II. Dünya Savaşı'ndan bu yana süren kültürel soykırımda, binlerce İslami dini bölge tahrip edildi. Yaşlanan imamların tutuklandığı ve genç erkeklerin inançlarından vazgeçmek zorunda kaldıkları kamplara en az 1 milyon Müslüman kapatıldı. Kamplara doluşturulmayan Müslümanlar da Ramazan ayı boyunca yemek yemeye zorlandılar, inançlarına aykırı olarak alkol kullanmak için baskı gördüler, namaz kılmaları, Kur'an okumaları veya Mekke'ye hacca gitmeleri yasaklandı. Ve Çin, 21. yüzyılın sağladığı baskı araçları ve asırlara dayanan zulüm tecrübeleri sayesinde, suç işlediği mahallelerden herhangi bir bilgi sızmasını engellemeyi başardı. Tabii bu da geçen hafta yayımlanan ve içler acısı kanıtlar içeren yayını daha da önemli hale getiriyor:
Bahram K. Sintash tarafından yazılan “İnancı Zedelemek: Uygur Camilerinin ve Türbelerinin Yıkılması ve Yok Edilmesi
37 yaşındaki Sintash, halihazırda Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşıyor, ancak şu anda "dünyanın bildiği hiçbir şeye benzemeyen bir polis gözetim devleti"nde büyüdüğünü söylüyor. Sintash, babasının 2018 yılı Şubat ayında Çin polisi tarafından gözaltına alındığını biliyor ancak o zamandan beri kendisinden bir haber alamamış. (Hala yaşıyorsa 69 yaşında olacak olan) babasına yardım edemeyen Barham, acılarını Uygur mirasının nasıl imha edildiğini belgelemeye kanalize etmiş.
Uygurlar -Barham, babası ve milyonlarca Çin vatandaşı- etnik olarak Türk kökenli ve din olarak da Müslümanlar. Onlarca yıl, Komünist Çin'de bir şekilde yaşamlarını sürdürdüler. Nitekim Çin Komünist Partisi imamları teftiş etti, vaazlarını onayladı ve Uygur kültürü çalışmalarına izin verdi. Ancak giderek daha da hoşgörüsüz bir hal alan Xi Jinping yönetimi, parti sadakatiyle rekabet eden hiçbir şeye tahammül edemez hale geldi. Önceden teftiş edilmiş din adamları, hatta 80 yaşında olanlar bile, 20 yıl hapis cezası aldılar. Çok "İslami" görünen her şey -bir mağazanın tepesindeki kubbe bile- yerle bir edildi.
Uydu görüntülerine ve son sürgünlerle yapılan röportajlara dayanarak Sintash, geçen hafta Ulusal Demokrasi Vakfı’nda düzenlenen bir konferansta yaptığı açıklamada, 10 bin ila 15 bin arası dini bölgenin tahrip edildiğini tahmin ettiklerini söyledi. Bunların birçoğu Google uydu görüntülerinde göze çarpmayacak kadar küçük köy camileridir ve o bölgedeki hiçkimse fotoğraf göndermez, çünkü bunu yapmak toplama kamplarından birinde hapse girmeyi garanti eder. Ancak Sintash, öncesi ve sonrası, türbeden-park-yerine şeklinde fotoğrafladığı görsellerde 150'den fazla caminin yıkıldığını belgelemiştir.
Büyük şehirlerde, bir cami turizm veya propaganda amaçlı olarak korunabilir, ancak o zaman bile kubbe ve minareleri yıkılır ve dini yazılar parti pankartlarıyla yer değiştirilir. Yer değiştirmesiyle bile olsa, bu yerler korunabilir.
Daha etkileyici olan Hotan'daki asırlık Sultanim mezarlığı gibi mezarlıkların görüntüleridir; bu bölgeler adeta devasa bataklıklara dönüşmüşlerdir. Sürgün edilmiş Uygurlu bir alim Sintash'a, "Babam ve büyükbabam bu mezarlığa gömülmüştü” demiş. "Mezarlık, her yıl milyonlarca insanın Hotan'da gelip ziyaret etmesi için en önemli kutsal yerdi."
İnsan hakları dünyasındaki işçiler, Nazi analojileri söz konusu olduğunda oldukça suskun kalma eğilimindedir. Holokost, kendine mahsus ve bir daha gerçekleşmeyecek bir olaydır onlara göre. Ancak geçen hafta raporun açıklanmasında Holokost, tek uygun karşılaştırma noktası olarak konuşmada yer aldı. Uygur İnsan Hakları Projesi'nin kurucu başkanlarından ve aynı zamanda yöneticisi olan Ömer Kanat, Kristal gecenin sene-i devriyesinden bahsetti.
Ulusal Demokrasi Teşkilatı başkanı Carl Gershman, Radio Free Asia'nın cesur muhabirlerini, Batı'yı Nazi vahşetlerine karşı uyarmaya çalışan Polonyalı Jan Karski'ye benzetti. RFA muhabirleri Çin ülkeye girişlerine izin vermediği için sürgünde yaşıyorlar, ancak Batı Çin'deki aile üyelerinden düzinelercesi RFA'nın bu kültürel soykırım konusundaki çığır açan gazeteciliğinden intikam almak için hapsedildiler.
Ve böyle kutsal alanların imha edilmesinin etkisi nedir?
Rahile Dawut, 2017 yılında, gözaltına alındığı zaman Urumçi'deki evinden yola çıkıp Pekin'e seyahat etmeye hazırlanan saygın bir akademisyendir. Ortadan kaybolmasından yıllar önce, "Eğer türbeleri yok edecek olsalar, Uygur halkı dünyayla temasını kaybederdi. Artık kişisel, kültürel ve manevi hiçbir geçmişleri olmazdı. Birkaç yıl sonra neden burada yaşadığımız ya da ait olduğumuz yerle ilgili hatıralarımız kalmazdı.” demişti.
Sintash, bunun Uygur halkını yok etmek için Çin'in "nihai çözümü" olduğundan korktuğunu söylüyor. “Babam şu an hayatta mı yoksa vefat mı etti, bilmiyorum” diyor. "Ama namaz kıldığımız caminin artık olmadığını görebiliyorum."
Kaynak: Washington Post
Dünya Bülteni için Çeviren: Dilara Yabul
Kaynak: https://www.dunyabulteni.net/asya/cin-de-her-gun-kristal-gece-h452570.html