Çözüm için gözler neden Türkiye’de değil, Suriye’de?

Yıldıray Oğur yazdı;

Çözüm için gözler neden Türkiye’de değil, Suriye’de?

Türkiye’nin bol göz altılı, operasyonlu sert gündemine bakınca yakın bir zamanda bu ülkede tarihi ve hayırlı bir iş olabileceğine inanmak kolay değil.

Ama 15 gün içinde Türkiye yakın tarihinin en çetin meselesi çözülebilir.

Bu çözümün anahtarı da Türkiye’de yaşananlarda değil, Suriye’de yaşanacaklarda olacak.

Önce bu süreci uzattığı elle başlatan Devlet Bahçeli’nin dün PKK’ya sert başlayıp sonu “bırakınız”, “açıklayınız”, “son veriniz” diye nazik hitaplarla biten çağrısına bakalım:

“Bu açıdan şanı, şerefi, tarihi ve vicdanı çok büyük olan Türk milleti, kaçınılmaz olan son vuku bulmadan ülkemize her türlü kötülüğü yapmış ve yapmak amacıyla pusuda bekleyen terör örgütüne ve bütün teröristlere bir kapı açmış bulunmaktadır. Geliniz, önce siz kendi iradenizle bırakınız. Pişman olduğunuzu, bu mücadelenin asla sonuç vermeyeceğini açıklayınız. Küresel güçlerin hizmetinde, bölgesel aktörler olmaya bir son veriniz. Son olarak DEM heyeti ile İmralı arasındaki görüşmelerin ‘terörsüz Türkiye’ye ön şartsız destek olması ve beklenen çağrının bir an evvel açıklanması samimi dileğimdir.”

Şu cümlelerin altını bir kere daha çizmek gerek:

“Teröristlere bir kapı açmış bulunmaktadır”, “ön şartsız olarak beklenen çağrının bir an evvel açıklanması samimi dileğimdir.”

Peki, Bahçeli’nin ‘samimi dileği’ gerçekleşecek mi? Ne zaman gerçekleşecek?

Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün “Terörsüz Türkiye hedefimize adım adım yaklaşıyoruz” dedi.

Ama AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’in, AK Parti MYK toplantısı ardından yaptığı açıklamalar kafaları karıştırdı.

“İmralı trafiği bitti” dediği başlıklarıyla verilen açıklamasında aslında Çelik, DEM İmralı heyetiyle partiler arsındaki trafikle ilgili bir soruya cevap vermişti:

“Muhabir: Dem Parti’nin AK Parti ile görüşmesi söz konusu mu?

Ömer Çelik: O ziyaret trafiği o süreçte tamamlandı. Bundan sonra beklenen terör örgütünün tasfiye edilmesiyle ilgili çağrının ortaya çıkması.”

Bu açıklama haberlerdeki gibi İmralı’ya bir daha ziyaret yok anlamına gelmiyor. Ama öyle anlaşılmaya müsait bir olumsuzluk içeriyor.

Örgütü ve Öcalan’ı devlette en iyi tanıyan isim olan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son katıldığı yayınlarda PKK’ya karşı kullandığı sert dil de dikkat çekici.

Peki, gerçekten süreçle ilgili bir kriz var mı?

DEM Parti’nin en etkili isimlerinden Tayyip Temel, Duvar’da çıkan yazısında çözüme destek içeren protokol cümlelerinden sonra şöyle dedi:

“Sayın Öcalan başta olmak üzere Kürt Siyasi Hareketinin tüm paydaşları bu döneme dair gerçekçi çözüm önerilerini yaparak pozitif destek sunacaklarını bir bir açıkladılar.

Peki ya devlet ve iktidar? Hala güven verecek, umut yaratacak tek bir adım atılmadığı gibi kamuoyuna ilan edilmiş bir niyet beyanı da yok.”

Dün DEM grubundan konuşan eş başkan Tülay Hatimoğulları da Öcalan’ın son görüşmesinden devletin tavrını eleştiren daha önce yayınlanmamış benzer notlar paylaştı:

“Öcalan 'Bu üst üste binmiş kriz döneminde Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi ile ilgili oyalama, zaman kazanma, bekle-gör politikalarına tevessül etmek Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülük olur' demiş.”

İlk çözüm sürecini bitiren devrimci savaş açıklamasını yapan PKK yöneticilerinden Bese Hozat, örgüte yakın Medya Haber TV’ye “Şu ana kadar bize önderlikten herhangi bir şey gelmedi. Yani bir mektup, doğrudan bir mesaj gelmiş değil. Fakat geleceğini düşünüyoruz, bekliyoruz. Geldiğinde de elbette değerlendireceğiz, ona göre de hareket edeceğiz” dedi.

Anlaşılan Devlet Öcalan’dan tevil edilmeyecek bir silah bırakma çağrısı yapmasını istiyor, sonra çözüm için diyaloğun başlayacağını söylüyor, İmralı ve örgüt ise öncesinde devletin bir adım atmasını talep ediyor.

Peki o adım ne?

DEM kaynaklı bazı haberlere göre bu adım silah bırakma kararı sonrası için yasal güvence.

Ama zaten devlet böyle bir çağrıyı, laf olarak söylenip geçilsin diye istemiyor, esas bu silah bırakmayı kalıcı hale getirilecek ardından atılacak adımlar.

O yüzden bu talep işi birinci çözüm sürecindeki gibi yine yokuşa sürmek olarak yorumlanıyor.

Çünkü esas mesele Türkiye’de değil, Suriye’de.

İstanbul’daki belediyelere, gazetecilere en son Gezi yüzünden Ayşe Barım’a uzanan gözaltı, operasyon baskısı varken çözüm süreci olmayacağını, hatta olmaması gerektiğini düşünen, analizleriyle temennileri birbirine karışmış çevrelerin zannettiği gibi o adımın atılması beklenen yer de Türkiye değil, Suriye.

Bu yüzden ilk çözüm sürecinde “seni başkan yaptırmayacağız” açıklaması yaptıran ülkenin batısındaki muhalif basıncın ve gizli endişenin sürecin akıbetine etkisi artık çok sınırlı.

Hala ilk çözüm sürecinin Erdoğan’ın başkanlık tutkusu ve seçim endişesi yüzünden bittiğine inananlar bunu pek anlamasalar da PKK’nın yüzü 2014’den beri Türkiye’ye değil, Suriye’ye çevrili.

Bu yüzden PKK, HDP’nin 2015 seçim zaferiyle bile ilgilenmemiş, Türkiye’de de bir Rojava yaratmak için hendek olaylarını başlatmıştı. PKK için Türkiye’deki siyasi kazanımlar o yüzden çok heyecan verici değil, aynı şekilde kayyımlar ve tutuklamalar gibi kayıplar da büyük bir mesele değil.

PKK, Rojava merkezli başka bir dünyada yaşıyor, Türkiye’deki günlük iç siyasi gelişmeler de Suriye’de olan bitene etkisi miktarında onları ilgilendiriyor.

Hatta o kadar ki DEM Parti’nin eş başkan düzeyine kadar çıkabilen, milletvekili kontenjanı verilen paydaş sol hareketler Türkiye’deki birkaç yüz kişiden ibaret güçleri yüzünden değil, Rovava’daki YPG güçlerine gönderdikleri militanlar sayesinde müttefikler.

Muhtemelen PKK, Türk siyasetine baktığında muhalefeti de Suriye ve Rojava ile ilgili ne deyip, ne yaptıkları üzerinden değerlendiriyor.

Yani Öcalan’ın beklenen çağrısını, o çağrının içeriğini, zamanlamasını, tonunu ve Kandil’in cevabını Türkiye’de değil, Suriye’de olacaklar belirleyecek.

Örgüt, Esad ve İran’dan sonra Suriye’de ABD ile alternatif fırsatları kovalamak isteyecek. Öcalan da 2015 tekrarlanmasın diye kafası karışık örgütü karşısında kendisini boşluğa düşürecek bir çağrı yapmak istemeyecek.

Peki Suriye’de neler oluyor?

Suriye’de Tişrin Barajı etrafında Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu ile SDG arasında zaman zaman Türkiye’nin de hava operasyonlarıyla katıldığı sınırlı bir çatışma yaşanıyor.

PKK medyasında SMO güçlerinden öfkeli cümleler içinde “çeteler” diye bahsediliyor.

Ama bir zamanlar yine “çete” diye bahsedilen HTŞ’ye ve yeni Suriye yönetimine karşı ise saygılı bir dil kullanılıyor, Ahmed Eş-Şara için “Sayın” deniyor, Alevi çevrelerden yükselen “Alevi katliamı” diskuru örgüt çevrelerinde rağbet görmüyor.

Çünkü bir fotoğraf karesi göremesek de 31 Aralık’ta Şam’da Mazlum Kobani, Ahmed Eş-Şara ile görüştü.

Kobani görüşmeyi önce geçen hafta Al Arabiya’ya verdiği röportajda anlattı, dün de Rojava’daki ANHA ajansına geniş bir röportaj verdi.

Kobani, Al Arabiya’da “Sayın” diye bahsettiği Şara’nın görüşmeye başlarken kendisiyle Kürtçe konuşmasını övdü.

Görüşmenin ana konusunun “silahlı grupların Savunma Bakanlığı çatısı altında birleşmesi” olduğunu söyledi.

Suriye’deki silahlı grupların birleşmesi için düzenlenen toplantıya SDG’nin davet edilmemesinden şikayetçi oldu. Suriye'de iki ordunun bulunması fikrine karşı olduklarını anlattı.

Mazlum Kobani, 31 Aralık’taki görüşmeye yalnız gitmedi. Yanında bazı ABD’li subayların da olduğu iddia ediliyor. Amerikalarının yol güvenliğini sağlamak için ona refakat ettiğini iddia edenler de var, bunun bir güç gösterisi olduğunu söyleyenler de. Şara’nın bu güç gösterisinden hoşlanmadığı, Kobani’nin ABD’li subaylarla toplantıya gelmesinden rahatsız olduğu ve onunla yalnız görüştüğü de söyleniyor.

PKK ve SDG’de hala Suriye ve Türkiye’yi ABD hatta İsrail ile dengelemeyi düşünen, bu fırsatları kullanarak kazanımlarını artırmak ya da korumayı düşünen bir akıl var.

Bu fırsatçılık da çözümün önünde engellerden biri.

Ama bu fırsatçılık için fırsat penceresi daralıyor.

Batı’nın Suriye’nin istikrarı için Şam yönetimine desteği artarak sürüyor.

En son yeni Suriye Dışişleri Bakanı, Davos’ta Tony Blair ile sahneye çıktı. ABD ve AB Suriye’ye yaptırımları kaldırma sinyali veriyor.

Şam yönetimi PKK-SDG konusunda Türkiye ile aynı sayfada olmaya devam ediyor.

Türkiye’de çözüm sürecin ana aktörlerinden olan MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın önceki gün Ahmed Eş-Şara ile Şam’da yaptığı görüşme bunu teyit ediyor.

Türkiye ve Suriye’nin SDG’den talepleri de ortak; Yurtdışından gelmiş PKK’lı kadroların Suriye’den ayrılması, SDG’nin silah bırakması, ayrı bir birim olarak değil doğrudan Suriye ordusuna dahil olması, PYD olarak siyasi bir aktör olarak yoluna devam etmesi ve bu siyasi temsille yeni Suriye’nin yönetimine katılması, SDG üzerindeki Kandil vesayetinin bitmesi, petrol ve su kaynaklarının Şam yönetimine devredilmesi.

 

Devamı >>>