CHP'NİN 'MERKEZE' YOLCULUĞU

16 Nisan 2017 Anayasa referandumu, 24 Haziran 2018 Genel seçimleri, 31 Mart 2019 Yerel seçimleri ve 23 Haziran 2019’de yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi. Birer yıl arayla yapılan referandum ve seçimler, toplumsal muhalefetin siyas

CHP

16 Nisan 2017 Anayasa referandumu, 24 Haziran 2018 Genel seçimleri, 31 Mart 2019 Yerel seçimleri ve 23 Haziran 2019’de yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi. Birer yıl arayla yapılan referandum ve seçimler, toplumsal muhalefetin siyaseten rüştünü ispat ettiği seçimlerdir.

2017 Anayasa referandumunda, farklı toplumsal kesimlerde kendiliğinden ortaya çıkan ‘Hayır bloku’, 2018 Genel seçiminde “Millet İttifakı” olarak kendine ad koydu. 2019, 31 Mart Yerel seçimlerinde görünürde “Millet İttifakı” olarak öne çıkarken daha derinde SP’den HDP’ye kadar geniş bir blok, AK Parti-MHP iktidar bloğuna karşı birleşti. Muhalefette ortaya çıkan bu ortaklığın en somut halini nihayet 23 Haziran’da yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde gördük. Esas olarak bakıldığında 2017’den 2019’a gelen süreçte muhalefet bloku yükselirken, siyasi iktidar her seçimde güç kaybetti. Ve içinde olduğumuz süreçte bu düşüş devam etmektedir.

İKİ BLOK, İKİ ANLAYIŞ

İktidar bloku (AK Parti-MHP) siyaseten daha homojen, devletin tüm güç ve imkanları elindeyken, muhalefet bloku heterojendir ve iktidarın sahip olduğu tüm imkanlardan da yoksundur. Dahası muhalefet bloku esas olarak Millet İttifakı şeklinde CHP-İYİ Parti’den oluşurken, HDP ve SP de, bu ittifakı siyaseten desteklemiştir.

Kabaca değerlendirdiğimizde iki güç bloğu, siyaseten iki temel pozisyonu temsil ediyor.

AK Parti-MHP bloku, 16 Nisan 2017 referandumu ile evrensel hukuk normları ile kıyaslandığında eşi benzeri olmayan ‘Türk tipi’ bir yönetim sistemine geçti. Kazananın her şeyi aldığı, yürütmenin, yasamayı etkisizleştirip, yargıyı kendi denetimine aldığı bu yapı, evrensel hukuk ölçüsünde hiçbir karşılığı olamayan bir ‘başkanlık’ sistemi. Bu açıdan ölçüsü hukuktan ziyade, büyük ölçüde siyasal çıkarı maksimize etmeye çalışan bir yönetim anlayışı. Bu haliyle demokrasiden bahsetmek zordur.

Buna karşı, tüm siyasal farklılıklarına rağmen muhalefet ise bu sisteme karşı bir araya geliyor. İşte bunun en somut sonucu da hem 31 Mart hem de 23 Haziran seçimleridir. Muhalefeti birleştiren ise demokrasi ve siyasetin alan kaybıdır. Muhalefet aralarındaki siyasal farklara rağmen ortaklaştıkları nokta olan; demokrasi, özgürlük ve adaleti savunuyor. İşte bu blokun adı, Millet İttifakını da aşan biçimde ‘demokrasi bloku/koalisyonu’dur.

Toplumun farklı sorunlarına farklı çözüm önerileri olsa da, ülkenin nasıl yönetileceği, siyaset yapma anlayışı, demokrasi, özgürlükler ve adalet konusunda bakışlar iki blok arasında önemli farklılıklar göstermektedir.

Siyaseten heterojen olsa da, muhalefetteki partileri ad koymadan, hep birlikte el sıkışmadan, demokrasi, özgürlük ve adalet ekseninde bir araya getiren siyasetçi de; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Üstelik bu siyasi hamleyi, siyasi konumunu ve geleceğini riske atarak yapmıştır.

MERKEZ NEDEN ÖNEMLİ?

Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkan olduğu günden bu yana partiyi geçmişin ağır yüklerinden kurtarmaya, partiyi yapısal olarak dönüştürmeye ve klasik tabanı dışında toplumun farklı kesimlerine açmaya çalışıyor. Daha önemlisi bu politikada ısrarlı. Israrının sonucunu 31 Mart ve 23 Haziran’da aldı. Ama daha işi bitmedi...

Kılıçdaroğlu’nun bu tercihi, AK Parti-MHP iktidar blokunun devletçilik şemsiyesi altında muhafazakârlık ve milliyetçiliği eklemleyerek, siyasal pozisyonun siyasi yelpazenin sağına kaymasıyla; siyasal yelpazenin ‘merkezi’nde oluşan boşluğu doldurmaktır. Demokrasi bloku/koalisyonunun siyasal pozisyonu da budur.

Bu tercihi, İsmet İnönü’nün CHP’yi 1960’ların ortasındaki koşullara adaptasyon için “Orta’nın solu’na” kaymasıyla kıyalamak mümkündür. Kılıçdaroğlu’nun içinde olduğumuz koşullardaki tercihi de, siyaseten ‘merkez’dir.

Ne yazık ki, Kılıçdaroğlu’nun bu ısrarlı siyasi iradesi gerek parti içinde gerekse CHP çeperindeki siyasiler, akademisyenler, kanaat önderleri tarafında çok çok eleştirildi ve halen de eleştiriliyor. Bu çaba, çoğunlukla partiyi ‘sağa çekmek’ olarak okunup değerlendiriliyor. Hemen ifade edelim ki, Kılıçdaroğlu’nun bu tercihi sol, sosyal demokrat siyasi değerleri ihmal etme ya da dışlama anlamı hiçbir zaman taşımadı. Tam tersine, hak, hukuk, adalet başta olmak üzere savunduğu tüm değerler sol bir siyasetin olmazsa olmazları. Bu haliyle, Kılıçdaroğlu CHP’yi sağcılaştırmadı tam tersine, kendi doğal tabanı dışında kalan ve AK Parti’nin ötekileştirdiği farklı toplumsal kesimlere de sahip çıktı. Bu haliyle de sol bir siyaset izledi. Demokrasi bloku/koalisyonu da bu siyasi adımların en öne çıkanıdır.

KILIÇDAROĞLU’NUN BÜYÜK YALNIZLIĞI

Kılıçdaroğlu’nun izlediği bu politikanın en büyük zaafı, parti içindeki büyük siyasal yalnızlığıdır. Yakından izlemeye çalışan biri olarak şunu ifade edebilirim ki, Kılıçdaroğlu’nun bu siyasi vizyonunu kavrayan, ona siyasal yoldaşlık edebilen insan sayısı iki elin parmakları kadar var ya da yok. Bu yüzden olsa gerek, bu büyük siyasal anlayışı, yaşanan yapısal dönüşümü, parti içinde ve çeperinde teorik olarak tartışan, bunu yazılı metinlere döken arayış ve çaba da neredeyse yoktur. Büyük siyasi yalnızlık dediğim de tam budur. Kılıçdaroğlu’nun, bu büyük siyasi vizyonunu tamamlayacak iki adım atma zamanı gelmiştir.

DENGE DEĞİL TAKIM KURMA ZAMANI

İlki, bugüne kadar izlediği parti içi denge ve kimseyi kaybetmeme anlayışını gözden geçirmeli, esnetmelidir. Bugüne kadar olan liderliğini tamamlayacak adım, kendisiyle zihnen ve siyasal olarak uyumlu bir ekip kurması ve onlarla çalışması olacaktır. Bu noktada Kılıçdaroğlu için esas sınav, toplumu ikna edecek ve güven verecek bir ekip kurup, kuramamak olacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun atması gereken ikinci adım ise, ulaşmak istediği farklı toplumsal kesimlere Kürtleri daha güçlü biçimde katmak olmalıdır. Bunun yolu sahada Kürtlerle diyalog, sivil alanda bu alanda çalışan STK’larla güçlü işbirliği ve siyasal alanda da HDP’yle açık diyalog, sorun odaklı işbirliği olmalıdır. Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun kendi ifadesiyle söylersek; “Kürt sorunu Meclis dışında çözülmez” tespiti ne kadar doğru ise bunun tamamlayan ikinci doğru da ‘Kürt sorununun HDP’siz ve siyasetsiz çözülemeyeceği’dir.