Çöp Evler

Fatma Tuncer, insanın, çoğu kez yaşadığı hayatta pek faydası olmayan, onların varlığına sığınıp insanlardan ve toplumdan kopmalarına sebep olan ve psikolojilerini değişten nesnelere vurgu yapıyor.

Çöp Evler

Çöp evler yoksulluğun değil, duygusal yoksunluğun ve birikmiş travmaların sonucunda ortaya çıkıyor. Bakıyorsunuz büyüklerin tabiriyle “güngörmüş” büyük mevkilerde yer almış kelli felli insanlar, hayatlarını çöp dağlarına dönüşen virane evlerde geçiriyorlar. Yaşanabilir koşullardan bahsettiğinizde ise şiddetle reddediyor ve bu kasavetli ortamda kalmak için direniyorlar. Çünkü bu kişiler işe yaramayan nesneleri bir araç olarak değil, kabuk bağlamış yaralarını onaracak deva olarak görüyorlar. Gözünüze takılan her parça, dikkatinizi çeken her nesne bir boşluğun yerine konuyor ve kişi bu şekilde içsel çatışmalarından, travmalarından kaçmaya çalışıyor.

Çöp evlerin sakinleri hareketin, sesin ve olayların vuku bulduğu kalabalıklardan kaçıyor ve kendilerini hijyen olmayan virane bir ortama hapsederek yıkılan duvarları onarmaya çalışıyorlar. Olayları doğru şekilde muhakeme edemeyen ve hayatta gri renklerin de olabileceğini kabullenmeyen bu kişiler insanın ve hayatın aktif olarak aktığı yerleri bir tehlike olarak görüyor ve kendilerini hijyen olmayan çöp evlere hapsediyorlar. İradesi olan varlıklardan kaçıyor ve nesnelerin canlarını yakmayacağını düşünüyorlar. Ama öyle olmuyor istiflenen her parçada bir hikayenin izleri yer alıyor, çöp evin sakinleri insanlardan kaçsalar da yaşanmışlıklardan kaçamıyor ve kendileriyle olan çatışmayı sürdürüyorlar.

Dışarıdan bakanlar çöp evin sakinlerini sımsıkı tutundukları nesnelerin bir parçası olarak görürler. Oysa orada para, mevki, sosyal statü, aile, dost ve bütün maddi imkânlardan vazgeçip yaralarını sarmak için çırpınan insanların hikâyesi yazılmaktadır. Bu insanlar düşmüştür ve kalkmaya güç yetiremeyeceklerine inanmışlardır.

Yıllanmış travmaların, hayal kırıklıklarının, yıpranmışlığın, dışlanmışlığın izlerini taşır çöp evler. Burada kendisine yalnız bir dünya kuran kişi ise toplumdan, insanlardan uzaklaşmış ve edindiği nesnelerle bilinçaltı ağrılarını dindirebileceğine inanmıştır. Kişi kendini dış dünyadan izole ederek kırılan parçaları toplamaya yönelmiştir ve eşyalara şefkatli bir anne gibi sarılmıştır.

Büyük şehirlerde hemen her mahallede birkaç çöp eve rastlamak mümkün. Mahalle sakinlerinin şikâyette bulunduğu evlerde ekmek atıkları, kavanozlar, giysiler, gazete parçaları, mutfak eşyaları ve aklınıza gelebilecek her şey iç içe geçmiştir. Çöp evin sakini işe yarayıp yaramadığına bakmaksızın eline ne geçtiyse getirip istiflemiştir. Ötekilerle arasında keskin duvarlar vardır ve insanların kendisiyle ilgili düşüncelerinin ne olduğuyla hiç ilgili değildir, o kendini nesnelerle kurduğu dünyaya hapsetmiştir.
Psikiyatristler, istifçiliğin aile bağlarını koparan yalnız bireylerde daha fazla görüldüğünü ifade ediyorlar. Yani aile ilişkileri bireyleri ruhen güçlendiriyor ve hayatın zorluklarına karşı dayanıklı kılıyor. Kentlerde aidiyet bağlarını koparıp bireyselleşen kişiler ruhsal sorunlara karşı dirençsiz hale geliyor ve kendilerine gizemli duvarlar örüyor ve içeriye kimseyi almak istemiyorlar.

Son yapılan araştırmalarda istifçilerin dikkat, bellek, bilgiyi işleme hızı, planlama, zihinsel esneklik ve görsel yeteneklerinde farklılık olmadığı fakat kategorizasyon becerilerinde farklılık olduğu görülmüştür. Yani eşyaları işlevine göre ayırmaya kalktıklarında neleri atıp neleri tutacakları noktasında sıkıntı yaşıyorlar. Yaşadıkları olayları sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutamıyor, sindirmekte güçlük çekiyorlar.
Çöp evin kasavet kokan havası, hijyen olmayan nesneler ve sevgiden yoksun olan ortamı istifçinin iç dünyasının bir yansımasıdır aslında, kişi olaylardan uzaklaşıp bu karmaşık ortama hapsolmuştur ve hayatının kapısını kimseye açmak istememektedir. Bu kapı açılmalıdır ancak bunun için kişinin profesyonel destek alması gerekir…