“Herkesin cumhuriyeti kendisine idi…”
Cumhuriyet yönetiminde devlet, vatandaşların temsilcileri vasıtasıyla yönetilir. Bu yüzden vatandaşların bizzat yönettiği hükumet biçimi olan “doğrudan demokrasi”den ayrılır. Ancak günümüzde demokrasi ile aynı anlamda da kullanılmaktadır. Genellikle, saltanat ya da hanedanî bir yönetimi içermeyen, toplumun bir krala ya da gruba itaat etmediği, tabi olmadığı yönetimlere verilen ad olarak da önem kazanmış bulunmaktadır.
Cumhuriyet insanlık tarihinde bulunup ortaya çıkarılan bir yönetim biçimi olmuş olsa da, gerek bizdeki ve gerekse de İslam dünyası da dahil olmak üzere dünyanın geri kalanında uygulanagelen cumhuriyet uygulamalarına bakıldığında, bu işin merkezi konumunda bulunan batıdaki gibi uygulanmadığı görülecektir.
Batıda halkın tümden katılımı, ama bizde ise, günümüze kadar ‘millet’in yok sayılmasına denk gelecek bir vasatta ve farklı bir içerikle uygulanmıştı. Bundan dolayı da, bu kavramı ‘sahipleri’ ne kadar allayıp pullasalardı da, bizde yeterince bir karşılık bulmamıştı. Zira onlar, ona uygun bir karşılıkla muhatap olmak istememişlerdi. Hem de, bunun yanında cumhuriyeti demokrasi gibi bir fenomenle ‘vazgeçil(e)mez’ bir konuma çıkarmaya gayret etmişlerdi.
Cumhuriyetin, “eğer ‘iyi’ bir yönetim sistemi ise” yanlış ve kasıtlı bir şekilde uygulanmasına bakarak, bu kavramın bizlere uygun olmadığı kanaati düne kadar bilincimizde ve zihinlerimizde yer etmişti.
Bunun yanında, Müslümanlar olarak her ne kadar saltanat türü ‘tekli’ yönetim biçimlerinden hazzetmesek de, İslam’ın öngördüğü yönetim biçimi şuradır söylemini de, bu kez farklı bir bilinçlilik içerisinde düşünüp ele alamamıştık.
Bunun yerine, sevmeyip nefret etsek de, Kemalistlerin cumhuriyet anlayış ve uygulamalarına çaresiz boyun eğmiştik.
Günümüzde ise, ‘karşı taraf’ bir bağlamda 2023 hedefi ile birlikte düşünüldüğünde, iktidar üzerinden cumhuriyete sahip çık(ıl)ma söylem ve çabalarına inanmamakta, bu yaklaşımı, kendini onunla müsemma görüp zevahiri kurtarmaya çalıştığı izlenimi vermektedir.
***
Muktedir muhafazakârlarımız işi “Atatürk olsaydı…” esprisiyle kotarmaya çalışacak olsa da Batının nazarında hasta adam konumunda bulunan Osmanlı topraklarından arta kalan bir bölgede hâkimiyet sağlaması istenen Kemalist kadrolar eliyle, Müslüman çoğunluğun isteğinin zıddına olacak şekilde adına ‘cumhuriyet’ denen, ama karşılığının daha ne olduğu bilinmeyen bir rejimi kurulmuş oluyordu.
Cumhuriyet yönetimi, şimdilerde muktedir muhafazakârlarımızın iddia ettiğinin aksine, dönemin materyalist pozitivist ve jakoben algısına uyum içerisinde olan bir anlayışla hayata geçirilmişti. Başta ‘ilkesel’ olarak genel anlamda saltanata karşı durmuş olsak da, Batılı ve Batıcı ‘iç’ güçler tarafından her açıdan yıkıma uğratılan bir toplum ve bir ülke olarak, farklılıkların yıkım derecesinde yok edildiği bir vasatta, ‘ölüm-sıtma’ ikilemi içerisinde, hiçbir faydasını görmediğimiz cumhuriyet rejimi ile yaşamak zorunda bırakılmıştık!
Bu meyanda, yüz yılların oluşturduğu koca İslami uygulamalar bir çırpıda ters yüz edilmiş, inancımıza göre yaşayamaz olmuş, ulusçuluk furyası içerisinde kavmi kimliklerimiz iç edilmiş, hepimiz istemesek de batılı bir formatta Türkleştirilip, laik ve seküler kılınmıştık! Buna gayr-i Müslim azınlıklar da dâhil edilmekteydi!
Bunların ikamesi içinde nice katliamlara(Dersim, Şeyh Said) sürgünlere ve envai çeşit, sosyal, siyasal, ekonomik zulümlere uğratılmıştık! Ama buna rağmen cumhuriyet adım adım kendini tahkim ediyordu. (1)
Buda herhalde, cumhur kelimesinde öne çıkan salt çoğunluk, halkın çoğunluğu kavramı işin içerisindeyse, Kemalistlerin cumhuriyeti anlam kazanmış ve yürürlüğe girmiş oluyor ve onlarca yıl sürecek ‘kesintisiz’ bir işlerlik kazanacaktı!
Biz sözde Sünnilikten sadır olan ‘Hilafet teorisi’ içerisinde bir yolumuz yöntemimiz vardı, ama İslam’ın öngördüğü çeşitliliğin sağlanmadığından olsa gerek, bir gerileme ve çöküşle karşı karşıya kalmıştık ve hem bir yönetim ve hem de çoğunlukla bize uymadığı halde bir yaşam biçimi olan cumhuriyetle sınanıyorduk. Bizde olup ta uygulanmayan teori misali Şia’da, özelikle de İran’da da ‘Mehdi öncesi’ onun gelişine uygun zemin hazırlama adına oluşturulan ‘velayet-i fakihlik’ kurumu ve o kuruma bağlı olarak ortaya konan ‘İslam cumhuriyeti’ söyleminin de bir mağlubiyet sonrası ideolojisi olduğu apaçık ortada durmaktadır.
Tek çare olmasa da, Kur’anî altyapısı bulunan ŞURA kavramına işlerlik kazandırılması yönetimsel olarak yolların en anlamlısı ve en güzeli olarak değerlendirilebilirdi. Sadece bu konuda mı? Hayır! Birçok konuda aynı mantık silsilesi söz konusu olabilirdi… Yine buna rağmen, ‘iyisi oluşmadığı sürece’ kör topal da kalsa, cumhuriyet türü yönetimler, krallıklardan, saltanat yönetimlerinden daha anlaşılır ve makul olarak karşılanabilirdi…
Birde, İslam dünyası hariç olacak şekilde, batı dışı toplumlarda da(Latin Amerika, Afrika, Asya vs.) aynı terane berdevam etmektedir. Muz cumhuriyeti derken biz neyi anlıyoruz? Bu ülkelerin batı, özellikle de Amerika tarafından sömürülmesini değil mi…
Cumhuriyet’in ilanının öncesi…
Halk arasında “Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur’ sözünde anlamını bulan espriye bakıldığında, hiçbir sonucun sebepten bağımsız ele alınamayacağı gerçeğinden hareketle, 1.Meclis’te kararlaştırılıp 29 Ekim 1923’te ilan edildiği bilinen, ya da yaygın bir kanaat olarak kurulduğu düşünülen cumhuriyet’in ilanı öncesi, işin ehlince birtakım düşüncelerin üretildiği, tartışmaların yapıldığı ve sonuçta da, ‘günü geldiğinde’ bu işin topluma dikte edildiği söylenebilirdi.
Aşağıdaki alıntıda da görüleceği üzere, önce sebebin, sonra ise sonucun doğrusal bir silsile içerisinde yerini bulduğunu söyleyebilirdik; “1 Nisan 1923’de seçimin yenilenmesine karar veren TBMM’si, Cumhuriyeti resmen ilân etmemesine rağmen görevini büyük bir sorumlulukla yapan tarihî meclis olmuştur. Birinci Büyük Millet Meclisi seçimin yenilenmesine karar vererek dağıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa, yeni meclis toplanıncaya kadar yetiştirilmek üzere bir kısım uzman arkadaşlarını yeni bir Anayasa tasarısı hazırlamakla görevlendirmiş ve zaman zaman toplantılara başkanlık ederek bu yoldaki çalışmaları kendi düşünce ve direktifleri ile aydınlatmıştı. Özellikle konuşmalarında, millî hükümetin mahiyetinin Cumhuriyet olduğu halde onu kesin olarak ifade ve ilân etmemenin devlet idaresinde zaaf olduğunu, ilk fırsatta Cumhuriyeti ilân ederek bu zaafı ortadan kaldırmanın gereğini belirtmiştir.” (2)
Modern Türkiye tarihinin daha ilk evrelerinde dahi iktidarı kendi hakları olarak gören Kemalist elitlerin darbeciliğine kanıt olarak sunulabilecek olan 1.Meclis’in kapatılması sonucu, rejime ve iktidara yakın duranlardan oluşan 2.Meclis’in, ortaya koyduğu çabalara bakıldığında, bugün yaşadığımız sorunların ve zihin dünyamızda oluşturulan birçok (sosyal, siyasal vb.) algının temelinin de o dönemin şartlarında atıldığı söylenebilirdi. Bunlardan birisi, Lozan hezimeti idi.l
DİPNOTLAR:
1) Sait alioğlu; http://www.haksozhaber.net/cumhuriyet-rejimi-ve-ulus-devlet-26088yy.htm
2) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-56/turkiye-cumhuriyetinin-ilani-2
Kaynak: http://ozgunirade.com/cumhuriyetin-ilanindan-gunumuze/