21. 09. 2018 Cuma
İSTANBUL - Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Tandoğan(*)
Uluslararası sistemin günümüzdeki en etkili aktörlerinden biri olan ve küresel liderlik için ABD ile çok yönlü bir rekabete girişen Çin´in Afrika kıtasındaki etkinliği kıta ülkeleri için endişe verici bir hızla artıyor. Bir önceki yüzyılda kıtaya yalnızca ideolojik saiklerle yaklaşan Pekin yönetimi, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğiyle birlikte ekonomi kartını iyi kullanarak kıtanın önde gelen stratejik ortaklarından biri -belki de birincisi- olmayı başardı. Böylece kıtayla ilgili herhangi bir meselede, 15-20 yıl öncesine kıyasla gözler daha sık bir şekilde Pekin´in tepkisinin ne olacağına çevrilebiliyor. Çin´in kıtada bu denli etkili olmasında, bu ülkenin ekonomik ve siyasi politikalarının başarısı kadar, Batılıların ve ABD´nin kıtadaki ?vurdumduymaz? ve ?yukarıdan bakan? tavırları da etkili oldu. Afrikalılarla kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkilerde çeşitli koşullar öne süren ve yalnızca Batı´nın değerlerini benimseyip hayata geçirenlerin kazanabileceği algısını yayan Batılılara karşı Çin, Afrikalılar için (tabir-i caizse) ?denize düşenin sarılmak zorunda kalacağı?, günü kurtaran bir alternatif durumuna geldi. Ne var ki yukarıdaki ifadeden de anlaşılacağı üzere, bu ülkenin kıtadaki varlığı tıpkı Batılıların varlığı gibi emperyalist yaklaşımlar doğrultusunda şekilleniyor. Orta ve uzun vadede Afrikalı uluslara kendilerini kanıtlama ve kendi ayakları üzerinde durarak uluslararası sistemde etkili birer aktör olarak var olabilme imkânı sunuyor. Kısacası, Batılıların ve Çin´in kıtada uyguladığı yöntem farklı olmakla beraber, Afrika´da var olma amaçları paralellik gösteriyor: Farklı yollarla da olsa hepsi kıtanın zengin doğal kaynaklarına ve potansiyeline ulaşma amacı güdüyor.
Amaç aynı, yöntemler farklı
Batılıların ekonomik ilişki kurmak ya da faiz ve hibe ile kredi vermek için Afrikalı ulusların önüne sürdükleri demokrasi, şeffaflık, iyi yönetişim gibi önkoşullara karşın, Çin verdiği paranın nasıl ve nerede kullanılacağına çok fazla karışmaz görünüyor. Hatta bu tarz bir müdahaleyi, ilişki kurulan devletin iç işlerine karışma şeklinde değerlendirerek söz konusu devletin egemenlik haklarına karşı bariz bir saldırı olarak yorumluyor. Bu durum ise Afrikalı devlet adamlarının nezdinde Çin´in önemli bir alternatif ve kolay para kaynağı olarak ön plana çıkmasına neden oluyor. Aslında ne Batılıların ne de Çin´in ekonomik ilişki kurulurken ortaya koyduğu bu yöntemler kıta ülkelerinin dertlerine tam manasıyla derman oluyor. Zira bir taraf içişlerine karışmak vasıtasıyla kıta ülkelerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlığına ket vurmaya çalışırken, diğer taraf ise sorgusuz sualsiz bir şekilde aktarılan ekonomik kaynaklarla Afrikalı devletleri israf ve yolsuzluğa sürükleyerek nihai noktada bu devletleri borç batağına düşme riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Bilhassa Batılılar tarafından Çin´in Afrika´daki ekonomik faaliyetleri tam da bu nokta üzerinden eleştiriliyor. Sahanın uzmanlarına ve siyasetçilere göre, Çin Afrika kıtasındakiler başta olmak üzere dünya üzerindeki çeşitli devletleri ?kasıtlı olarak? borçlandırarak ?borç tuzağı? politikası güdüyor ve böylece borçlarını ödeyemeyecek durumda kalan devletlerin çeşitli varlıklarına, ekonomik ve siyasi bağımsızlıklarına en basit ifadeyle ipotek koyuyor. Görüldüğü üzere, nihai noktada IMF´nin ve Batılıların ağır reçetelerinden kaçan uluslar, Çin tehdidine maruz kalıyorlar.
Çin´in borç diplomasi
Afrika´da ve dünyada artan Çin etkisinden rahatsız olan taraf ülkeler, Çin´in aşırı borçlandırma ve borç diplomasisi aracılığıyla ekonomi kartını emperyalist niyetlerle son derece önemli bir araç olarak kullandığını, nihayetinde borç batağına saplanan ülkelerin kaynaklarını ve stratejik önemi haiz değerlerini sömüreceğini ileri sürüyorlar. Geçtiğimiz yılın verilerine göre Çin´e en çok borcu olan 8 ülke Cibuti, Tacikistan, Kırgızistan, Lao, Maldivler, Madagaskar, Pakistan ve Karadağ. Bu borçlar, büyük oranda ilgili devletlerin çeşitli altyapı ve üstyapı faaliyetleri için Çinli muhataplarından aldıkları kredilere dayanıyor.
Çin yönetimi bir yandan kendi ekonomik çıkarları ve küresel liderlik amacı bağlamında oldukça büyük bir öneme sahip olan ?Kuşak ve Yol Girişimi? çerçevesinde bu kredi ve borçlanmaları desteklerken, diğer yandan borçlarını ödeyemeyen ülkelerin çeşitli varlıklarına el koyarak söz konusu girişimin güvenliğini ve sürdürülebilirliğini garanti altına almaya çalışıyor. Bu durum, borçlu devletleri ve uluslararası toplumu Çin´e karşı endişeye sevk ederken akıllara Sri Lanka örneğini getiriyor. Hatırlanacağı üzere, Çin´e ve Çin menşeli firmalara yüzde 8 faizle 8 milyar dolar kredi borcu bulunan ve borçlarını ödemekte zorlanan Sri Lanka hükümeti, 2017 yılında Hambantota kentindeki bir limanın kullanım ve tasarruf haklarının yüzde 70´ini 99 yıllığına Çinli bir şirkete devretmişti. Bu durum bir yandan Çin´in yumuşak güce dayalı dış politika söylemine büyük bir darbe vururken, öte yandan uluslararası toplumun diğer üyelerini ve bilhassa borçlu ülkeleri Çin´in yayılmacı iştahı konusunda tedirgin etmişti.
Afrika´ya verilen borçlar lütuf mu, lanet mi?
Pekin´in uyguladığı borç diplomasisi sonucunda ortaya çıkan ekonomik ve siyasi egemenlik sorunları, 21. yüzyılın başlangıcından itibaren Çin ile yakın ekonomik ilişkiler kuran, bu ülkeden büyük miktarda kredi ve hibe alan Afrikalı ulusları da tehdit ediyor. Hâlihazırda Zambiya ve Cibuti bu tehdidi en yoğun hisseden ülkeler olarak görülüyor. Çin´e olan borcu her geçen gün artan Zambiya´da, tıpkı Sri Lanka´da olduğu gibi, ülkenin bazı milli kurumlarının mülkiyetinin ve kullanım hakkının borca karşılık olarak Çinli şirketlere devredildiği iddiaları, bu husustaki endişeleri daha da arttırdı.
Başkan Edgar Lungu´nun göreve geldiği 2015 yılının Haziran ayından bu yana, Çinli şirketlerle çeşitli yatırımlar için 8 milyar dolar değerinde finansman anlaşması yapan Zambiya´da, kabaran ve ödenemeyen borçlar nedeniyle bir elektrik şirketinin (Zesco), TV ve radyo istasyonu olarak faaliyet gösteren bir kamu kuruluşunun (ZNBC) ve bir havaalanının (Kenneth Kaunda Uluslararası Havalanı) Çin´e devredildiği iddia ediliyor. Zambiyalı yetkililer bu iddiaları reddetse de, borçlarını ödemekte zorlanan ülkede, Çin finansmanıyla gerçekleştirilen yatırımların geleceği konusunda, yetkililer tarafından birbiriyle çelişen açıklamalar yapılıyor. Ülkenin Finans Bakanı ?Çin finansmanıyla gerçekleştirilen, tamamlanma oranı yüzde 80´in altındaki bütün yatırımların iptal edileceğini? duyururken, Başkan Lungu ?Her şeyin yolunda olduğunu ve yatırımların devam ettirileceğini? açıklayabiliyor. Çin aynı zamanda Zambiya Ulusal Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Şirketi´nin de hisselerinin yüzde 60´ını elinde bulunduruyor. Bu durum, Batılıları ve Batı´nın güdümündeki IMF´yi endişeye (!) sevk ederken, çözüm önerileri ortaya atılıyor ve Çin şiddetle eleştiriliyor. Zira Zambiya´nın mevcut borçlarının büyük bir kısmı Çin´den aldığı kredi ve yatırım finansmanlarından kaynaklanıyor.
Kıskaçtaki diğer ülkeler: Cibuti, Nijerya ve Güney Afrika
Çin´in borçlandırma diplomasisinin olumsuz sonuçlarına maruz kalabilecek bir diğer Afrikalı ülke ise Cibuti. Tıpkı Sri Lanka ve Zambiya örneklerinde olduğu gibi, Cibuti de ödeyebileceğinden çok daha fazlasını Çin´e borçlanan ülkelerden. Bu ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 88´ine denk gelen 1,72 milyar dolarlık kamu borcunun büyük bir kısmı Çin´e. Bu borçlar ise büyük oranda yatırım ve kalkınma alanındaki projeler için alınan kredilerden kaynaklanıyor.
Cibuti´nin ABD ve diğer küresel güçler için stratejik önemi düşünüldüğünde, bu ülkenin de ulusal varlıklarının bir kısmını borcuna karşılık Çin´e devretmesi ve Pekin yönetiminin Cibuti´de ekonomik ve siyasi nüfuzunu arttırma ihtimali, Washington yönetimi başta olmak üzere söz konusu küresel güçleri tedirgin ediyor. Afrika Boynuzu´nda yer alan, Ortadoğu´ya ve enerji geçiş yollarına yakınlığıyla dikkat çeken Cibuti´de bir askeri üsse sahip olan ve 4 bin civarında askerini bu ülkeye konuşlandıran ABD için, ülkenin böyle bir senaryoyla karşılaşması itibar ve nüfuz kaybı anlamına gelirken, Washington´un Afrika ve Ortadoğu´daki planlarını da sekteye uğratma riskini bünyesinde barındırıyor. Cibuti´de ABD dışında Çin Halk Cumhuriyeti, İtalya, Fransa, Almanya, Uganda, İspanya ve Suudi Arabistan´ın da birer askeri üsse sahip olduğu düşünüldüğünde, bu ülkenin Çin nüfuzuna girmesi ihtimaline yönelik uluslararası endişenin muhtevası daha iyi anlaşılabilir.
Güney Afrika ve Kenya gibi ülkelerin Çin´e karşı artan borçları da, bu ülkeleri olası bir borç batağı tehdidine sürüklüyor. Güney Afrika´nın en büyük kamu şirketine Çin´den sağlanan 2,5 milyar dolar tutarındaki kredi ve Kenya´nın Çin´e 2013 yılında 1 milyar doların biraz altında olan borcunun 2017 yılında 5,2 milyar dolara yükselmesi, bu yöndeki endişeleri pekiştiriyor.
Sonuç yerine: Ne yapılmalı?
Çin´in Afrika´daki faaliyetleri birçok uzman, araştırmacı, siyasetçi ve devlet adamı tarafından ?yeni sömürgecilik? başlığında değerlendiriliyor. Çin´in verdiği yüksek krediler ve kıta ülkelerini devasa borçların altına sokan yatırımlara verdiği destek, bu ülkenin kıtada izlediği ekonomi politikasının temelini oluşturuyor. Çin´in ?borçlandırma stratejisi? olarak ifade edilen bu durum, yapısı itibariyle orta ve uzun vadede Afrikalı ulusların egemenliği için kıta ülkelerinin aleyhine, Pekin yönetiminin ise lehine ciddi sonuçlar doğurma potansiyeline sahip. Sağlanan sınırsız (!) ve sualsiz (!) kredilerin Afrikalı devlet adamlarını israf ve yolsuzluk batağına sürükleme ihtimali de düşünüldüğünde, geçtiğimiz yıl Sri Lanka´nın başına gelen hadisenin, yakın gelecekte Çin´e olan borçlarını ödeyemeyecek durumdaki herhangi bir Afrika ülkesinin başına gelmesi de kaçınılmaz görünüyor.
Batılıların ve Çin´in Afrika´nın ekonomik kalkınma hamlelerine sağlıklı bir katkı sağlamadığı gerçeği ortadayken, kıta ülkelerinin kendi ayakları üzerinde durabilecekleri alternatif ekonomik kanallarını keşfetmeleri ve bir an önce bu kanallara yönelmeleri elzemdir.
(*)İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi´nde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapan ve Afrika Araştırmacıları Derneği (AFAM) başkan yardımcısı olun Muhammed Tandoğan Afrika´da sömürgecilik ve Osmanlı siyaseti, dünya siyasetinde Afrika ve özellikle Türkiye-Afrika ilişkileri alanlarında çalışmaktadır.