Mİlli Gazete'den Gökçen Göksal, konuya dair Cihat Yaycı ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Mavi Vatan doktrini üzerinden Türkiye’ye önemli bir alan açan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.
‘Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilan edilmelidir.’ diyen Yaycı Paşa, Yunanistan asla Megalo idea hedefinden vazgeçmeyeceğini söyledi.
Yunanistan, Meis Adası’nın kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı bulunduğunu iddia ediyor. Bu iddiadan hareketle, kendisine 4 bin kat büyük denizalanı oluşturuyor. Bu iddia ne kadar gerçekçi Yunanistan bu hali diğer adalar içinde geçerli kılabilir mi?
Esasen herkes Yunanista’ın Mesi, Rodos, Kerpe, Kaşot ve Girit adalarının arasındaki yüzlerce millik deniz alanlarını da sanki bir kara parçası varmış ve Meis’den Girit’e kadar snal bir kesinrtisiz kıyı hattı varmış gibi kabul ettirmeye çalışmaktadır. Tüm hak iddalarını büyük çoğunluğu deniz olan bu sanal kıyıya dayandırmaktadır. Bu saçmalığın farkında olmayan ve maalesef bizde dahi sanki Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de uzun kıyıları varmış gibi düşünenler olabiliyor.
Halbuki uluslararası Deniz Hukuku, denize kıyısı olan devletlere ancak kıyı topoğrafyasının 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 7. madde esaslarına uygun olması koşuluyla “Düz Esas Hat” çizilebileceğini saptamaktadır. Kaldı ki “Normal Esas Hat” ve “Düz Esas Hat” çizimlerinin dışında, özel bir koşul olarak, BMDHS 47. madde “Takımada Esas Hat” belirleme usullerine yönelik metotları da içermektedir lakin bu özel metot, BMDHS 46. maddedeki “Archipelago State” (Adalar Devleti/Takımada Devleti) olarak tanınan devletler için kullanılabilmektedir. Yunanistan’ın bir Adalar Devleti yahut Takımada Devleti olmaması sebebiyle BMDHS 47. maddedeki özel hükümlerden faydalanamayacağı açıktır. Zira Yunanistan ana karası olan bir devlettir, sadece adalardan oluşan Endonezya gibi bir devlet değildir.
Üstelik Yunanistan adalarının Doğu Akdeniz’e bakan yüzleri 167 kilometre toplam kıyı uzunluğuna sahiptir ve 1870 kilometrelik Anadolu kıyıları karşısında bir deniz yetki alanı talep etmesi gayri hukuki bir durumdur. Ayrıca anakaradan 200 milden daha az uzaklıktaki adalar MEB üretmezler, yani bir diğer deyişle anakaranın MEB alanına dâhillerdir, üzerinde MEB oluşturamazlar. Sonuç olarak Yunanistan’ın Girit ve Rodos adaları arasında deniz yokmuşçasına düz esas hat çizerek karasuları sınırı oluşturması ve bu hattan itibaren MEB belirlemesi Türkiye’nin deniz hak ve menfaatleri bakımından asla kabul edilebilir
Meis adasının hemen arkasında ve kıta sahanlığına oturduğu Anadolu kıyılarını yok sayarak münhasır ekonomik bölgesi olduğu ise başlı başına hukuk tanımamazlıktır. Buna bir örnek gösterecek olursak; İspanya’nın Fas sahilinde adaları bulunmaktadır. Aşağıdaki haritanın üst kısmında İspanya’nın gerçek MEB’i, alt kısmında ise İspanya’nın Yunanistan gibi hukuksuz taleplerde bulunsaydı sahip olacağını MEB’inin ne olabileceğini görüyorsunuz. İspanya ve Fas deniz hukukuna uygun davranarak, sınırlandırmada ana karaları esas almakta, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve orantılılık ilkelerine riayet etmekte, ters tarafta kalan İspanyol adalarına (Fas ana karası önünde) karasuları dışında bir deniz yetki alanı tanımamaktadır. Dolayısıyla Yunanistan’ın Meis ve diğer adalarının MEB’i olduğu iddiası hukuksal ve fiili gerçeklerle örtüşmemektedir ve kesinlikle uluslararası hukuk açısından kabul edilebilir bir durum değildir. olmadığı gibi, uluslararası deniz hukukuna da aykırıdır ve hukukun ihlalidir.
Türkiye ve Yunanistan arasında deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmiş değil. Bu nedenle hem Türkiye hem de Yunanistan kara sularının Ege Denizi'ndeki genişliği 6 deniz mil kabul ediliyor, fakat Yunanistan bunu 12 mile çıkartmak istiyor, yaşanan bu süreçte atılacak adımlar, bu durumu Türkiye’nin lehine çevirebilir mi?
1936’da Lozan dengesini bozarak, karasularının genişliğini 6 mile çıkaran Yunanistan, şimdi de 12 mile çıkarmak ve Adalar Denizini (Adalar Denizi’yi) bir Yunan gölü haline dönüştürmek istemektedir. Malumları olduğu üzere TBMM, Yunanistan’ın karasularını genişletmesi durumunda, ülkemizin hayati hak ve menfaatlerinin korunacağına dair kararlılığını 08 Haziran 1995 tarihinde dünya kamuoyuna duyurmuştur. Yunanistan uygun koşullar bulur ve karasularını 12 mile çıkarırsa; EGAYDAAK’lar dikkate alınmaksızın, Adalar Denizi’deki açık deniz alanları oranı yaklaşık % 20’ye inecek ve Türkiye’nin karasuları kaplama oranı % 8.7’ye, Yunanistan’ın ise % 62’ye çıkacaktır. Bu suretle kıta sahanlığı paylaşımı açısından önemli olan doğu Adalar Denizi’de ise, Türk karasuları % 17, yunan karasuları % 60 artacak , açık deniz alanları ise % 64 azalarak, %’9’a düşecektir. EGAYDAAK’ların Yunanistan’ın egemenliğinde kabul edilmesi halinde ise, Yunanistan’ın karasuları kaplama oranı tüm Adalar Denizi’nde %72’ye, doğu Adalar Denizi’de % 68’e çıkacak ve. durum daha da vahim hale gelecektir. Böylece, Adalar Denizi’nin iki ayrı bölgesinde, etrafı Yunan karasuları ile çevrili iki küçük açık deniz kesimi hariç, Adalar Denizi bir Yunan iç denizine dönüşecektir. Böyle bir durumda, Türkiye’nin ülkesel bütünlüğü bozulacak; Adalar Denizi kıta sahanlığının ve münhasır ekonomik bölgesinin yaklaşık %90’ı Yunanistan’a ait olacak; Türkiye’nin Adalar( Adalar Denizi) Denizi’ne yönelik doğal kaynakların çıkarılması ve işletilmesi ile, balıkçılık, turizm ve bilimsel araştırma gibi ekonomik faaliyetleri çok büyük ölçüde kısıtlanacaktır. Üstelik askeri gemilerimiz eğitim ve tatbikat yapamayacak hale geleceklerdir. Kısaca, Yunanistan karasularını 12 mile genişletmekle kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ile hava sahası başta olmak üzere, tüm sorunları bütünü ile kendi lehine hallederek Adalar Denizi’de mutlak hakimiyet tesis edecektir.
Nitekim, Yunan medyasında çıkan haberler ve yorumlar da bu beklenti ile paralellik arz etmektedir Esasen 6 mil rejimine göre karasularında bir millik bir artış dahi, Adalar Denizi’de açık deniz alanlarının yaklaşık % 12 azalmasına neden olacaktır.
Mesele hukuki açıdan irdelendiğinde ise; 1982 BMDHS’nin 3’üncü maddesi devletlere 12 mile kadar kara suyu genişliği belirleme hakkı tanırken; karasularının genişliğini mutlak şekilde 12 mil olarak dikte etmemekte, hüküm, kendi içinde karasularının 12 milden az olması gereken hallerin de varlığını ortaya koymaktadır. Diğer yandan 1982 BMDHS; 123’üncü maddesi ile yarı kapalı bir deniz statüsünde olan Adalar Denizi denizi için de genel kuralların işletilemeyeceğini dikte etmektedir.
300’üncü maddesi ise, “taraf devletler iş bu sözleşme hükümleri uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeli ve işbu sözleşmede tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak biçimde kullanmalıdırlar” hükmüne amir olup, Yunanistan’ın tek taraflı olarak karasularını genişletmesine engel oluşturmaktadır.
Bu hukuki durum muvacehesinde, sorun esasen Yunanistan’ın karasularını tek taraflı ve hukuk dışı genişletme politikasından kaynaklanmaktadır.
Bu noktada talep edilmesi gereken husus Lozan dengesine dönülmesi ve karasularının 3 mile indirilmesi olmalıdır diye düşünüyorum. Tekrar tesis edilecek Lozan Antlaşmasına uygun 3 millik karasuları neticesinde Adalar Denizi (Ege) ‘nde tekrar barış, istikarar ve güvenlik tesis edilebilecektir.
12 Ada 1947'de Paris Antlaşması ile İtalya tarafından silah bulundurmamak koşuluyla Yunanistan'a devredildi, fakat şimdi Yunanistan bu ön koşulu çiğniyor. Bu anlaşmanın ihlali anlamına gelmiyor mu?
1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Andlaşmalarının ilgili hükümleri gereği, Taşoz, İpsara, Bozbaba, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, Batnoz, Lipso, İleryöz, Kelemez, İstanköy, İncirli, Sömbeki, İleki, Herke, Rodos, Kerpe, Çoban Adası, İstanbulya ve Meis Adası gayrı askeri statüdedir.
- Bu gayrı askeri statü; kesin bir biçimde bunlar üzerinde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine ilişkin tahkimat/istihkam/üs tesis ile iç güvenlik kuvvetlerininkiler hariç olmak üzere, her türlü silah konuşlanmasını, tatbikat/eğitim dâhil askeri uçakların değişik amaçlı her türlü uçuşunu, transit geçişini, daimi/geçici konuşlanmasını yasaklamaktadır.
- Adaların, “Gayrı Askeri Statüsü” karasal kısımlarının yanı sıra karasuları ve hava sahasını da içermektedir.
- Adaların gayri askeri statü altına konulmuş olmasının temelinde, bu adaların Türkiye’ye yakınlıkları ve dolayısıyla Türkiye’nin güvenliği bakımından arz ettikleri önem yatmaktadır. Türkiye’nin güvenliği esastır.
- Adalar üzerindeki Yunan egemenliği ile Türkiye’nin güvenlik endişeleri ancak adaların gayri askeri statü altına konulmaları ile dengelenmiştir.
- 1923 Lozan Barış Antlaşması konferans tutanak ve belgeleri incelendiğinde; adaların Türkiye’ye karşı yöneltilecek saldırılarda kara, deniz ve hava üssü olarak kullanılmayacak biçimde askerden arındırılacağına ilişkin kesin hükümlerin anlaşma metnine de dahil edildiği ifade edilmiştir.
Özellikle gayri askeri statüde olmak kaydıyla Yunanistan’a devredilen ancak Yunanistan tarafından askerileştirilerek ve silahlandırılarak devir şartının bizzat Yunanistan tarafından ortadan kaldırıldığı adalara ve hemen Anadolu kıyılarımız yakınındaki pozisyonlarına dikkat çekmek isterim.
Bu durumda bu adaların egemenlik devir şartının gayri askeri statüde olmak olduğu açıktır. Bu gayri askeri statüde olması gerekirken bu statüyü bozan Yunanistan, esasen bu adaların egemenliğinin kendine devir şartını da kendi eliyle ortadan kaldırmıştır. Türkiye ivedilikle bu adaların askerden ve silahtan arınıdırlmasını talep etmeli ve her türlü hukuki ve diplomatik girişimlerde bulunmalıdır diye düşünüyorum.
2002'de çizilen ‘Sevilla Haritası’ tamamen Türkiye’nin aleyhine olan bir harita. Bu haritayı kim ya da kimler neden çizdiler? Harita üzerinden yapılan bu piar çalışmasının amacı neydi?
Avrupa Birliği’nin Sevilla Üniversitesi’ne yaptırdığı ve Türkiye’nin haklarını yok sayan haritaya göre bize verilen alan 41 bin km2, aslında sahip olmamız gereken alan ise 189 bin km2. Yani 148 bin km2 vatan toprağını bizden almak istediler. Bu harita başta enerji ajansı olmak üzere AB’nin bir çok kurum ve kuurluşu tatrfında kullanılmış ve kullanılmaktadır. Zaten AB’nin Türkiye’yi eleştirdiği ve itirazda bulunduğu husus ve noktalar da dikkate alındığında bu haritayı siyasi olarak esas aldığı anlaşılmaktadır. Amaç çok zengin hidrokarbon yataklarına sahip olduğu bilinen Doğu Akdeniz’i Türkiye’yi dışlayarak paylaşmaktır.
Türkiye'nin NAVTEX (Denizcilere Duyuru) ilanı ne anlama geliyor? Bunu bir savaş tehdidi olarak mı anlayalım?
NAVTEX (Navigational Telex), uluslararası orta frekansta gemilere olası tehlike, emniyet ve hava raporları ve uyarılarını otomatik olarak yazılı bir şekilde veren haberleşme sistemidir. Navtex, esasen Uluslararası Denizcilik Organizasyonu'nun (IMO) ve Küresel Denizde Tehlike ve Emniyet Sistemi'nin (GMDSS) bir parçasıdır. Navtex ilanı, Navtex cihazı üzerinden yapılan bildirimleri ifade eder. Türk karasularında Navtex mesaj ve seyir duyuruları ise, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı tarafından Antalya, Samsun, İstanbul ve İzmir yayın istasyonlarından yayınlanmaktadır. Duyuru ve uyarılar sivil veya askeri farketmeksizin tüm gemi ve tekneler için bağlayıcı niteliktedir. Bu duyurular aynı zamanda Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinde halka açık bir şekilde yayınlanmaktadır. Ülkelerin Deniz Kuvvetleri, eğitim ve tatbikatların bilgisini önceden duyurarak bu sahalara girilmemesi konusunda uyarılarda bulunmaktadır. Oruçreis’in sismik araştırma yapacağı saha da bu şekilde usulüne uygun olarak yapılmıştır. Üstelik bu saha 2011 yılında TPAO’ya ruhsatlandırılan sahadır. Kendi deniz yetki alanımız içinde olduğu şüphesizdir. Kendi sahamızda yapacağımız bir araştırmayı savaş ilanı görmek ya da algılamak mantık dışıdır.
Türkiye’de bir dönem sıkça konuşuldu ve tartışıldı…2004 yılından bu yana Yunanistan’ın Adalar Denizi’nde 18 ada ve 1 kayalığı işgal ettiği yazılıp çizildi. Bunun gerçeklik payı var mı? Varsa neden suskun kalındı?
Öncelikle Egemenliği Yunanistan’a Andlaşmalarla Deverdilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) 152 ada ve adacık grubudur. Yani sayıyı 18 ile sınırlamak çok yanlıştır. Diğer yandan sorun 1914 Altı Büyük Devlet Kararı, 1923 Lozan Andlaşması ve 1947 Paris Andlaşmasına dayanmaktadır. Maalesef biz EGAYDAAK konusunu hukuki ve siyasi olarak ancak 1996 Kardak krizi esnasında detaylıca fark edebildik. Yani sorun bugünlerin değil, 106 yıl öncesinden bugüne dek olan sürecin bir parçasıdır. Hukuki ve diplomatic olarak bu konunun mücadelesini vermeliyiz. Bir kısmında köyler, kasabalar olan bu adaların aidiyeti konusu Adalar Denizinin temel sorunudur.
Ama hiçbir oldubittiye fırsat vermeyecek, gerektiğinde konuyu ulusal ve uluslararası gündeme taşıyacak şekilde tepki ve uygulamalarımız yapılmış ve yapılmaktadır. Bu bağlamda; Yunanistan’ın gayri hukukî olarak Ege’de Aidiyeti Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) üzerinde yaptığı kışkırtmalar asla karşılıksız bırakılmadığını da biliyorum.
Yunanistan ve Mısır donanmalarını Türk donanmasıyla kıyasladığımızda nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?
Malum, Mısır donanması Rusların yaptırdığı ama AB’nin Kırım nedeniyle yaptırım uygulaması neticesinde alamadığı 2 adet Mistral sınıfı helikopter amfibi hücum gemisini aldı. Mistral sınıfı gemiler bizim gelecek yıl hizmete girecek TCG Anadolu amfibi hücum gemimizin benzeridir. Ayrıca Mısır yeni firkateyn ve denizaltı gemileri de almıştır. Yunanistan ile Mısır donanmasını birlikte dikkate alınca kuvvet mukayesesi onların lehinedir. Ancak nicelik bakımından ikisi bir araya geldiğinde fazla olması başlı başına üstünlük anlam ifade etmez. Önemli olan nitelik yani eğitim ve harp etme yeteneğidir. Bu da bizde ziyadesiyle vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri savaşan bir ordudur. Zafer bizim karakterimizdir.