Doğu Türkistan tanımlaması aslında Orta Asya Türk devletleri için tanımlanan Batı Türkistan’a karşılık olarak kullanılmaktadır. Malum olduğu üzere bu bölge son zamanlarda hep zulüm ve asimilasyon politikalarıyla birlikte anılıyor. Genel olarak kabul edildiği gibi onuncu asırdan beri Müslüman olan bölgedeki sorun Soğuk Savaş’ın ardından Çin hükümetinin hız kesmeyen baskı politikalarıyla daha da büyümeye başlamıştır. Batılı ülkelerin çıkar hesaplarıyla bölgeyi istismar etmeye çalıştıkları doğrudur ancak Çin yaptıklarıyla buna zemin oluşturmuş, hâlâ da bu şekilde davranmaya devam etmektedir. Bölge halkının baskı ve zulümlere karşı gösterdiği çoğu bireysel tepkiler Çin tarafından terör olayları olarak tarif edilerek dünya kamuoyuna servis edilmektedir. Çin hükümeti bu bireysel tepkiler bahanesiyle askeri güvenlik tedbirlerini sıklaştırmış, baskıyı daha da artırmış ve halen dünyaya Doğu Türkistanlı teröristler tabirini kabul ettirmeye çalışmaktadır. Aslında toptancılık yapmaktadır. Bilindiği gibi 5 Temmuz 2009 tarihinde Urumçi’de gerçekleşen sıradan hak taleplerini içeren barışçıl protestoları Çin polisleri kanlı şekilde bastırmış, müdahaleyi bir anlamda katliama dönüştürmüş ve çok sayıda insan hayatını kaybetmişti. Çin bu olayları bile dünyaya “bölgede ayrılıkçı bir terör örgütü olduğu” ve ona karşılık verildiği gibi lanse etmeye çalışmıştı.
Sistematik bir şekilde devlet eliyle bölgenin demografik yapısı Çin lehine değiştirilmeye çalışılsa da asıl mesele sadece nüfus olmayıp aynı zamanda Müslüman Uygur halkının gelenekleri, görenekleri, dinleri ve kültürleridir. Bunları yok etmek sureti ile onları daha hızlı asimile etmek ve Uygurların topluca Çinlileştirmesi hedeflenmektedir. Aslında bundan en büyük zararı görecek olan da Çin’dir. Çünkü baskı ve zulümle tek tip vatandaş oluşturma anlayışı ile hareket eden ülkeler ekonomileri ne kadar güçlü olursa olsun bu pozisyonlarını uzun süre sürdüremezler. Hâl böyleyken bugün en az 2 milyon kadar Uygur halkı üzerinde, toplu gözetimlerle birlikte aşırı baskı uygulanıp keyfi tutuklamalar yapılmaktadır. Bölgeye gazetecilerin girmesi engellendiği için daha çok uydu fotoğrafları ile tespit edilen kamplar hakkında Çin yönetimi buraların daha çok bölgede yaşayan halkın işsizlik sorunlarına çare bulunması için meslek edindirme kursları olduğunu iddia etmektedir. Yerel ya da bazı güvenilir uluslararası kaynaklardan ulaşan haberlere göre bu kamplarda yüzlerce yazar, sanatçı ve akademisyen tutukludur. Bu tutuklamalara gösterilen gerekçe ise terördür. Oysa sorunun temelinde Uygur Türklerinin dini ve kültürel özgürlüklerini serbestçe yaşama istekleri vardır. Anlaşılabildiği kadarıyla herhangi bir dini ya da kültürel davranış sergilemeyenler hakkında kovuşturma yapılmamaktadır. İbadet etmek ya da kendi dillerini konuşup inançlarının gereğini yerine getirmek isteyenler ise sıkı takibata uğrayıp tutuklanmaktadır. Uygur halkına uygulanan baskılara karşın çoğunluğu Müslüman olan 37 ülkenin -daha çok Asya, Orta Doğu ve Afrika- Çin’in bu tür uygulamalarda kendince haklı olduğunu ve içişlerine karışılmaması gerektiğini belirten açıklama yapmaları, Çin’in yanlışta ısrar etmesine destek anlamını taşımaktadır. Ülkemizin Çin’de zulme uğrayan Uygur Türkleri ile ilgili herhangi bir girişimde bulunmaması ise oldukça üzücü ve düşündürücüdür.
Bilindiği gibi Çin tarihi İpek Yolu’nu canlandırmak için Kuşak ve Yol Projesi’ni hayata geçirmeye çalışmaktadır. Çin bu türden projelerle küresel bir ekonomik ve siyasi bir güç olmayı hedefliyor. Ancak Doğu Türkistan’daki uygulamaları bunun önündeki en büyük engeldir. Tarihte hiçbir şey gizli kalmayacak ve Çin böyle devam ederse yakın gelecekte bu tespiti bizzat kendisi itiraf etmek durumunda olacaktır. Bütün bunların yanında aylardır devam eden Hong Kong protestolarını da iyi değerlendirmek gerekir. Gösterileri sadece Batılı güçlerin provokasyonu olarak görmek, göstermek basite kaçmaktır. Suçlular neden Çin’e iade edilmek istenmiyor, biz insanlara ne yapıyoruz da bu insanlar bizi istemiyor sorusunun cevabını Çin önce kendisine vermelidir. Çünkü Çin’in genel yaklaşımında sorunlar vardır.
Son olarak şunu ifade etmeliyiz ki, Çin en azından Konfüçyüs’ün idealindeki hükümeti dikkate alsa bile sorunların çözümü için önemli bir mesafe kat etmiş olur. Peki, nedir Konfüçyüs’e göre ideal olan hükümet?
“Bütün insanların iyiliği için çalışan ve halkın güvenini kazanan bir yönetimdir” ve “korku ile yönetilen değil hükümdarla tebaası arasında karşılıklı anlaşma bulunan ortak bir idaredir.”