Cici ve hiç de cici olmayan kısasa kısas...

Fatma Barbarosoğlu, Yılmaz Erdoğan’ın başrolde olduğu, konusu 80’lerde İç Anadolu bölgesinde geçen ve Netflix’te yayınlanan ve iki buçuk saat süren Cici adlı filmine dair eleştirilerini belirtiyor.

Cici ve hiç de cici olmayan kısasa kısas...

Eserler ve o eserlere verilen isimler duygu dünyamızı etkileyen ilk eşiktir. Mesela, “Baba” isimli bir film izlerken filmde hiç baba olmaması film bittikten sonra babadan kastedilen neydi sorusunu sormamıza sebep olur.

Haberlerin dili, atılan manşetler dahi “o gerçeğe” geçit veren eşiklerdir... Mesela 2008 yılında Babalar Günü dolayısıyla Urfa’nın Birecik ilçesinde engelli kızının eğitimi için seferber olan anneye “yılın babası” ödülünün verildiği haberi yer almıştı gazetelerde. Bu ödül bendenize o kadar manidar gelmişti ki “yılın babası olan o kadın”ın hikâyesi hafızamda daima taze kaldı. O vakit “Yılın Babası Bir Anne” başlığı ile bu sütunda bir yazı da yayınlamıştım. Yazıya konu olan haber şöyleydi:

“Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde her gün yaklaşık 1 kilometre yol kat ederek kızının eğitimini sürdürmesini sağlayan fedakâr anne Zeynep Karakuş, Babalar Günü öncesi ilçede ‘Yılın Babası’ ilan edildi.”

Velhasıl babanın yokluğuna acı bir göndermeydi ödül. O yüzden çok çarpıcı bir etki bıraktı.

Başlıklar mühimdir. Ortaya getirilen meseleyi tam da nereden görmemiz gerektiği konusunda mihmandarlık eder. Ya da göremediklerimiz için bir yol haritası olur isimler.

Berkun Oya’nın, 27 Ekim’de Netflix’te yayınlanan ve iki buçuk saat süren Cici adlı filminin ismini ve konusunu merak ettim. Film hakkında çok haber yapılmış görünüyor, sorun şu ki farklı kanallarda yapılmış haberlerin tamamının içeriği aynı. Önlerine gelen tanıtım bülteni, haber olarak kotarılmış. Filmin temel önermesi üzerine kafa yoran bir yazıya rastlamadım, filmi izlemeden önce. Sosyal medya üzerinden yürüyen Olgun Şimşek’li “sigarayı bırakma” sahnesi, aşırı romantize edilerek paylaşılıyor da paylaşılıyor.

Cici’nin tanıtım yazısında filmin zamanı 1980’ler, mekân ise İç Anadolu Bölgesi olarak geçiyor. Oysa film zamansız ve mekânsız daha etkileyici olabilirdi. Zamansız ve mekânsız film olarak ilk aklıma gelen, Çağan Irmak’ın Ulak filmi. Cici’de TRT ekranı üzerinden verilen görüntülerin ne 1980’lere ne de filme pek bir katkısı var. Köyden bir hayli uzakta ıssızlığın ortasındaki evde, İç Anadolu Bölgesi’ni imleyen ne vardı? Hiç.

Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı baba karakteri Bekir için “otoriter” ifadesi kullanılmış. Bekir için otoriter değil, 4+1 yalnızlığın içindeki, ebedi yetim denebilir daha ziyade.

Film için, “Yönetmenin soyadı ile müsemma oya gibi işlenmiş, her bölüm birbiri ile bağlantılı” şeklinde ifadeler paylaşılıyor sosyal medyada. Muhtemelen birinin yazmış olduğu bu cümleler, diğerleri tarafından çekilip büzüştürülerek tekrarlanıyor. Oysa filmin sahneleri arasında bağlantı ziyadesiyle kopuk. Filmin başında TRT ekranında yer alan ve Havva’yı tv izlerken gördüğümüz neredeyse tek sahne olan “hemşire belgeseli”, filmin içinde üç farklı yerde hemşire geçtiği halde filmin sonunda bütünlenmiyor:

Havva, gençliğinde hemşire olmak istemiş ancak Bekir ile zorla evlendirildiğinden, yarım kalan hayallerini gerçekleştirmek üzere kızı Saliha’nın hemşire olmasını mı beklemektedir?

Hastane odasında kocası ölüm döşeğinde iken tansiyon ölçen hemşireyi hayranlıkla izleyen Havva’nın bakışlarının altında, kendi hayallerini gerçekleştirmiş birinin hayatına duyulan özlem mi vardır?

Havva’nın alzaymır olduktan sonra elinden düşürmediği tansiyon pompasının imlediği anlam, gerçekleşmemiş hemşirelik hülyası ile mi ilgilidir? Bu soruları sorabileceğimiz izlek var ancak cevabını bulabileceğimiz bir izlek yok.

Sanat eserini; barındırdığı ruhu, inşa ettiği atmosferi, yaslandığı felsefeyi hissederek, kendi hayat tecrübemizin içinde muhafazaya alırız. Filmin hissettirdiği duygu ile izleyenin duygusu her defasında yeni bir katman katar esere. Aynı filmi farklı zamanlarda izlediğimizde fark ettiklerimiz, etkilendiklerimiz genellikle değişir. Cici filmi için bu satırların yazarı açısından en önemli mesele, hafızanın kıvrımları arasında bütünlenip sıralanamayan kayıtlar. Geçmiş yekpare bir bütün değildir. Hatırlayanın haletiruhiyesine göre hatırlananların öncelikler sıralaması daima değişir. Ama Cici filminde kişinin/kişilerin hafızasının kimyasını bozan şey, kamera kayıtları. O anı yaşayanların belleğinde kalanlar ile makinenin kaydettikleri arasındaki o derin uçurum…

Yaşananlar, bugüne gelirken zamanın tozunu ala ala başkalaşıp dönüşür. Zaman tozu, olayların travmatik boyutta değil, yaşandığı zamandan başka türlü bir şekilde bugünden geriye doğru idrak edilmesini sağlar.

Gelelim otoriter baba olarak yargılanan Bekir (Yılmaz Erdoğan) karakterine. Yetim ve öksüz büyümüş olan Bekir, gurbete gitmiş, para biriktirmiş, Türkiye’ye döndükten sonra köyde dönüm dönüm toprak almış, köyün bir hayli dışında, evini karısı Havva ile taş taş üstüne koyarak kendisi yapmış, kameralara meraklı bir adam. Saliha, Kadir ve Yusuf adlarında üç çocuğu var. Karısı Havva, çocukların okumasını istiyor, Bekir ise köyünde kalıp kendi düzenini sürdürmeyi. Babasının kamerasına en meraklı olan, ortanca çocuk Kadir. Çocukluğunun yaralarından film çekmeye niyetli olup da bir türlü çekemeyen de o. Kadir okumak istiyor, henüz 4-5 yaşındaki Yusuf’un okulda gözü yok, o arabacı olmak istiyor. Anne Havva en çok da kızının okumasını istiyor. Kızının okuyup hemşire olmasını. Babanın, kızını okutmak gibi bir niyeti yok: “Bize kim bakacak o zaman!” diyor. Saliha, “Ben size bakarım” diyor. Nitekim babanın soğuk algınlığı ile yataklara düşüp de bir daha yataktan kalkamaması sonucunda Havva hayalini gerçekleştirecek, çocukları ile Ankara’ya gidecek, yıllar sonra Saliha demans hastası olan annesinin bakımını tek başına üstlenecektir.

Filmin ana izleklerinden birisi bellek ise ikincisi çocuk eğitiminde ebeveynler arası ittifak. Bekir ile karısı Havva arasında bir ittifak yok. Bekir, yetim ve öksüz büyümüş biri olarak kapılarına getirilip emanet edilen Cemil’i, oğlu Kadir’in hortumla ıslatmasını aşırı önemseyerek, kısas yapıyor. Esasında yaptığı kısas değil. Çünkü oğlunu hem hortumla aşırı ıslatıyor hem de o ıslattığı sahneyi kamerası ile kayıt altına alıyor, yetmiyor ıslanmış oğlunu gece ayazda bekletiyor. Anne, oğluna verilen bu aşırı cezayı hazmedemediği için kocasının her zaman televizyon karşısında uyuduğu saatlerde ocaktaki ateşi söndürüp üzerine bir de camı açıyor. Bekir’in o gece kaptığı hastalık şifa bulmuyor, ölümüne vesile oluyor. O kadar üşüdüğü halde Bekir niye gece uyanıp yatağına gitmemiştir? Bunu filmin sonunda anlıyoruz.

Anne-baba sevgisi görmemiş Bekir, öksüzlüğün acısını başka bir öksüzde, çırak aldığı Cemil’de dindiremeden, hayatı hastane odasında nihayetlenecektir. Kendisine karşı pek de muhabbet beslemeyen Havva, hastane odasında ağlarken, Bekir hem karısını teselli etmeye çalışmakta hem de karısının kendisi için ağlamasından mutlu olmaktadır.

Havva (Havva’nın gençliğini Funda Eryiğit canlandırıyor), ölüm döşeğindeki kocasının başında ağlarken esasında neye ağlamaktadır? Kocasından sonra bozulacak düzenine mi? Neden ağladığını, hangi pişmanlığın acısı ile kavrulduğunu filmin sonunda göreceğiz.

Kadir’in hem babası tarafından hortumla ıslatılıp hem de kamera ile kaydının alındığı o sahne, filmin ana direği. Filmin içindeki filmin yönetmeni Kadir, “hortumla ıslatılma” sahnesini trajedi olarak ana izlek yapmaya niyet ediyor. O ıslatılma/ıslanma sahnesi kayıt altına alınmamış olsaydı hayatın en önemli dramı olarak geçmişin merkezine oturur muydu? Makine yardımıyla kayıt altına alınmış olan geçmiş, dünün dünde kalmasına izin vermiyor. İçinde yaşanılan “şimdiki zaman”, dün ile yarın arasında bir köprü olmaktan ziyade düne dönülemeyen, yarına gidilemeyen zehirli, geniş ve derin bir an inşa ediyor.

Filmin başında babanın oğula uyguladığı kısas, filmin sonunda annenin eşine uyguladığı, sonu ölümle biten kısasa dönüşüyor.

Yazının başına geri dönelim, o halde “cici”lik bütün bunların neresinde?

Demans hastası Havva (ihtiyar Havva’yı Nur Sürer oynuyor), aynaya bakıyor ve kendisini “cici” buluyor.

Filmin sonuna itiraz, davranış nörolojisi ve demans konusunda ihtisas yapmış pek çok demans hastasının tedavisini yürütmüş olan Dr. Sevda Sarıkaya’dan geldi. Sarıkaya sosyal medya hesabından şöyle yazdı:

1-Berkun Oya’nın Cici filmi çok emek verilmiş, psikososyolojik yönden güzel ele alınmış bir film. Ama lütfen demans sahnelerini işin uzmanlarına bir danışın. Demans-ayna sohbeti sahnesinde büyük hata var. Bir demans hastası aynaya “N’aptın sen küçük kız?” demez.

2-Hastalığın doğasına aykırı bu. İleri evrelerde kendisini hâlâ küçük bir kız sanan hasta, aynaya baktığında şok geçirebilir ve “Bu buruşuk da kim?”, “Eve yaşlı bir kadın girmiş, gelin alın bunu” diyebilir ya da arkadaşı sanıp sohbet edebilir.

3-Bunların hepsi 20 yıllık tecrübemde gördüğüm gerçekten yaşanmış sahneler. Ama aynada gördüğü yaşlı kadına “Sen n’aptın küçük kız?” demez, diyemez. Bakın bu sahneleri bir emaille bana binlerce kilometre öteden bile sorsanız iki dakikamı almaz, severek yanıtlarım.

4-Bu kadar emekle yapılmış, her açıdan muhteşem bir filmin, küçük bir sahnedeki kocaman bir hata yüzünden riske atılması neden? Tabii ki çok kişi anlamayacak ama dünya ölçeklerinde bir film yapıyorsunuz. Üzülüyorum böyle hataları görünce.

Velhasıl Cici filmi ile ilgili konuşulacak çok şey var ve konuşulacak çok şeyin olması çok iyi. Yazıyı daha fazla uzatmadan bendeniz şimdilik burada bitireyim…

Cici Filmi...