Devletin dindarları kendi hanesine yazarak kayıt altına alma süreci, Kürtleri dışlama siyasetiyle birlikte süregitmekte. Öyle ki birçok sahneyi defalarca yaşayanlar açısından farklılıklar ve ince planların gizlemeye çalıştığı taktikler, birer tekrar olarak kabaca sırıtmakta.
Mesela andımız teatrelliğinin yasaklanması ile HDP’ye kapatma davası açılmasının ve Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinin aynı günlere denk gelmesi gibi. Andımız’ın yasaklanmasının en önemli destekçisi olan Mazlumder’in bir dönem başkanlığını yapan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun aynı gün mahkûm edilme kararının da alınması, dindarların desteğini yanına çekerken, muhalefeti de çatlatma girişimine matuf bir faydayı da gözetmekte. Sadece bu değil elbette. Kendi ifadesiyle, adalet savunuculuğunu üstlenmesi için isimlendirildiği Ömer Faruk ismiyle müsemma olan HDP milletvekili, Kürt sorunuyla ilgili duyarlılığını dile getiren eski bir davası ısıtılarak, daha çok “çıplak aramalar”la ilgili çabaları ve dahası FETÖ davasından mahkûm kılınan kadınların sorunlarıyla ilgili duyarlılığının cezası olarak meclisten koparılmakta. Dahası ise HDP grubu mümkün olduğunca İslami ve sosyalist desteklerden de yoksunlaştırılarak yalnızlaştırılmaya çalışılmakta.
Öğrenciliğinden beri tanıdığım Ömer Faruk, kimileri için abartılı görülebilecek insan hakları savunuculuğuna dair duyarlılığını ta o yıllardan beri getirmekte. Birilerinin dönemsel şartlarla, sözgelimi “başörtüsü yasağı”na karşı mücadele için bir taktik olarak girdiği geçici bir mücadele alanı olarak insan hakları, Ömer Faruk için temel bir mücadele alanıdır ve buna dair giriştiği çabalarla samimiyetini defalarca ortaya koymuştur. Kimilerinin “bizden artık bu kadar” dedikleri yerde, yani başörtüsü yasaklarının kaldırıldığı şartlarda o, bu kez de kendisi Kürt olmadığı halde Kürtlere karşı sürdürülen haksızlıkları bertaraf için hak arama çabalarını ve maduniyetin karşısında olma tavrını devam ettirecektir.
Devletçi-milliyetçi riyakârlık cephesinin Ömer Faruk’u bir hedef haline getirmesinin en önemli sebebi ise onun adalet ve hak arama tavrının saflığı ve nahifliğidir. Çünkü o ne kadın, ne Kürt ne de FETÖ’cüdür. Dolayısıyla hukuk ihlalcileri açısından kolay bir av olmadığı gibi, kamuoyu açısından da güçlü bir timsaldir. Hamile veya daha süt emzirme döneminde olan annelerin mahkûmiyetlerinin ısrarcı takipçisi olduğu gibi, Kürtlere karşı yapılan adaletsizliklerin de karşısında lekesiz bir isim, yani kolay yoldan teröristlikle suçlanamayan birisi olarak; hem de “ellerini kaldırıp indirmekten” başka işlevleri kalmamış milletvekillere karşı sıradışı bir örnek olarak Ömer Faruk’un varlığı, özellikle de iktidar cephesi açısından bir an önce bertaraf edilmesi gereken tahammülfersa bir misaldir. İsteyenler açısından en sıradan durumların bile sıradışılığa dönüştürülmesinin imkânının bir göstergesi olarak Ömer Faruk’un yeri, işte bunun için, egemen sistemin zihniyetindeki tabloya uymazlığı nedeniyle meclis değil, cezaevi olmalıydı!..
Adaletin bir isim ve bir propaganda malzemesi olmaktan öte değer ve anlam ifade etmediği insanlar açısından Ömer Faruk’a karşı birçok şey söylenebilecektir. Birçok kişi ferahlayacak ve belki de bu “at sineği”nden kurtuldukları için hallerine şükredecektir. Oysa onların hiçbirinin adını hatırlamayacaktır tarih. Belki de sadece kötülükleriyle yadedileceklerdir. Ama Ömer Faruk’un ismi daha şimdiden Türkiye adalet tarihine yazılmıştır bile. Cemil Meriç’in, hepimizin kitaplarını okuyarak düşünsel yolculuğumuzu oluşturduğumuz Ali Şeriati için söylediği sözlerde olduğu gibi, “Buda’nın deyişiyle ‘göller bölgesinde bir ada olmak affedilmez bir günahtır’ diyen genç mücahit, Ayn al Kuzat’ın akıbetinde kendi istikbalini görüyordu: ‘Evet, cehalet çağlarında bir cinayettir şuur, mazlumlar ve zeliller toplumunda ruh ve gönül yüceliği”.