aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya doğru idi! Cumhurun, yani halkın yönetimle bir alakası yoktu. Bu gerçekleri bilerek bugüne bakmak ve cumhuriyet kavramını doğru çerçevelerde ele almak lazımdır.
Kaynak: tyb.org.tr