İdeolojik ve ırkçı aklın, akılsızlıklarının ve ahlaksızlıklarının küreselleştiği ve ideolojik bir meşruiyet kazandığı/kazanabildiği bir zamanda/dünyada yaşıyoruz. İletişim teknolojilerinin dönüştürücü etkisi, yerli-milli mekânları tanımadığı için, yerli-milli kültürleri de erozyona uğratıyor. Sözünü ettiğimiz küresel gerçekliğin dışında kalmayı başaran/başarabilen, direnebilen, bu gerçeklikle hesaplaşabilen kendilikler, bağımsız varoluşlar-gerçeklikler ne yazık ki yok. Bu nedenle de bugün, tüm aidiyet biçimleri-tercihleri, İslami aidiyet tercihi de istikrarsızlaşıyor, ilkesizleşiyor. İslami referans ve meşruiyet kaynaklarımıza yabancılaşıyor, bu kaynakları gereği kadar sahiplenemiyoruz.
İslam dünyası olarak tanımlayageldiğimiz dünyada da, ulus-devlet çıkarları hiçbir ahlaka/vicdana/ilkeye/ideale/bilgeliğe geçit vermiyor. İslami varoluş, İslami tercih ve ilkeler/kavramlar, işlev-misyon kaybına uğratılarak istikrarsızlaştırıldığı için, İslam-Müslümanlar, kendi referanslarıyla, dünya görüşü ve değer sistemleriyle, bağımsız ve kapsayıcı bir dil’e, kendilerini ifade edebilecekleri küresel-kamusal-enetelektüel bir alana/iklime/ortama sahip değiller. Böyle bir alana/iklime/ortama sahip olmadıkları gibi, bu tür bir ortamı/iklimi/alanı oluşturabilecek evrensel zihinlere ve evrensellik bilincine de sahip değiller.
İslam dünyası olarak tanımlayageldiğimiz dünyada, İslam ve Müslümanları uluslar arası zeminlerde, entelektüel kadrolar-evrensel zihinler değil, ulus-devletlerin otoriter-popülist-oportünist-muhafazakar-sağcı politik liderleri temsil ediyor. Sözünü ettiğimiz politik liderler, siyasal hayatları boyunca popülist mugalata ve oportünizmle bütünleştikleri halde, maalesef, “siyasal İslamcı” olarak anılabiliyor. Bugün, toplumlarımızda, çıkarcı kayıtsızlıklar, çıkarcı tercihler/bağlılıklar, çıkarcı sessizlik ve suskunluklar toplumsallaştığı için, çıkarcı varoluşlar da toplumsallaşıyor.
Mezhep ve etnik asabiyet bencilliklerini ve bağnazlıklarını himaye eden ulus-devlet çıkarlarının sınırları içerisine hapsedilen Müslümanlar, bugün birbirleriyle konuşmuyor, görüş alışverişinde bulunmuyor, görüş alışverişinde bulunabilmek için birbirlerine ulaşamıyor. Her ülkede sınır tanımayan popülist bayağılıklar, köhne yalanlar ve köhne karşıtlıklar/rekabetler/ikiyüzlülüklerle, sistematik bir biçimde bilinç ve ahlak katliamları yaparak aziz ve mükerrem İslamı araçsallaştırmaya devam edebiliyor. Aziz ve mükerrem İslamın, ucuz politik ihtiraslar/çıkarlar adına sömürülmesinin istismar edilmesinin, araçsallaştırılmasının önüne geçebilmek için, bilinç ve ahlak katliamlarına son verebilecek, bağımsız/etkili/derinlikli eleştirel bir dil ve söyleme ihtiyacımız var. Eleştirel dil-söylemle birlikte, eleştirel çerçeveyi aşarak, özgün/yeni inşa’lara, olumlu inşa’lara yönelmek gerekir.
İslam toplumları, çıkarlara/oportünizme dayalı bir gündeme kapatıldıkları için, iyiliğin-bilgeliğin-merhametin-adaletin gündemine yabancılaşıyor, çıkarlara ve oportünizme dayalı gündem sebebiyle, sistematik istismar ve sömürüye kurban edilen İslami bilinci temsil ve tecrübe iradesini de kaybetmiş bulunuyor. Bugünün dünyası, ideolojik-ırkçı-askeri bir dil’le konuştuğu için, insani/ahlaki/entelektüel bir dil’le hiçbir etkinlik üretilemiyor. Aziz İslamın, ancak teorik anlamda gündeme getirilebildiği bir dünyada/toplumda, kendi tasavvur ve tahayyüllerimizi hangi dil’le, hangi bilinçle, hangi birikimle ifade edebileceğimizi bilmiyoruz. Hayatın her alanında, Batılı yorum tekelinin dokunulmaz kılınan iktidarı karşısında, İslami yorum, edilgen, apolojist, savunmacı konumunu sürdürüyor. Bu nedenledir ki bugün, küresel kamusal alanı etkileyebilecek şekilde düşünmeyi ve içerik üretmeyi, küresel kamusal ideolojik alanı istikrarsızlaştırmayı, ideolojik otorite ve meşruiyeti sorgulanabilir hale getirmeyi başaramıyoruz.
Batılı yorum tekelinin dokunulmaz iktidarına maruz kaldığımız için, entelektüel/felsefi/kültürel tahakküm yapılarının farkına varamıyoruz. Ulus-devlet çıkarları adına, toplumların propaganda ve hamaset dilinin sınırları içerisine hapsedilmeleri, entelektüel/niteliksel yoğunlukları, sorgulamaları ve inşa’ları imkansız kılıyor.
Günümüzde, her ulus-devlet, İslam’ı, kendi çıkarları, beklentileri doğrultusunda yorumluyor, yapılandırıyor. Bu nedenle de, İslami bütünü/bütünlüğü temsil eden ortak bir dil/içerik/vizyon/irade/otorite oluşturulamıyor. İslam toplumları arasında halen mevcut olan duygusal dayanışma, siyasal dayanışmaya dönüştürülemiyor. İslami bütünü/bütünlüğü temsil ehliyet ve liyakatine, ufkuna ve birikimine sahip evrensel zihinlerin-kadroların ortaya çıkabileceğine dair bir umut işareti de yok. İslami umutlar, küresel ortak bir dil-düşünce-bilinç ve tasavvurla başlayabilir. İslami bilincin uyanışını önce kavramsal bir çerçeve içerisinde tahayyül etmek gerekir. Yeni imkanları gördüğümüzde, yeni cevaplar üretebiliriz. Yanlış beklentiler, her zaman yanlış umut’lara yol açar. Analitik-eleştirel gözlem yeteneğine sahip olmadığımız takdirde, kırılgan umut’larla oyalanmayı sürdürürüz.
Başka/bağımsız/etkin bir gelecek, bilincin özgürleşmesiyle mümkün olabilir. Günümüzde, İslamın, Türkiye’de bütün boyutlarıyla müşahade edilebileceği üzere, kapitalist-seküler-liberal sistemin içerisinde, milliyetçi ulus-devlet içerisinde bir tür maneviyatçılık/muhafazakarlık şeklinde temsil edilebildiğini, güçlü bir şekilde, hiç unutmamak üzere hatırlamak gerekir. Bağımsız İslami bir gelecek tasavvuru, yerel-ötesi bir bilinç merkezinde, yeni yorumlarla, yeni kadrolarla, ortak projelerle, otoritesini ve geçerliliğini yitirmiş kavramların yeniden yorumlanması suretiyle hayata-pratiğe geçirilebilir. Her zaman küresel gündemin konusu olması gereken İslam, ulus-devlet gündemi ile sınırlandırılamaz. Bugün, İslami ufuklar, yerel yanlış temsiller, din’i ve politik popülist figürlerin kutsallaştırılmaları, muhafazakar-sağ putperestlikler yoluyla, İslami bilincin karartılması, çarpıtılması, örtbas edilmesi, bayağılaştırılması suretiyle kapatılıyor. İslami ufukların gerçek dünyaya, gerçek hayata uyanışı, teorik bir olay olarak değil, gerçek-somut-pratik bir olay olarak katılmasıyla mümkün olabilir. Aziz İslam’ı, İslami akıl ve vahiy bilinci içerisinde, ontolojik ve epistemolojik bir bütünlük içerisinde okumak-anlamak-yaşamak suretiyle özgürleştirebiliriz.
Kapitalist-seküler-liberal-milliyetçi vb. gibi hayat tarzlarının oluşturduğu hayat tarzlarına katlanmak, bu tarzlarla uzlaşmak/bütünleşmek, hakikate yabancılaştığımızı, hakikate veda ettiğimizi gösterir. Hangi toplumda olursa olsun, ahlaki aklın tükenişi, popülizm ve oportünizmin sınırsız yükselişi, “hakikat sonrası” dönemin somut bir tezahürüdür.
İdeolojik ve ırkçı aklın, akılsızlığı ve ahlaksızlığı yoluyla, her tür kötülüğün, sınırsız kötülüğün, bütün dünyaya ve insanlığa meydan okuyan kötülüğün/vahşetin/canavarlığın her şartta mümkün olduğunu, modern dünya sistemi var oldukça, gelecekte de mümnkün olabileceğini gösteriyor. Siyonist aklın akılsızlığı ve ahlaksızlığının, Amerikan ve İsrail devlet terörünün, Filistinli-Gazzeli masum çocuklara yönelik Mayıs 2021’de tekrar edilen katliamı, İslami ümmeti’ni de, siyasal bilinç ve ahlak katliamına tabi tuttuğu için, kendilerini İslam’a ve ümmet’e nisbet eden ulus-devletler, bu katliamlar karşısında, her defasında tekrar edegeldikleri kınama metinlerini bu defa da aynı sözcüklerle açıklarken, Siyonist rejimle ötedenberi süregeldikleri ekonomik ve askeri ilişkilerini de utanmazca-hayasızca sürdürmeye devam edebiliyor.
Filistin’in, Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin maruz bırakıldığı emperyalist kötülükler, modern süküler dünyanın, uygarlığın, tarihin, ideolojik ve ırkçı akılsızlıklarla, ahlaksızlıklarla, vicdansızlıklarla malûl olduğunu açıkça bütün boyutlarıyla ortaya koyuyor. Bugünün dünyasında siyaset, kendisini kavramsal anlamlarla değil, ideolojik anlamlarla ifade etmeye devam ediyor.
Ulus-devlet çıkarları doğrultusunda, kimi zaman kendilerini İslam’a kimi zaman ümmet’e nisbet eden ulus-devletlerde, kitlelere sistematik bir biçimde din’i ve politik popülizm uyuşturucuları zerkedildiği için, hayatın her alanında çok ciddi bir köhneleşme yaşanıyor. Bu köhneleşme sebebiyledir ki, politik iktidarlar, kendileri gibi düşünmeyenleri, kötülük gösterileriyle, adaletsizlik gösterileriyle etkisiz hale getirmeye, cezalandırmaya çalışıyor. Müslümanlar olarak adalet’e ve merhamete yabancılaştığımız için, sistematik saldırılara maruz kalan İslami/insani/ahlaki bilinç/bilgelik ve digerkamlık karşısında, sesimizi/vicdanımızı harekete geçiremiyoruz, hepimizi kuşatan kötülüğün oluşturduğu gerçekliğe katlanıyoruz. Katlanmak, mutlak edilgenlikle ilgilidir. İslami varoluş, gerçekliği ahlaki anlamda, siyasal anlamda dönüştürmeye başladığımızda ortaya çıkar. İslami varoluş, modern-seküler kavramların, referansların, siyaset tarzının hegemonyası ile yüzleştiğinde, hesaplaştığında, bu hegemonya karşısında bağımsız bir dil, dünya görüşü, referans sistemi oluşturduğunda entelektüel-siyasal edilgenlikten, etkisizlikten ve bağımlılıktan kurtulabilir. Bağımsız bir dil, dünya görüşü, referans sistemi, eleştirel entelektüellerin/bilim adamlarının (müçtehidlerin) günümüz dünyası ve tarihi içerisinde, entelektüel ve siyasal sorumluluk almaları ve bu doğrultuda etkili içerik üretmeleri yoluyla kurulabilir. Batılı-siyasal-kültürel-hukuki formları kopyalayarak, Batılı seküler değerlerle uyumlu bir İslam yorumu icat ederek, Batı düşüncesinin malzemeleriyle Avrupamerkezciliği sorgulamaya çalışmakla zihinsel bağımsızlığı kazanamaz, İslami varoluşu özgürleştiremeyiz.