Son haftalarda patlak veren siyasi tartışmaları olabildiğince yakından izlerken bir sonuca vardım: Türkiye tartışmayı bilmiyor.
Daha önce birden fazla kez yazdığım için “Cumhur İttifakı’nın adayı kim?” konusuna yeniden girmeyeceğim. Şu kadarını söylemeliyim ama: Tartışmayı başlatan ilk yazının sahibi olduğum için zemin kaymalarını görünce tam üç kez düzeltme yapmak zorunda kaldım; hala zemin yerli yerinde değil.
[O tartışma sırasında hayali buluşmalara yer verenler, taraflara mektup teatisi uyduranlar, işi cumhurbaşkanlığı adaylığından çıkarıp AK Parti’ye yeni başkan atamaya kadar vardıranlar oldu; fakat Tayyip Erdoğan bir sebeple aday olmayacaksa Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olabileceği konusuna hiç girilmedi.]
Yeni tartışma konusu, 1983 yılından bu yana bütün genel seçimlerde ‘yüzde 10’ olarak uygulanan seçim barajının aşağıya çekilmek istenmesi. İktidar cephesinin iki ortağı “Yüzde 7 mi, yoksa yüzde 5 mi olsun?” sorusu etrafında gidip geldikten sonra MHP’nin bastırmasıyla son karar ‘yüzde 7’ oldu.
Boşa çaba
‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ sonrasında ortaya çıkan zorunluluk yüzünden partiler ittifak arayışına girdi ve iktidar ile muhalefet ayrı ayrı ittifaklar oluşturdular. İttifak içerisinde yer alan partilerden biri yüzde 10 barajını aştı mı diğerlerinin baraj sorunu kalmıyor. MHP ‘Cumhur İttifakı’nda ve büyük ortağı AK Parti yüzde 10’dan fazla oy alabildiği için onun da baraj diye bir derdi kalmıyor.
O halde neden Cumhur İttifakı partileri barajı aşağı çekmek için çaba gösteriyor?
Tartışmaya açtığım yeni soru bu.
Reklam
Kendi hesabıma cevabımı da verdim: Barajın indirilmesini isteyen parti MHP. Onun kendisine en uygun bulduğu oran yüzde 7. Barajın indirilmesini istemesinin sebebi de ittifaktan ayrılma niyeti. Seçime kendi adı ve sanıyla girmek istiyor MHP… Kamuoyu yoklamalarına yansıyan oy kaybını AK Parti ile ittifak halinde olmasına bağladığı için, MHP, bunu ilk seçimde yapmak niyetinde.
Aslına bakılırsa seçimde baraj uygulaması parlamenter sistemlerde ‘yönetimde istikrarı’ sağlamak amaçlı. Başkanlık sisteminin olduğu ülkelerde yönetimde istikrar farklı biçimde oluşuyor; seçilen başkan, partisi Meclis çoğunluğunu elde edememiş olsa bile, bakanları kendisi seçerek bunu sağlıyor.
ABD’de sözgelimi, Senato ve Temsilciler Meclisi’nde partisi azınlığa düşse bile yürütmeyi başkan temsil ediyor. Bu yüzden ABD seçimlerinde baraj düşünülmemiş. Yarı-başkanlık sistemli Fransa’da da seçim barajı bulunmuyor.
Doğru olan, başkanlık sistemi varlığını koruduğu sürece bizde de barajın hiç olmaması…
Partiler seçimlere ister kendi adlarıyla ister başka partilerle ittifak halinde gidebilmeli.
Dikkat ettim, her gün siyaset yazan veya yorumlar yapanlar, barajın indirilmesi konusuna değinseler bile, böyle bir ihtiyacın AK Parti veya MHP tarafından neden arzu edildiğine hiç temas etmiyorlar.
Tek istisna, YouTube üzerinden de yorum yaptığını yeni keşfettiğim Murat Yetkin oldu.
Seçim barajının inmesi kimin arzusu?
Reklam
O da benim gibi barajın indirilmesinin Cumhur İttifakı’nın sonunu getirecek bir girişim olduğunu düşünüyor, ancak benden farklı olarak bunu MHP’nin değil AK Parti’nin istediği kanaatinde.
AK Parti’nin öncelikli hedefi Millet İttifakı’nı parçalamak imiş. Bunu sağlamanın yolu da İYİ Parti ile arasında kanal açmakmış. “Cumhurbaşkanı adayını Millet İttifakı olarak belirleyeceğiz” diyen Meral Akşener üzerinde taban baskısı uygulayacaklarmış
Bir başka hedefi de AK Parti’nin, MHP ile ittifak kurduğu için kendisinden uzak duran Kürt seçmeni yanına çekmek imiş. MHP Kürt seçmenlerden AK Parti’ye oy verenlerin kendisi yüzünden bundan vazgeçtiği gerçeğini görmüş ve ittifakı -herhalde bağrına taş basarak- terk etmeye razı olmuş. HDP de zaten AK Parti ile yakınlaşmaya teşne görüntüsü veriyormuş…
Murat Yetkin’in tezi bu. Tezin esasını kavradım, ancak ikna olamadım.
Değerlendirmesinin Saadet, DEVA ve Gelecek partileriyle ilgili bir yönü de var, ama onu anlayamadım. Kendi başlarına seçime girdikleri takdirde milletvekili çıkarabilme ihtimalleri az olduğu için bu partilerin seçmenleri AK Parti’ye oy verebilirmiş. [Bu gerekçenin anlayamadığım tarafı şu: Bu partiler Cumhur İttifakı kendilerine davette bulunduğu halde neden kendi adlarına seçime girsinler?]
Neyse, önemli olan, siyasi hayatımızı etkileyeceği muhakkak bir değişikliğin arefesinde bulunduğumuz ve bunu sağlayacak seçim barajının aşağıya çekilmesinin tartışılmaya başlanması.
Yazısı “Erdoğan ve Bahçeli’nin talimatı ne oldu?” başlığını taşıdığı için konuya Abdülkadir Selvi’nin de girdiğini düşündüm. Girmiş. Ancak “Neden?” sorusu aklına hiç gelmemiş. Belki gelmiş de, o soruya cevap arayanlara had bildirmeyi daha uygun bulmuş.
Önce yazısının kendisini tanıtan bölümünü aktarayım:
“Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası üzerinde yapılan çalışmaları takip etmeye çalışıyorum. Üzerinde çalışılan bir-iki madde var ama aşılmayacak bir sorun gibi görünmüyor. Erdoğan ve Bahçeli yarın açıklanacak deseler, açıklanacak noktaya gelmiş durumda. Bunu nereden çıkarıyorum? Hem başından beri bu süreci takip eden bir gazeteciyim hem de Erdoğan ve Bahçeli’nin yaklaşımları bana bu kanaati veriyor. Yıllarca koalisyon görüşmelerini, ittifaklar içinde krizleri izlemiş bir gazeteciyim. Liderlerin yaklaşımlarının önemli olduğunu biliyorum. Liderler kriz isterse kriz çıkar, çözüm isterse çözüme ulaşılır.”
Had bildiren cümleleri de şunlar:
“Erdoğan ve Bahçeli, seçim barajının yüzde 7 olması konusunda ittifak ettikleri halde bile bu kadar senaryo yazıldığına göre gerisini siz düşünün. Kimi MHP’yi Cumhur İttifakı’ndan ayırdı, kimi MHP’nin barajın altına düştüğü için seçim barajının yüzde 7’ye çekildiğini savundu, kimi Cumhur İttifakı’nı dağıtıp, Erdoğan’ın yerine cumhurbaşkanı adayları ilan etti.”
Bunu yapanlar böylece ağızlarının payını aldılar.
Peki de, seçim barajının neden düşürülmek istendiğini, bunu ittifakın ortaklarından hangisinin ne gibi bir sebeple arzuladığını Hürriyet’in ‘süreci başından beri izleyen gazetecisi’nin kaleminden okumak isteyen okurların zihinlerindeki sorulara cevap bulamamalarına ne diyeceğiz?
“Türkiye tartışmayı bilmiyor” sonucuna bunları gözlemlediğim için vardım.