Gerek sömürgecilik, gerek onun türevi olan emperyalizmin bir dünyâ işbölümü üzerine bina olduğunu biliyoruz. Yâni, meselâ Marx´ın öngördüğü üzere kapitalizm, basit olarak bir ?emek-sermâye? ilişkisi değilidir. Dünyâ hiyerarşisi, Merkez ?Devlet?, ?Ulus? ve ?Sermâye? odaklarının , bu bileşimin ?eksik? veyâ ?yoksun? kaldığı coğrafyaları baskılaması üzerinden işliyor.
Meselenin can alıcı noktasında ?sermâye?nin rol oynadığını görebiliyoruz. ?Eksik sermâye?, ?Eksik Devlet? ve ?Eksik Ulus? olarak geri dönüyor. Eksiklik ?Yarı-Merkez Dünyâ?yı nitelendirir. ?Yoksunluk? ise doğrudan ?Çeper Dünyâ?yı?Bu dünyâlar arasındaki geçişler de sıkı sıkı engellenir.
Eksiklik veyâ yoksunluğun Yarı Merkez ve Çeper Dünyâlardaki göstergeleri nden birincisi nevzuhur devletlerin bürokratik yapılarının partitokratik baskı aygıtlarına dönüşmesidir. Bu bağlamda devlet yapılarının ulusal yapılarla kaynaşması neredeyse imkânsızlaşır. Bürokratik aygıtlar, kaynak (sermâye) eksikliğini iç kaynakların insafsız sömürüsüne açar. Bu iç talanın paylaşımı da kayıt dışı olarak bildiğimiz sektörler üzerinden gerçekleşir. Netice sıklıkla gördüğümüz üzere siyâsal-yönetsel yozlaşmadan başka bir şey değildir. Hele hele, işin içine gelenek-modernizasyon geriliminin çeşitlemeleri olarak kültür el-ideolojik kavgalar girerse içinden çıkılmaz kan davâlar zuhûr eder. Liberâl entelijensiyaların es geçtiği de budur: Târihsel ıskalama ve siyâsal teolojik büyülenmelerle , Merkez Dünyânın standartlarını, Yarı Merkez Dünyâlar için talep etmek?
Eksik ulus ve buna has meseleler de, sürecin başka bir veçhesini düşündürmektedir. Ulus, modern dünyâda, evvelâ bir üretim ve tüketim; yâni ?yeniden üretim? havzası olarak tezâhür etti. Başlangıçta üretim ve tüketim süreçleri kapitalist birikimin mantığına uygun düşmedi. Üretim fetişizmi, tüketimi baskılayarak ; yâni ücretleri düşürerek gelişti. Bu da alım gücünü eksiltti ve sonu savaşla biten dar çevrimlere yol açtı. Nihâyet kendilerince akıllandılar ve yeniden-bölüşümü devreye sokarak ?Devlet-Ulus-Sermâye? Üçlüsünü bir dengeye getirdiler. En tatlı gelirleri getiren savaşı ise bir ?ihraç? metâına dönüştürdüler. Yâni ?Merkez?den ?Çevre? ye kaydırdılar.
Savaşın ?Merkez Dünyâ?dan ?Yarı-Merkez? ve ?Çeper Dünyâ?lara kaydırılması, ?Eksik Devlet? ve ?Eksik Ulus? yapılarının fay hatlarını hedef aldı. Bürokratik baskı aygıtı olarak ?Eksik Devlet?lerle ?Eksik Ulus?lar arasındaki gerilimler tırmandırıldı. Diğer taraftan ?Eksik Ulus?ları var eden etnik, dinsel farklılıklar keskinleştirildi ve birbirleriyle çatıştırıldı.
Başka bir çatışma alanı da tarifli siyâsal coğrafyalardan taşan, îtinâyla dışarıda bırakılmış olan kardeş topluluklar üzerinden başlatılan gerilimlerdir. Bu, ?Yarı Merkez? ve ?Çeper Dünyâ?nın eksik devlet ve uluslarını çatıştıran bir başka boyutu ortaya çıkardı. Eksik devletlerin bastırdığı etnik veyâ dinsel farklılıklar başka eksik devlet ve ulusları husûmetini çekti. Duygu patlamalarıyla işleyen Pan milliyetçilikler bunun ideolojik taşıyıcısı oldu.
Bu dünyâda en esaslı çelişkilerden birisi ulus ve devlet olarak teşekkül etmiş olan ?Siyâsal Yapı?larla , onların evi manâsına gelen ?Siyâsal Coğrafya?lar arasındadır. Bu gerilimlerin üzerinde ?Merkez Dünyâ? , ?Yarı Merkez? ve ?Çeper Dünyâ?larda sayısız siyâsal senaryo üzerinden sayısız oyun oynamaktadır.
Şimdi Çin´in başlattığı, Avrupa-Asya ve Asya-Afrika bağlamına oturan açılım süreci, yukarıda bahsedilen fay hatları üzerine oturmaktadır. Rusya-Çin, Çin-Hindistan, Hindistan-Pakistan, İran-Türkiye, Rusya-Türkiye, İran-Rusya ilişkilerinin mükemmel sağlam zeminleri olmadığını biliyoruz. Basit bir siyâsal târih yoklaması bizi bu meselelilerden haberdâr etmeye kâfi gelir. Bir tânesini ele alalım: Eğer Hindistan ve Pakistan arasındaki ?ezelî? husûmet ,meselâ Kaşmir üzerinden tırmandırılırsa Tek Yol Projesi yattı demektir.
Mühim kırılma noktalarından birisi de Çin-Türkiye bağının zedelenmesine yol açabilecek Uygur Türkleri meselesidir. Basit gözlemler, bu meselenin ısıtılmaya çalışıldığını gösteriyor. Uygur Türklerinin bahtsızlığını, yaşadıkları acı olayları hiç kimsenin inkâra yeltenmemesi gerekir. Ama bu meselenin Çin-Türkiye ilişkilerinin kangrene dönüşmesine de müsaade etmemek gerekiyor. Bu kangren hem Türkiye´ye, hem de Çin´e çok şey kaybettirecektir. Elbette en büyük kaybeden yine Uygur Türkleri olacaktır.
Sayısız kışkırtmaya açık olan bu süreci yönetmek ve kontrol altında tutmak için Eksik Devlet aklından başka bir akıla ihtiyaç olduğu muhakkak. En başta da bunu her türlü müdahaleden arındırmak ve Çin ile Türkiye tarafından sahiplenmesini sağlamak gerekiyor. Eğer karşılıklı ve samimî bir şekilde sahiplenilirse, Uygur Türklüğünün varlığının, Çin-Türkiye ilişkilerini zehirleyecek bir şey olmaktan çıkıp, onu besleyen bir unsur hâline geleceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.