Çürüme…

Çürümenin iki temel bileşeni, yabancılaşma ve anlamsızlıktır. Her düşünce veya değerin, belirli tarihsel koşulları geçerek kendi saflığını yapı bozumuna uğrattığı bilinir.

Çürüme…

Yazar Abdülaziz Tantik Analiz Etti..

Herhangi bir kavramın doğru anlaşılması için o kavramın kendi tarihsel sürekliliği içinde anlam kazanmasını ve ona göre bir anlamın yeniden ihdas edilmesini gerektirir. Kavramlar, birden fazla anlam katmanlarına sahiptirler. Bu temel gerçeği dikkate alarak kavramı anlama çabasına yönelinmelidir. Çürüme, siyasi, sosyal ve toplumsal zeminde işlevsel olduğu kadar iktisadi ve psikolojik zeminde de etkisini gösterir. Bu yüzden çürüme, temel bir kavramdır. Yaşamın üzerine bina edildiği zeminin sağlıklı veya hastalıklı oluşunu gösterir.

Çürüme, tezahürlerinin daha rahat bir şekilde görülebildiği zeminlerde gözlemleme imkânı bulunur. Ahlaksızlığın ayyuka çıkması gibi, birçok siyasi, toplumsal veya sosyal sorunun görünürlülük kazandığında bir çürüme olduğu dile getirilir.

Burada temel bir soru/n da; neyin çürüme olup olmadığı konusudur. Her kavramda olduğu gibi çürüme kavramına da hangi bakış ile yorumlandığına göre değişiklik gözlenebilir. Ama çürüme bütün yok sayma çabalarına rağmen kendisini dayatan cinste bir özellik gösterir. Bu yüzden belirli bir noktadan sonra çürüme gözlerden saklanamaz olur.

Çürüme; mevcut toplumsal dinamikleri oluşturan metafizik ilkelerin toplumsal ve siyasal zeminde karşılığını yitirmeye başladığında ve bu metafizik ilkelerin oluşturduğu toplumsal kabulün dışında bir anlam arayışının tezahür ettiği zeminde açığa çıkar. İlke ve anlam değişikliği çürümenin başlangıç adımını belirtir. İlkeden uzaklaşma ve yeni bir anlama yönelme beraberinde bir uzaklaşmayı, yabancılaşmayı ve kendi değerlerine yüz çevirmeyi içerdiği için çürüme yürürlüğe girer. Süreç, çürümenin açık şekilde görülmesine ve buna yönelik bir çatışmayı da beraberinde taşır. Çürüme, toplumsal bir şizofreni kadar toplumsal bir çatışmayı da besler.

Çürümenin farklı tezahürleri, çürümenin zemin bulup bulmamasına göre değişiklik arz eder. Çürüme, etkisini, başlangıçta azar, azar gösterir. Çürümenin çoğalmasına göre etkisini de o oranda artırdığı görülür. Bu yüzden çürümenin hangi safhada oluşuna göre bir tedavi yöntemi geliştirilir. Kadim tarihlerde çürüme engellenemez hale dönüştüğünde toplumsal helak ile neticelenirdi. Bugün soracağımız temel soru: çürümenin hangi safhada oluşuna dair bir görüş sahibi olmak ve bu geriye döndürülemez bir çürüme midir, değil midir? Bu soruya cevap aramak, o toplumun temel güvenlik yapısını, sorumluluğu gereği üstlenen sınıfların araştırması, sorumlulukları gereğidir. İktidar, aydınlar, âlimler, akademi, yazar ve gazeteciler, kültür üreten sanatçılar, şairler vesaire bu sorumluluğu kendi payları ölçüsünce taşımaktadırlar.

Çürümenin iki temel bileşeni, yabancılaşma ve anlamsızlıktır. Her düşünce veya değer, belirli tarihsel koşulları geçerek kendi saflığını yapı bozumuna uğrattığı bilinir. Süreçle her değer aşınmaya tabi olur. Yabancılaşma ise, genel kültürel doku ile uyuşmazlığı açığa çıkartır. Kişisel tercihlerle kültürel tercihlerin çatışmaya başladığı zeminde bir çürümeden söz edilir.

Her çürüme, bir anda çoğalarak gündem oluşturmaz, küçük adımlarla, yeni imalarla, yetersizliklerine yapılan küçük vurgularla, değerlerden kopuş ve yeni anlam arayışları tetikleyici bir işleve sahip olur.

Çürüme iki yönlü gelişir. İçerden bir çürüme ve dışarıdan bir etki ile başlayan çürüme… İçerden çürümenin kendi tarihsel doğası gereği toplum kendi dinamikleri içinde saflığını yitirir, irade farklılaşmaları yaşanır. Beklentilerin farklılığı normal görülmeye başlanır. Arzu ve isteklere ulaşma adına yeni adımların kendi meşru zeminlerini kurmaya göz kırpmalar başlar. Farklılığı kendi çıkar ve isteklerinin bir aracı olarak iş gördüğüne inanan bir kesim var olur. Mevcut kültür ve değerler skalası içinde kendi varlığına anlam katamayan kişilerin kendi varlıklarına meşru bir zemin oluşturma uğraşısı sonucu meydana gelen aşınma ve şüphenin süreçle açığa çıkması çürümeyi koyulaştırmaya zemin kazandırır.

Kültürel çatışma hem içerden hem dışarıdan geliştirilebilir. Bu belirli bir kaosu tetikler. Bu kaos yeni değerlerin ve ilkelerin yeni bir kültürü meydana getirmesine dair bir beklentiyi oluşturur. Bu beklenti, iki yönlü bir işleve sahip olur. İlk yön, içerden bir değişimi mümkün kılar. Bu da bir boyutu ile saflaşmaya matuf bir hamleye dönük olur. İkinci yön ise dışarıdan yüklenilen baskıya boyun eğmeyle neticelenerek, değişime dair bir baskı aracına dönüşür. İlkinin ikinci yönü ise, dışarıdan oluşturulan değer ve ilkelerin geleneksel yapıya yönelik oluşturduğu baskı ile yetersizliğinin ilanını sağlamasıdır. Bu noktada eski olan değer ve ilkeler tamamen gözden çıkartılır ve yeni ilke ve değerlere kapı aralanarak süreç içinde kabulünü sağlayacak araçların devreye girmesine imkân tanır.

İnsan, hastalandığını, semptomların belirli bir ağırlıkta kendisini göstermeye başladığı zaman anlayabilir. Hatta kişi, ilk dönem semptomların hafifliği yüzünden hastalığını kabul etmekte zorlanır. Semptomlar ağırlık kazanınca, kendisini yoklamaya başlar, tedavi yolunu arar. Ama o süre zarfında eğer hastalık kronik hale gelmişse tedavi de o kadar zorlaşmaya başlayacaktır. Temel nokta ise, hastalığın ilk semptomlardan itibaren teşhis ve tedavi yöntemine başlanmasıdır. Çürüme, toplumsal bir hastalıktır. Bu hastalığı tedavi etmediğiniz sürece toplumsal hastalık toplumsal çöküş ile sona erer. Bu yüzden çürümenin ilk belirtileri ile birlikte teşhis ve tedavi süreci başlamalıdır. Bu konuda entelektüel zeminin gücü ve işlevselliği önem kazanır.

Tarihsel bir süreç içinde doğal bir çürümeye dönük atılması gereken arınma ameliyesi önemlidir. Çünkü bu arınma ameliyesi gerçekleşmeyince dışarıdan oluşturulan baskı işlevsellik kazanır. Kendi içinde sağaltılmayan kültür yerini başka bir kültüre bırakma zorunda kalacağı tarihsel bir gerçekliktir. Bu yüzden her kültür, ilke, değer, anlam, süreklileşen bir yenilenme ihtiyacını görmeli ve yenilenmeye azami bir çaba ve gayret göstermelidir. Bu durumu medeniyetlerde, Felsefi yapılarda ve düşünsel birikimlerde de gözlemlenebilir. Her halükarda ya içeriden bir hamle kendinizi onarır ve saf halinize dönüşürsünüz, bugünü yeniden anlamlandıracak meşruiyet zeminini kurarsınız, ya da dışarıdan bir güç size bu yenilenmeyi kendi ilkeleri ve anlam dünyası içinden dayatır ve siz yabancılaşarak iyileştiğinizi sandığınız süre içinde hastalığınızı çoğaltırsınız. Tıpkı, kişinin hastalığını yanlış teşhis eden bir doktoru güvenli bularak hastalığını kaçınılmaz ölümle sonuçlandırabileceği gibi… Kültürlerde benzer bir ölümle karşılaşabilir…

Çürümenin ilk açığa çıktığı durum, kişiseldir. Kişilerde açığa çıkan çürüme, sonra aile içinde bir çatışmaya dönüşür. Aile içinde vuku bulan çatışma, aile sınırlarını aşarak mahallede vuku bulmaya başlar. Eğer bu semptomlar görülmez ve hastalık devam ederse, o mahalleden semte, oradan da şehrin tümüne yayılmaya başlar. Çürüme bu hali ile de çok katmanlı meydana gelir. Kişisel bir çürüme, değerlere yönelik bir ilgisizliği ve sonuç itibarı ile güvensizliği besler. Bu kişisel olmaktan toplumsallığa doğru adım, adım dönüşür. İlk adımda çözüme dair sonuç alıcı adımlar atılmadığında, kültürel yapıya sıçrar. Mevcut değerlerle alay etmeler, hakaretlerle devam eder ve şüpheleri çoğaltılır. Sonra bu durum toplumsal bir zemine kaymaya başlar. Bir de bakmışsınız, toplumsal kabule mazhar olmuştur. İşte çürüme artık geri döndürülemez bir noktaya ulaşmıştır. Çözümü ise ancak, aynı yoldan bu sefer sağlam, şahitliği, temsiliyet noktasında sağlamlaştırmak ve örneklik üzerinden süreci geri döndürmeye çabalamaktır.

Bu yeni durum açısından kültürün klasik dili yetersizliğini izhar eder. Kullandığı örnekleri gereksiz sayar. Vaaz ve nasihat ise anlamsızlığa duçar kalır. O zaman kültürün kendisini yenileme zamanı geldiği açıklığa kavuşmuş olur. Buna direnme ise çürümeyi sürdürmeye yarar.

Kadim/var olanın, kendi çözümünü oluşturması açısından şu ilkeleri dikkate alması gerekmektedir.

1- Eski dili, yenilemek ve yenilenme sağlanamazsa yenisi ile değiştirmeye yönelme…

2- Anlamın, anlamsızlığa duçar kılındığı zeminde yeni bir dil üzerinden tekrar anlamı güçlü kılmak ve ameli zeminde tanıklığını sağlamaya yönelme…

3- Yapılan eleştirileri, kemal-ı ciddiyetle ele alma, eleştirilerin geçersizliğini anlaşılır bir şekilde kurulmuş bir dil ve söylem ile ortaya koyma…

4-  Kişiden başlayarak toplumsal zemine kadar var olan çürümeye yönelik güçlü bir eleştiri ve bu eleştiriye bina edilen bir tepki oluşturmayı ve bunu meşru bir zeminde gerçekleştirmeyi başarma…

5-  Sapma noktalarını doğru teşhis ederek tedavisine başlama… Bir öngörü olarak Her sapmanın farklı semptomlarına farklı çözümler arama…

6-  Çürümenin taşıyıcı unsurlarını tespit ve deşifre ederek onlardan korunmayı sağlayacak kişisel ve toplumsal bir yapıyı kurma…

7-  Anlamın sürekli tashihini yaparak güçlenmesine yönelik güçlü bir zemin kurma…

8-  Kişisel veya toplumsal yozlaşmaya yönelik tehdit edici bir üslup yerine merhameti kuşanan bir üslup ile müdahale etme…

9-  Bireysel ve sosyal değişimin dinamiklerine yönelik güçlü bir idrak oluşturarak bu değişimi sağlıklı ve olumlu bir zeminde tutma…

Çürümede önemli olanın, hem içeriden hem dışarıdan birlikte başladığı zaman kaçınılmaz bir sona taşıyacağı gerçeğini görmektir. Bu temel gerçek üzerinden sürekli yenilenmeyi ve arınmayı; kişisel, toplumsal ve kültürel olarak gerçekleştirmeyi zorunlu bir adım olarak görmektir. Umudu diri tutmak, umutsuzluğu asgari seviyede tutma becerisi, koruma refleksinin çürümeye dönüşmeden yenilenmeyi içermesi gibi temel olguları hesaba katanlar çürümeye karşı bir koruma kalkanı inşa edebilirler.

Kaynak: turkish.aawsat.com