Çağlar Ünel, Mersin eski ülkü ocakları başkanı, bir süre önce, Mersin’de Adana’dan gelen bir grup diğer ülkücünün saldırısına uğruyor. Silahını çekip ateşliyor. Olayda 1 ölü, 2 kurşun yaralısı var. Şimdi hapiste olan ve saldırıya uğrayan eski başkan, bir dönem Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış Sinan Ateş’in siyasi ekibinden. Bir süre sonra Sinan Ateş de öldürülüyor. Cinayet şüphelilerinden birisi MHP Mersin milletvekilinin evinde çıkıyor. Önce gözaltına alınıyor sonra bir savcı talimatıyla serbest bırakılıyor. Bu arada, İstanbul’da da MHP bir ilçe yöneticisi konuyla ilgili gözaltına alınıyor.
Bunlar gazete haberlerinin kısa özeti.
12 Eylül 1980’den bu yana ilk kez bir ülke ocakları başkanı cinayete kurban gidiyor.
Hemen her konuda esen gürleyen MHP lideri Bahçeli’den hiçbir açıklama yok.
MHP ve Ülkü Ocakları’ndan taziye mesajı yok.
Garip…
Öldürülen Sinan Ateş’in Ankara Emniyet Müdürü’nün arkadaşı çıkması da ilginç bir tesadüf.
Evinde zanlı yakalanan Mersin milletvekilinin durumu, yeri ne bu olaylarda, bilmiyoruz?
Ama anlaşılan o ki, iki ülkücü grup arasında bir sorun, bir kavga var. Bir grup diğerini önce FETÖ’cü ilan ediyor, sonra şiddetle, cinayetle cezalandırıyor. Adeta bin kan davası başlıyor.
Fatih Altaylı yazdı, Ateş, İstanbul’da yakınlarına bir süre önce “Benim kalemimi kırmışlar. Haberi geldi. Her an bir şey yapabilirler” demiş…”
Serbestiyet sitesinde yayınlandı, Bursa Ülkü Ocakları eski şube başkanı Efendi Barutçu, 10 ay önce Bahçeli’ye “bu akan kanı durdurun” başlıklı açık mektup yazmış ve şöyle demiş:
“Bu müessif hadisenin Türkiye genelinde Allah göstermesin bir kan davasına dönüşmesini arzu etmiyorsanız, Ahmet Y. Yıldırım’ı ve Doç. Dr. Sinan Ateş’i ivedilikle huzurunuza davet edip ‘Ülkücüler kardeştir’ beyanı ile tokalaşıp kucaklaşmalarını sağlamalı ve bu iki genci yanınıza alarak çektireceğiniz bir fotoğrafı Türkiye kamuoyuna ulaşacak şekilde paylaşmanızı ve hareketimizin geleceği açısından bu alicenaplığı göstermeniz beklenmektedir…”
Bu durumda Bahçeli’nin suskunluğu daha da manidar…
Belki söyleyecek sözü yoktur…
Umarız bu cinayet ve şiddet serisi hızla açığa çıkarılır. Failler her kimse hiçbir korumaya uğramadan cezalandırılır.
Ama burası umutların, ummaların karşılık bulduğu bir ülke değil.
Sorun anlayışta aslında.
Hani balık baştan kokar derler ya…
Şiddeti, tehdidi, kaba kuvveti, korkutmayı hem söyleminde, hem ilişkilerinde hem siyasetinde şiar edinmiş bir yapının, siyaset anlayışı şimdi kendi içinde devreye girmiş bulunuyor.
Tüm zamanlarda, tüm dünyada bir tür aşırı sağ işleyişi böyle olagelmiştir.
Tarihi milletler arası bir savaş olarak okurlar, tek doğruyu savunur, siyaseti bir savaş olarak görürler..
Pusulalarını “verili tek doğruyu savunanlar bizdendir, dışında kalanlar veya itiraz edenler düşman ya da haindir” anlayışı oluşturur.
Devlet kutsallarıdır. Gücü, kimliği, varoluşu temsil eder.
Siyasi amaçları o gücü, devleti elde tutmak, kontrol etmektir.
Devlet yönetmenin, kontrolün kriteri ise güçtür, güçlü olmaktır.
İktidar güç kavgasını kazanarak elde edilir.
Dahası iktidarı en güçlü hakkeder.
Esasa gelelim: O zaman bunu sağlayacak kaba güç ve fiziki şiddet dahil tüm araçlar, kendi başına bir “değer”, hatta “üst değer”dir.
Güçlü bilek, yiğitlik, erkeklik, fedakarlık, kahramanlık bu asli değerden üreyen diğer değerlerdir.
Bunların elbette demokratik siyasette yeri yoktur.
Onun içindir ki bu anlayış demokratik karşısındaki asli tehditlerden birisi olmuştur.