Kalabalıkların, standart tutum ve düşüncelerin dışına çıkan bireyleri ya da azınlıkları ezmek için harekete geçtiği “çullanma” anları, her şey bir yana, sırf aradaki büyük güç dengesizliği nedeniyle ahlaki açıdan bir tefessüh ânına işaret eder. Ezilmek istenen fikir, tutum, inanç ne olursa olsun, onlardan bağımsız olarak, sırf sergilenen güç dengesizliği nedeniyle “çullanma” ahlaken mahkûm edilir, çullanan kalabalığa “silahların eşitliği” ilkesi hatırlatılır.
Toplumsal kutuplaşma, kökenini adalet duygusundan alan bu güzel değeri epeyce törpüledi. O kadar ki, çullanmanın en bariz ve utanç verici biçimlerinden biri yıllardır her gece televizyonlardan üstümüze boca edildiği halde biz olan bitende bir tuhaflık yokmuş gibi izliyoruz olan biteni.
Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) hiç kimsenin davet edilmediği, fakat HDP’nin her gece linç edildiği siyasi tartışma programlarından söz ediyoruz. Bu programlardaki çullanmanın, güç dengesizliğiyle ortaya çıkan tipik ve sıradan çullanmadan farklı olduğunu mutlaka belirtmeliyiz. Burada, çullananların kullandığı araçlar, üzerine çullanılandan esirgeniyor ki bu da bizi çullanmanın çok daha utanç verici bir haliyle karşı karşıya bırakıyor. Düşünün, diyelim beş kişiye karşı bir HDP’li çağrılmış programa. O program o dengesizlikle ister istemez bir çullanma sahnesi görünümüne bürünecektir; tipik, sıradan bir çullanma sahnesi… Şimdi de o bir kişinin dahi çağrılmadığını, fakat HDP’nin o beş kişi tarafından her gece dövüldüğünü düşünün; bu artık hakikaten en temel değerlerin ayaklar altına alındığı bir duruma işaret eder.
Benzer bir eski program ve iki farklı program yöneticisi tavrı
Pazartesi gecesi Habertürk’teki HDP’ye -yine-haddinin bildirildiği bir programda, sıra taş atmaya geldiğinde (programda Doğu Perinçek de vardı diyeyim, gerisini siz anlayın), konuşmacılardan biri, Salim Şen, stüdyoda buz gibi bir havanın doğmasına yol açan bir cümle sarf etti:
“Ne manidardır, yıllardır HDP konuşulur, bir tane HDP’li gelip kendisini savunamaz.”
Toplantıyı yöneten Didem Aslan Yılmaz sert bir cevap verdi Salim Şen’e: Habertürk kamuya ait bir kurum değildi, özel sektöre aitti ve kanalın tercihini istediği yönde yapma gibi bir hakkı vardı.
Bu sözler bende bir dejavu duygusuna yol açtı. Sanki eski bir tarihte yine böyle bir eleştiri dile getirilmişti bir televizyon stüdyosunda ve sanki orada kanal adına toplantıyı yöneten kişinin tavrı bu son olayın kahramanlarından biri olan Didem Aslan Yılmaz’ın tavrına hiç benzemiyordu. Biraz hafızamı zorlayınca, Pazartesi gecesi yaşanana benzeyen o eski olay hakkında bir yazı da yazmış olabileceğimi düşündüm. Eski yazılarım arasında biraz eşelenince haklı olduğumu anladım.
Evet, 31 Ocak 2019 gecesi yine Habertürk stüdyolarında iki gün öncesinde yaşanana çok benzeyen bir olay yaşanmış ve ben gerçekten de o konuda bir yazı yazmışım.
31 Ocak 2019’daki programda Salim Şen’inkine benzeyen eleştiriyi dile getiren kişi, Eski CHP milletvekili Aytuğ Atıcı imiş ve yine bir HDP taşlama seansında söz kendisine geldiğinde şöyle konuşmuş:
“Siz dahil yedi kişi burada HDP’nin ne yapacağını tartışıyor. Burada bir HDP’li yok. Bunu yadırgadığımı ifade ederim, açık ve net bir şekilde. Şuradaki bir sandalyede bir HDP’liyi bile orturtamıyorsak ya HDP’yi konuşmayacağız ya da konuşacaksak da HDP adına konuşacak bir insanı buraya davet etme nezaketini göstereceğiz. Bunu da size bir eleştiri olarak lütfen kabul edin…”
Programı yöneten televizyoncunun tavrını şöyle not etmişim o yazıda:
“Programın sunucusu ‘peki’ deyip geçiştirdi bu eleştiriyi, zaten başka ne yapabilirdi ki? Eleştiriyi kabul etmek, sonraki programlarda oraya bir HDP’liyi de davet etmeyi gerektirirdi…”
Şaşırmayın, o sunucunun adı da Didem Aslan Yılmaz’dı.
Bir buçuk yılda mahçupluktan pişkinliğe…
Utanılması gereken bir sahnede yer alıyorsanız ve bu size hatırlatıldığında mahçup bir biçimde “peki” deyip başınızı öne eğiyorsanız, bu, evet erdemlerin en büyüğü değildir ama yine de bir erdemdir. Böyle bir kişiye, “seni anlıyoruz ve bu erdemli tavrın nedeniyle daha fazla üzerine gelmeyeceğiz”den başka ne denebilir?
Fakat aradan geçen bir buçuk yılda oralalardan buralara geldiyseniz o zaman iş değişir. O zaman, kendisine, gazetecilikle -mesela- patates ticareti arasındaki farkı hatırlatmak şart haline gelir. Hatırlatılmış da nitekim. Sosyal medyada kendisine verilen cevaplardan birinde, “eşit söz hakkı ve dengeli haberciliğin sadece kamu televizyonlarının uyması gereken ilkeler olduğu ne ara icat edildi? Kötü gazeteciliğiniz size gazeteciliğin kitabını yeniden yazma hakkı vermez” denirken, bir başkasında “Özel sektörde olmak, sizi gazeteciliğin evrensel ilkelerinden azade mi kılıyor, mesela cevap hakkı?” diye soruluyordu.
Didem Aslan’a rahmet okutan bir çıkış
Fakat bir başka Habertürk sunucusu, Mehmet Âkif Ersoy, müessesesini savunmak için Twitter’da öyle bir sahne aldı ki, Didem Aslan Yılmaz’ın “ama biz özel sektörüz” savunmasına rahmet okuttu:
“Devletin birliğine ve vatanımızın bütünlüğüne kastederek, silahlı kalkışma yürüten PKK terörüne karşı; Vatanımızı Milletimizi Demokrasimizi savunma mücadelesini yurt içinde ve yurt dışında kanıyla canıyla sürdüren güvenlik güçlerimizin bu şerefli, uluslararası ve ulusal hukuk açısından tamamen meşru olan mücadelesine saygılı olmayan, bu kapsamda PKK’yı terör örgütü olarak görmeyen ve kanlı eylemlerini açık seçik bir şekilde kınamayan kişileri ve temsilcileri tartışma programlarına evrensel yayıncılık ilkeleri ve kendi yayın çizgimiz gereğince davet etmiyoruz.”
Yedi yıl önce Abdullah Öcalan’ın mektubunu canlı yayımlamak için Diyarbakır Nevruz meydanına bağlanan, birkaç sene öncesine kadar HDP’nin liderini ve milletvekillerini stüdyolarında defalarca ağırlayan bir televizyon kanalı için ne inandırıcı bir savunma!
Hepimiz biliyoruz ki meselenin evrensel yayın ilkelerine falan uymakla bir ilgisi yok. Günümüz Türk gazeteciliğinde evrensel yayın ilkesi diye bir kavram yoktur, ulusal yayın ilkesi de hükümetin siyasi çizgizi tarafından belirlenir… O zaman öyle yaptınız çünkü hükümet size “yapın” dedi, şimdi yapmıyorsunuz, çünkü hükümet size “yapmayın” diyor. Şurada yüz yüze bakıyoruz, siz öyle deyince inanılacak mı sanıyorsunuz? Yarın hükümet yedi yıl öncekine benzer bir hat izlemeye başlasa ve dönüp size “hadi” dese, “ama bizim evrensel yayın ilkelerimiz” mi diyeceksiniz?
Kim inanır? Siz inanıyor musunuz?