Gülbahar Celilova Kazakistan’da doğdu. 1997’den başlayarak yirmi yıl boyunca Kazakistan ile Çin arasında ticari faaliyetlerde bulundu. 2017 senesinde Doğu Türkistan Urumçi’ye mal almaya gittiğinde gözaltına alındı. Hiçbir suçu olmadığı halde Çin zindanlarına atıldı, işkencelere maruz kaldı. Celilova, Çin zulmü altında geçen 1 yıl 3 ay 10 günü Millî Gazete’ye anlattı.
Sizi yakından tanıyabilir miyiz? Çin zulmüyle nasıl tanıştınız?
Selamunaleyküm. Ben Gülbahar Celilova. Kazakistan'da doğdum. 1997’den başlayarak yirmi yıl boyunca Kazakistan-Çin arasında ticari faaliyetlerde bulundum. 2017 senesine geldiğimizde Urumçi’ye mal almaya gittim, Urumçi’deki bir otele yerleştim ve otele gelen üç polis beni alıp götürdü. Beni otelden alıp götürenler Çin’in Ulusal Güvenlik elemanlarıymış. Sabah sekizde otelden alındım, yaklaşık altı saat boyunca telefon incelemesi yaptılar. Telefondan bir şey çıkmayınca beni bodrum katına indirip sorguya aldılar. Karakol gibi bir yerdi. Sorgu sırasında bana ‘Türkiye’ye neden gittin?’ dediler. Sürekli bana bunu sordular, ‘Türkiye’de ne işin var, ne zaman, kimlerle görüştün?’ gibi. Ben Türkiye’ye gitmediğimi sadece Kazakistan-Urumçi arası ticaret yaptığımı söyledim. Ben başka ülkelere gitmediğimi Türkiye ile de alakam olmadığını söyledim. Ondan sonra bana ‘Sen, annen, baban, çocukların namaz kılıyor musunuz?’ şeklinde sorular sordular. Ardından önüme Çince bir evrak getirdiler. Ben Çince ve Uygurca bilmiyordum. Ben Rusça eğitim aldım. ‘Bana Rusça evrak getirin ki anlayayım yazılanları’ dedim. Bir de avukat tutmak istediğimi söyledim. Avukata danıştıktan sonra imza atmam gerekiyorsa atacağımı belirttim.
Gözaltına alınmanızın ardından polis size neden gözaltına alındığınızı söyledi mi? Bir de size ‘Namaz kılıyor musun?’ gibi sorular sormuşlar. Namaz kılmayı suç olarak mı addediyorlar?
Bana verilen ve imza atmamın istendiği evrakta sonradan öğrendiğime göre beni terörle suçlamışlar. Terör bağlantım olduğu ve bunu itiraf ettiğimi yazan bir kağıdı bana imzalatmaya çalıştılar.
Sizi sorgulamalarının ardından toplama kampına mı götürüldünüz yoksa başka bir süreç yaşandı mı?
Sorgunun ardından saat gece 11 civarıydı. Hiçbir şey elde edemedikten sonra beni direkt hapse götürdüler. Urumçi’de çok meşhurdur, Senken Hapishanesi var, aslında beni toplama kamplarına göndermeleri gerekiyormuş ama kamplar tamamen dolu olduğu için insanları sığdıramadıkları için Senken Hapishanesi’nin bir bölümünü kampa çevirmişler, oraya götürüldüm. Orada kadınlar da erkekler de vardı. Gittiğimizde beni çırılçıplak soydular. Kan tahlili, idrar tahlili yaptılar. Saçımın ucundan tırnağımın ucuna kadar her şekilde bir kontrolden geçirdiler. Hamilelik kontrolü de yaptıklarını anladım. Çünkü hamile olan biri varsa karnındaki çocuğu düşürüp ondan sonra hapse atıyorlarmış. Ben hamile olmadığım için direkt hapse atıldım.
Senken Hapishanesi'nin toplama kampına çevrilen bölümünde kaldınız, neler yaşadınız orada, zulmü yaşadığınız süreç ne kadar sürdü?
Beni Senken Hapishanesi’nin 704 numaralı odasına kapattılar. Beni oraya götüren gardiyanlar çok katı, çok sert davranıyorlardı. Beni şiddetli bir şekilde iterek odaya soktular. Odada bir lamba vardı. Çok rahatsız ediciydi. Çok az aydınlatıyordu. 14 yaşından 80 yaşına kadar insanlar vardı. Sadece benim kaldığım koğuşta kırk tane kadın vardı. Küçük bir odanın içinde kırk kişi ve bunların yirmisi iğne gibi dimdik yatıyordu. Oraya girdiğimde bağırdım. İnanamadım orada gördüğüme. Yatanların bir eliyle ayakta duranların diğer eli birbirine kelepçeyle bağlıydı.
Toplama kampındaki kelepçeler böyleydi. Ben bir sene üç ay orada kaldım. Benim elime ayağıma bunları bağladılar. Her gün beş kilo ağırlığındaki bu kelepçeyle biz orada uyuyorduk, yemek yiyorduk. Bununla yaşıyorduk.
Çok ağladım, bağırdım, inanamadım, oraya neden geldiğimi sorguladım, bağırmaya ve ağlamaya başladım. Orada Yipo diye bir mahkum vardı. Çince bildiği için gardiyanlarla mahkumlar arasındaki iletişimi sağlıyordu. Yipo, bana ‘Abla bağırmayın, ağlamayın. Bağırırsanız ve ağlarsanız size çok ağır cezalar uygularlar’ dedi.